Önceki Gün Reyhanlı’dan gelen fotoğraflar Suriye’ye çok benziyorlardı. Savaş fotoğraflarına çok benziyorlardı. Reyhanlı’nın meydanı, Türkiye’nin küçücük bir noktası, bir anlığına İdlib’ten, Humus’tan, Halep’ten bir enstantaneye büründü. Türkiye’de savaş virüsü ilk defa bu kadar alenen herkes tarafından görüldü.
İçişleri Bakanı bu fotoğrafı hızlıca silmek istediklerini açıkladı: “Biz Reyhanlı’da bir an önce normal yaşama dönülmesini istiyoruz.” Ama hangi normal yaşama? Reyhanlı’da uzun zamandır hayat normal değil zaten.
Dışişleri Bakanı gerçekçi, ileride yaşanacakların altını yapıyor: “Başta Hatay olmak üzere bu tür saldırılara hazır olmalıyız. Suriye başta olmak üzere çeşitli gerekçelerle bu tip olaylar yaşanabilir.” Neden böyle söylüyor, ne biliyor acaba?
Türkiye Suriye politikasıyla kendini öyle bir duruma soktu ki; savaşa katılmazsa hiçbir şey kazanamaz, savaşa katılırsa çok şey kaybeder. Suriye’de durumun bu haliyle sürmesi de Türkiye’nin kaybetmesi anlamına geliyor. Her gün üzerindeki yük ve ödediği bedel artıyor.
İki yıl önce, Libya’ya müdahale söz konusu olduğunda Türkiye “Ne münasebet, öyle şey mi olur” diyordu. Sonra birden kanlı oyunu anladı, “Bizi de aranıza alın” dedi, epey dil döktü ama pek işe yaramadı. Geç kalmıştı.
O yüzden Suriye meselesine çok heyecanlı, çok Tekcanlı girdi. Öyle ya; Esad’ın işi de Libya’daki gibi hızlıca görülecek ve Türkiye yeni Suriye’de hem politik, hem ekonomik olarak çok şey kazanacaktı. Özerklik hedefleyen Kürtlerin ümüğüne çökme hesabından hiç bahsetmiyorum.
Heyecanlı derken; Türkiye’nin mültecilere kapısını açmasından bahsetmiyorum. Mültecileri ÖSO’ya verdiği lojistik, silah teçhizat, para desteğini örtmek için kullanmasından bahsediyorum. Girdiği tüm kirli, kanlı oyunları “Ne yani mültecilere kapımızı mı kapatacaktık” diye bağırarak gizlemeye çabalamasından.
Tez canlı derken; Suriye meselesinin o ilk günlerinde temkini elden bırakıp, Esad’ın işini bitirmiş edasıyla “Biz ona demiştik” diye tepeden konuşan Neo-Osmanlı hayallerle bezeli üsluptan bahsediyorum. Tüm dünyada Esad karşıtlığı bayraktarlığını üstlenen o tuhaf, gereksiz, hamasi nutuklarla kuşanılan tavrı kastediyorum.
Ama evdeki hesap Suriye’ye uymadı. Şimdi o heyecandan eser yok. Türkiye zorda. Üzerindeki baskı her geçen gün daha da artıyor. Türkiye’nin Suriye karşıtı cephedeki en zayıf halka olduğu, ava giderken avlanabileceği daha önce yazılıp söylenmişti. Reyhanlı’daki saldırının faili kim olursa olsun, aşikâr olan şu: Birileri; Türkiye de bu savaşa girsin istiyor.
Eğer bu Suriye’yse “Savaşacaksam Türkiye’yle savaşayım” diyor. Eğer bu ÖSO uzantılarının ya da Türkiye gibi “Suriye’nin Dostları” olan ülkelerden birinin ya da bazılarının gizli servis(ler)inin işi ise “Türkiye savaşa girsin, biz arkasındayız” diyorlar.
Durum tam olarak bu: ÖSO, Türkiye’yi savaşa sokmak istiyor. Türkiye ABD ve NATO’yu savaşa sokmak istiyor. ABD, AB ve NATO ise Türkiye’ye tam da NBC röportajında Başbakan Erdoğan’a söylettirilen cümleyle geliyorlar: “Sen ÖSO’yla beraber karadan gir, biz gereken desteği sunalım.”
Sonuç olarak Davutoğlu, Reyhanlı’da olanların tekerrür edebileceğini söylerken boş bulunmuş olabilir ama boşuna söylemiyor: Birkaç gün sonra Erdoğan ABD’ye gidecek. Ve muhtemelen Suriye konusunda somut gelişmelerle dönemeyecek.
Bütün yollar kapalı: ÖSO bu savaşı kazanamaz. Rusya ve Çin BM’den bir karar çıkmasına izin vermezler. Suriye NATO’ya 5. madde için bahane olabilecek bir hata yapmaz. Kimyasal silah iddiası –şimdilik- iyice laçkalaştı. Türkiye, Suriye’yle savaşa giremez.
Sonuç olarak Davutoğlu’nun beyanı; “Türkiye’nin -Suriye savaşında önden gitmesi için- üzerindeki baskılar artacak, bu da Reyhanlı’daki gibi saldırılar tekerrür edebilir demektir.” şeklinde okunmalıdır.
Ancak bu gerçekçi tespit, aynı zamanda 2 yıldır uygulanan Suriye politikasının iflas ettiğinin, Türkiye’nin artık çok tehlikeli sularda yüzmek zorunda bırakıldığının da itirafı anlamına gelir. (BK/HK)