Halkların Demokratik Kongresi (HDK) yürütmesi olarak Roboski katliamının sekizinci ayı vesilesiyle bölgeye yapacağımız ziyarete epeyce önce karar vermiştik. Yürütmede bulunan vekillerimiz Ertuğrul Kürkçü ve Sebahat Tuncel'in yanı sıra Garo Paylan, Prof. Fatma Gök, Bircan Yorulmaz ve benden oluşan heyet 27 Ağustos Pazartesi günü İstanbul'dan Mardin'e uçakla hareket ettik.
Mardin havaalanında bizi, 12 Haziran 2011 seçimlerinde Mardin'den milletvekili seçilen ve hala tutuklu bulunan blok milletvekili Gülser Yıldırım'ın eşi Mardin Tabipler Odası Başkanı Kamiran Yıldırım karşıladı. Muğla'dan iki arkadaşımız da ziyarete katıldı. İlk durağımız Nusaybin.
Nusaybin kültür merkezi olarak renove edilen görkemli "Mitanni Kültür Merkezi" nin kapısında bölgede tutuklanmayan nadir belediye başkanlarından olan Ayşe Gökkan bizi bekliyordu. Heyetimize Diyarbakır Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) milletvekili Nursel Aydoğan da buradan katıldı. Mitanni Kültür Merkezinde bizim için hazırlanmış kahvaltıdan sonra, Cizre, Şırnak üzerinden Uludere'ye doğru yola koyulduk.
Çok uzun yıllar önce geldiğim Cizre ve Şırnak'ı tanıyamadım. Aradan 21 yıl geçmişti ve o zaman "bu savaş 21 yıl daha sürer" deselerdi sanırım inanmazdım. İlk geldiğim dönemde Cizre'nin belediye başkanı Haşim Haşimi'ydi, sonraları meclise de girdi. Şemame denen kokulu küçük kavunu da yine ilk kez burada tanımıştım. Haluk Gerger başkanlığında bir heyetle gitmiş ve Şırnak olaylarını incelemek istemiştik. Cizre'de kaldığımız otelin önünde o zaman yaşı 13 olan Kürt çocuğu, gazeteci Nadire Mater'le bana "yaşım küçük olduğundan gerillaya almıyorlar" diye dert yanmıştı. O şimdi yaşıyorsa 34 yaşında olmalıydı ve nerelerdeydi kim bilir?
Şırnak BDP binasında bizi bekliyorlardı. İl başkanı yeni atanmıştı. Kendinden önceki il başkanı tutuklu. Pek bilinmiyor ama KCK tutuklamaları nedeniyle bölgeden 5-6 bin kişi Haftanin kampına göç etmiş. Hatta orada bir BDP binası bile açmışlar. Şırnak il'de hem güncel gelişmeleri konuştuğumuz hem de ağırlandığımız bir molanın ardından heyet olarak Gülyazı'ya doğru yolumuza devam ettik.
Artık köye iyice yaklaştık. Bu bölgenin ismi Roboski. Gülyazı köyüne ise Bejuh diyorlar. Eski bir Ermeni köyüymüş. Burada yaşayan Kürtlerin kökeninin bölgede olan Goyan aşiretine dayandığını söylediler. Köy, dağların arasında sulak yeşillik bir vadi görünümünde. Yinede yükseklik 1300 metrelerde. Oldukça geniş bir aralığa geldik, arabadan indiğimizde siyahlar giymiş onlarca kadını ellerinde kaybettikleri yakınlarının çerçevelenmiş resimleriyle karşımızda bulduk. Ertuğrul Kürkçü'yü iyi tanıyorlar. Meclis İnsan Hakları Komisyonu üyesi olarak, diğer partilerden üyelerle birlikte daha önce buraya gelmiş.
Kürkçü uzun bir konuşma yaptı, davayla ilgi bilgi verdi. Sonra 15 yaşındaki oğlunu kaybeden bir anne konuşmaya başladı. Orada, evladını kaybetmiş bir anne öyle politik, öyle nefret duygularından azade nasıl konuşabilir diye düşünmeye başladım. Türk ve Kürt halklarının ortak acılarını anlattı, savaşın açtığı yaraları sıraladı. Geçenlerde birkaç kilometre uzaklıkta kaza geçiren ve yaşamını yitiren askerlerin annelerine baş sağlığı diledi. Tayyip Erdoğan'a olan öfkesi ise büyüktü.
Gülyazı bir korucu köyü. Yakınlarını kaybedenler ise genellikle korucu aileleri, bir kısmı koruculuk yapmıyor artık ama devam edenler az değil. Bu konuda köyde bir gerilim hissetmedik. Ama köyde iki seçimdir BDP birinci parti.
Bizi misafir ettikleri ev vadinin içinde bir yamaçta, karşısındaki yamaçta ise alay var. Alayı çevreleyen benim gördüğüm yedi sekiz tepede ise gözetleme kuleleri var. Helikopterler hiç eksilmiyor. Sürekli bir hareketlilik var. Konuştuğum bir Roboskili "şimdi yoldan geldik, katırlar bizi yordu" dedi, yani sınır ticareti devam ediyor, hem de artık gündüz geçip hava kararmadan dönüyorlarmış.
