Bağımsız kitabevlerinin kapanması bir şehrin en hüzünlü anlarındandır. Ara sokaktaki mütevazi bir sahaf, veya ana cadde üzerindeki çok tanınmış olanı da, kapandığında o şehrin de bir parçası eksilir. Hele ki yerine büyük bir zincir kitabevi, ve hatta daha da kötüsü, bir ‘Dünya markası’ moda devinin bilmem kaçıncı mağazası açıldığında, o sokak, o kent ölümü yaşamaktadır artık. Kültürel olarak çölleşmek, sıradanlaşmak, heyecandan arınmak böyle bir şey.
İstanbul ve Türkiye’nin kültürel ana damarı olan İstiklal Caddesi üzerindeki kültür mekanları bir süredir kırıma uğruyor. Bu kırımın sorumlusu kamu idaresi ve piyasa aktörlerinin, katma değeri düşük, kar hırsı büyük turizm ve gayrimenkul sektörü üzerinden, kolay yoldan köşeyi dönme arzusu. Kitapçılar, sinemalar, tiyatrolar ardı ardına otel, AVM, büyük moda & kahve markalarının prestij dükkanları olarak dönüşüyor. Son yıllarda hızlıca semeren, ulusal çapta büyüyen baklavacı, kuruyemişçi, dönerci markalarının şubeleri de bu küresel tüketim zincirine yerel ve banal halkalar olarak ekleniyor.
Büyük sermayenin Cadde üzerinde konumlanmak veya lokasyon sayısını arttırmak iştahı kabardıkça, buradaki sermayesi küçük ama kentin kültürel hayatına katkısı büyük mekanları, potansiyel ‘av’ olarak belirginleşiyor. Bu kabaran iştahın çok farkındaki mülk sahipleri, önlerinde onları kısıtlayan hiç bir hüküm olmadığı için, kiraları orantısız bir şekilde arttırmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Kültür ve Sanat’ın yanında yer aldığını iddia eden Belediye, Cadde’nin bir açık hava AVM’si, Beyoğlu genelinin ise kültürel çeşitlilikten arındırılmış bir oteller bölgesi olması için elinden geleni yapıyor.
Sonuç, ülkenin kültürel damarını besleyen birçok mekan, ya bulundukları bina yıkılıp otel / AVM olacağından, ya da mülk sahibi cebi daha dolu bir kiracı bulduğundan, zorla tahliye talebiyle karşılaşıyor. İstiklal Caddesi’nin yeni normu bu. Bu o kadar vahşi bir süreç ki, siz nispeten cirosu yüksek, iyi satış yapan, yani müşteri ve talep sorunu olmayan bir bağımsız işletme olsanız bile, piyasa mekanizması içinde bu şiddete karşı gelmeniz mümkün olmuyor. Kamu yararının ve kamu idaresinin tam da bu noktada devreye girmesi beklenirken, o, ‘bu vahşi süreci daha da nasıl hızlandırırım’ diye kafa yoruyor.
2010’da ‘yüzeysel’ bir şekilde ‘Avrupa Kültür Başkenti’ olarak anılan İstanbul, bugün çok daha derinden ve gerçekçi bir şekilde ‘Avrupa AVM Başkenti’ olmuş durumda. İstanbul AVM lobisi, arkasına aldığı Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstanbul Valiliği, İstanbul Büyükşehir Belediyesi gibi kamu kurumlarının desteği ile ‘İstanbul Shopping Fest’ isimli bir tüketim festivalini son birkaç yıldır kutlamakta. AVM’ler ve AVM’leşen ana caddelerde kutlanan bu etkinlik ile dünyanın birçok başka şehrinde de yer alan markaların tanıtımları yapılmakta, özel indirimler ile turistler İstanbul’a davet edilmekteler. İstiklal Caddesi’nde de kutlanan bu etkinliğin açılışının yapıldığı 9 Haziran haftasında, İstanbul’un en önemli kültür mekanlarından birinin daha kapanış haberini almamız tesadüf değil elbet.
Robinson Crusoe 389 kapanırken
Evet, uzun bir süredir İstiklal Caddesi 389 numarada hizmet veren, caddenin en özellikli binalarından birinde yer alan, en özgün tasarıma sahip, en karakterli mekanlarından biri Robinson Crusoe 389 Kitabevi bu hafta kapanıyor.