Askerler biliyor, oradaki birlik biliyor, herkes biliyor... Katliamdan 15 gün sonra ticarete yeniden başlamışlar. Ataları yıllardır bunu yapıyorlarmış zaten. Irak tarafında akrabaları var, onlar için sınırın bir anlamı yok. Çok eskiden ceviz, perde, halı götürür, tütün getirirlermiş. Artık bu taraftan bir şey gitmiyormuş. Güney'den bir seferde 12 ton petrol geçiriyorlarmış.
Eh yüz katır çarpı 120 litre. Her katırın sağında ve solunda 60 litrelik bidonlar ve kendi sırtlarında da sigara... Biz bu sohbeti yaparken ilk patlama vadide yankılandı. Gayriihtiyari eğildim. "Bir dakika" dediler. Bir dakika geçti, havayı dinlediler "yok bu çatışma değil, asker termal kameradan bir tilki görmüştür, havanı atmıştır" dediler. Yarım saat sonra bir tane daha, bazen daha sık. Bir ara aydınlatma fişekleri de atıldı. Ben uyumaya çalışırken arada patlama sesleri gelmeye devam ediyordu.
Roboskililerin katliamla ilgili düşünceleri ortak: "Bizim köyde birinci parti BDP çıktı, kaçakçılığı bitirmek istediler ve bizim şahsımızda Kürt halkına bir ders vermek istediler."
Bu söylediklerine inanıyorlar ve öfkeleri çok büyük. Bu sadece Roboski'de değil diğer Kürt illerinde de ortak bir duygu. Hem Roboski katliamı, hem de Suriye'deki gelişmeler bambaşka bir siyasal iklim yaratmış. Dolayısıyla Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) yerel seçimlere ilişkin Kürt illerine dönük planı tamamen çökmüş durumda.
Bu koşullarda mevcut gücünü koruması bile mümkün görünmüyor. Roboski katliamı ile ilgili hukuki bir gelişme yok. Yakınlarını kaybeden aileler, adlarına bankaya yatan paraları ise çekmemişler. Arada Kürkçü'yle konuşuyoruz. O hem heron görüntülerini izlemiş hem de komisyona gelen kimi bilgilere de vakıf. AKP'yi bu kadar zor durumda bırakan bu katliamın nedenlerini araştırmak lazım diyor.
Büyük bir sızma istihbaratı alındığını ve önemli isimlerin bölgeden geçeceği haberleri basında da çıkmıştı. Gerçekten araştırmaya değer bir konu... Ama Kürkçü'nün Genelkurmayın ve doğrudan Başbakan Erdoğan'ın bilgisi ve onayı ile bu katliamın gerçekleştirildiğinden kuşkusu yok. O yüzden de davanın bir türlü açılamadığını ve Komisyondaki diğer milletvekillerinin kendisi gibi düşündüğünü ama bunu açıkça söylemeye cesaret edemediklerini söyledi. Bu güne kadar Alay komutanı görevden alınmış, o kadar.
Ertesi gün kahvaltımızı yapıp mezarlığa doğru arabalarla yola çıktık. Henüz aileler yeni geliyorlardı. Diyarbakır belediyesi mezarları bir örnek yaptırmış. Hepsinin mezar taşlarında "şehit" yazıyor. Mezarların üstü, evlerde de gördüğüm, plastik ama gerçeğe benzeyen envai türden çiçeklerle kaplı.
Mezarların üstünde çerçeve içinde resimler var. Bu resimlere ve doğum tarihlerine bakınca, batıda bu katliamın bilinmeyen bir yüzüyle karşılaşıyorsunuz. Bu katliam aynı zamanda genç-çocuk katliamı. Ölen 34 kişinin yarısından fazlasının yaş ortalaması 15-16, içinde 14 yaşında olanda var.
Hiç asker şehitliğinden geçtiniz mi ya da gittiniz mi bilmiyorum. Anneler mezar taşlarını okşarlar, ellerinde çerçeveli resimler vardır, taşları yıkar temizlerler. Benzer görüntüler Roboski kayıplarının mezarlığında da vardı.
Bejuh, bu eski bir Ermeni köyü, dağdan fışkıran oldukça güçlü denebilecek bir suyun kenarına kurulmuş. Suyu küçük arklarla köyün her tarafına yaymışlar. Geçmişte çok olan ceviz ağaçları, kesilip satıldığı için azalmış.
Garo, "burası bizimkilerin yeri, su varsa, ceviz varsa bizimkiler yaşamıştır," dedi. Etraftan "şurada kilise kalıntısı, mezarlık var" deyince Garo'yla o tarafa yöneldik. Ama yazılı bir şey bulamadık.
Üstelik daha bir yıl önce define arayanların kazdığı altı yedi metreye inen büyük bir çukurla karşılaştık. Garo "Esas define toprağın altında değil, üstünde. Onların kıymetini bilemeyip buralardan sürdükten sonra, toprağın altında define bulsan ne yazar" dedi.
Bizi öperek, koklayarak uğurladılar. Uzun bir yolculuktan sonra şimdi döndük, İstanbul'dayız. Ama aklımızın da kalbimizin de yarısı Roboski'de kaldı. (KA/EKN)