Mekanın özelliklerinden biri, tasarımını ülkenin en ünlü mimarlarından birinin, Han Tümertekin’in yapmış olması. Tümertekin proje metninde burasını şekilde tanımlıyor:
İstanbul, Pera'da kendine özgü bir kitabevi. İstiklal Caddesi, 389 numaralı blok. 1994 Eylül'ünde kurulan ve seçilmiş kitapları barındıran bir depo. Kitapların herkesin erişebileceği şekilde sergilendiği, paylaşıldığı bir arşiv. Bakıp duyanların değil, görüp dinleyenlerin buluştuğu bir meydan. Sadece kitap almak için değil, kitap aramak, kitap sormak, kitap karıştırmak, kitap yazmak, kitap koklamak, kitapla buluşmak için gidilen bir kitaplık...
Zorla tahliye davası
20 yıldan beri kiracı olarak bulunduğu dükkanın kirasını düzenli ve zamanında ödeyen kitabevinin sahibi Pusula Prodüksiyon, Temmuz 2013’de Gezi olaylarından kaynaklanan ciro düşüklüğü sebebiyle kira bedellerini ödemede birkaç günlük gecikme yaşamıştı. Bunu fırsat bilen mülk sahipleri de Robinson’a tahliye davası açmıştı. Mahkemede, davalı vekili Murat Deha Boduroğlu, birkaç günlük gecikme nedeniyle tahliye talep edilmesinin iyi niyet kurallarıyla bağdaşmadığını, kira borcunun da ödendiğini, tahliye şartlarının oluşmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştu. Ancak İstanbul 14. Sulh Hukuk Mahkemesi, davacıların tahliye talebini kabul ederek kira sözleşmesinin feshine karar vermişti.
Çok kötü durumdaki, depo olarak kullanılan bir mekanı, 1994 yılının ekonomik koşullarına göre gayet yüksek bir aylık kira bedeli ile kiralayan Pusula Prodüksiyon, mimarlık hizmetinden de yararlanarak burasını çok iyi bir duruma getirdi. Ancak, Cadde’nin dönüşümüne paralel bir şekilde, üzerindeki kira artış baskısı da hiç azalmadı. Mart 2003 – Mart 2004 döneminde aylık net 2500 TL kira öderken, 10 yıl sonra bu rakam tam 10 kat artmıştı. Bu süre içinde 2007 ve 2012’de açılan tespit davaları sonucu kira yüzde 81 ve yüzde 54 oranlarında arttırıldı.
Evet, yanlış anlaşılmasın, Robinson Crusoe, bulunduğu mekana hiç de az bir kira ödemiyordu. Mart 2013- Mart 2014 döneminde aylık net kirası 25.000 TL idi. Gayet iyi satış yapan, düzenli müşterileri olan, sevilen bir kitabevi olsanız dahi, böylesine yüksek kiralarla baş etmeniz, eğer arkanızda çok büyük bir sermaye grubu yoksa, mümkün değildir.
Üstüne üstlük, Avukat Boduroğlu’nun da belirttiği üzere, ‘2013 Gezi Protestoları ve ilgili olaylar sırasında özellikle Beyoğlu ve İstiklal Caddesi’nde kolluk güçlerinin aşırı ve ölçüsüz zehirli gaz ve plastik mermi kullanmaları nedeniyle normal hayat Haziran ve Temmuz 2013 dönemlerinde durma noktasına gelmişken’ kiradaki birkaç günlük gecikme sebebiyle tahliye talebiyle dava açmak iyi niyet kurallarıyla hiç ama hiç bağdaşmamaktadır.
Ancak sonuçta, sermayenin niyeti bellidir. Birkaç günlük kira gecikmesini tahliye sebebi olarak görmesi, tahliye sonrasında ise çok daha yüksek bir miktar ile uluslararası bir markanın ‘prestij’ dükkanı olarak kiralamayı istemesi, bu niyetin doğal sonuçları.
Robinson Crusoe hikayesini ilginç kılan, isminin aksine, devasa bir soylulaştırma denizinin ortasındaki bir adada tek başına kalmamasıydı. Ekonomik zorluklar ve dava süreciyle karşılaşıldığında, sadık müşterilerini ve mekanın yok olmasını istemeyenleri dayanışmaya çağırdılar. 19 Ağustos 2013 tarihinde başlattıkları, 500 TL, 1000 TL veya istenilen kadar yatırılan peşin para sonucu çıkartılan alışveriş kartı RobKart ile ciddi miktarda bir parayı önden toplamayı başardılar. 2200 kişiye ulaşan bu kampanya bile, kira artış baskısını ve zorla tahliye kararını dizginlemeyi başaramadı.
Kitabevini ‘taşımak’
Robinson Crusoe, tahliye sonrası, en azından bir süre, İstiklal Caddesi üzerinde yer alan mağazalarını Salt Beyoğlu Kültür Merkezi’nin en üst katına taşıyacaklarını kamuoyu ile paylaştılar. Her ne kadar Robinson Crusoe’nun hayatına devam edecek olması iyi bir şey olsa da, Serkildoryan Binası’nın alt katında yer alan İnci Pastanesi’nin AVM inşaatı sebebiyle tahliye sonrası Mis Sokak’ta tekrar açılması, veya yıkılan Emek Sineması’nın yerine yapılan AVM’nin en üst katına taşınacak olması gibi, İstiklal Caddesi 389 numaradan taşınmaları İstanbul için büyük bir kayıp olacaktır.
Burası bir kitabevi olmasının dışında, bulunduğu bina, tasarımı, Cadde ile kurduğu ilişkisi, vitrini, kokusu ile, 20 yılda bir bellek mekanı olmayı başarmıştı. Yani somut varlığının ötesinde, artık soyut bir varlığı da olan bir kültür mekanıydı. Asıl olan, fiziki olarak ve İstanbulluların belleğinde bulunduğu yerde, bulunduğu şekilde kalmasıydı. Beyoğlu’nun mevcut kentsel dönüşüm baskısı ve piyasa mekanizması altında, her ne kadar arkasında sınırsız bir dayanışma ağı örülmüş olsa bile bunun mümkün olmadığı görüldü.
Olması gereken?
Bu şiddet, yurttaş duyarlılığını, veya ‘sorumlu tüketicilerin’ kapasitesini fazlasıyla aşan seviyede.
Peki olması gereken neydi?
Öncelikle, Beyoğlu Koruma Amaçlı İmar Planı’nı iptal eden mahkemenin de belirttiği üzere, Beyoğlu’nun topyekûn turistikleşmesinin önüne geçilmelidir. Niteliği, yapılan satışın niceliğinin çok ötesindeki ‘bellek mekanlarının’ sürdürülebilirliğinin sağlanması için kamu aktörlerinin devreye girmesi, kamu kaynaklarının bu yönde kullanılması gerekir.
Kültür Bakanlığı’nın Robinson Crusoe 389 Kitabevi’ni ve benzer nitelikteki diğer yerleri ‘somut olmayan kültür varlığı’ olarak tescil etmesi, imar planına bulunduğu gayrimenkulün bu yönde işlenmesi, ve kültür varlığı olan işletmelerin kira giderleri için kamu desteği alabilmesinin önünün açılması gerekir. Ayrıca, tamamen mülk sahiplerinin yanındaki mevzuatın, kiracılar lehine dönüştürülmesi, özellikle kent merkezindeki esnaf ve yaşayanların yerlerinde kalabilmelerinin öncelikli koşuludur. Yoksa, Beyoğlu’nun kültürel olarak çölleşmesi, sosyal olarak tektipleşmesi, sınıfsal olarak homojenleşmesi artarak devam edecektir.
Han Tümertekin’in Frankeştayn’ı
Robinson Crusoe 389’un 500 metre ötesinde yer alan Tarlabaşı, Beyoğlu Belediyesi ve Gap İnşaat ortaklığında gerçekleştirilen Kentsel Yenileme Projesi ile ‘çölleşme’, ‘tektipleştirme’ ve ‘homojenleştirme’ sürecini çok sert bir şekilde yaşamakta. Burada bulunan oldukça heterojen bir kitleyi, özellikle kiracı olarak bulunan esnaf ve yaşayanları yerinden eden projenin mimarlarından birinin, ironik bir şekilde, Robinson’un da tasarımını yapan Han Tümertekin olduğu gerçeğini göz ardı etmemeli.
Tarlabaşı’nın dönüşümün, aynen Belediye Başkanı’nın da belirttiği gibi, dalga dalga İstiklal Caddesi ve tüm Beyoğlu’nun dönüşümü olarak yayıldığı, bunların birbirlerini beslediği açık. Atılan dönüşüm taşları sonucu oluşan dalgalar çoktan tsunami boyutuna ulaştı. (YA/NV)