Bu işin etimolojik yani mecburen biraz da teorik çerçevesi.
Şimdi 80 yaşına basan Türkiye Cumhuriyeti örneği var yanımızda, karşımızda ve huzurumuzda. Neler oluyor bugünlerde?
Kenan Doğulu ya da Ebru Gündeş konserli kutlamalarla şenlik havası yaratılmaya çalışılıyor, bir ülkenin en özgür, en demokratik kurumlarından biri olması gereken Üniversitenin yöneticileri darbe çağrısı gölgesi altında yürüyüş düzenliyor, siyasi iktidarla iyi ilişkileri sayesinde devasa borcunu ötelettiren bir medya patronu ne kadar masum olduğunu kanıtlayabilmek için basın toplantısı düzenliyor, yerel bir gazeteci yerel yönetimi eleştirdiği için hapse giriyor, resmi istatistiklere göre Cumhuriyetin 80. yılında yolsuzluğun toplam tutarı 80 milyar dolara yükseliyor, 'Yedi düveli topraklarından kovmakla' övünen bir ordu, işgal altındaki komşumuza işgalciye yardıma gitmeye niyetleniyor...
Aksayan 101 çehre
Güncel manzarayı daha ayrıntılı ve derin bir şekilde betimlemek mümkün. O zaman Cumhuriyet rejimi adı verilen bu sistemin, ve bu sistemin şekillendirmeye çalıştığı toplumun yozlaşmış, çürümüş, aksayan yüz bir çehresi daha ortaya çıkacak.
Bu kapsamlı inceleme, esas olarak Cumhursuz bir Cumhuriyette yaşadığımızı gösterecek. Cumhuriyeti 'Kimsesizlerin Kimsesi' olarak tanımlayanlar, Türkiye Cumhuriyetine baktıklarında, aslında kalabalık ve yoğun bir kimsesizler nüfusu olduğunu görecek, ne var ki bu kimsesizlerin "Egemen Kimse" tarafından hiçbir şekilde korunmadığını, aksine söz konusu Kimse'nin zengin, mülk ve silah sahibi kişilerin adına toplumu kah bizzat kah dolaylı olarak yönettiğini kolayca fark edebilecek.
80 yıllık Cumhuriyet tarihine kuşbakışı bir yöneliş, asker-sivil bürokrasinin kırsal ve kentsel ağa-tüccar-iş çevresi azınlığının egemenliğini sergilediği gibi, kamunun, halkın, toplumun, yurttaşın sürekli olarak mağdur olduğunu, baskı altında kaldığını apaçık gösterir.
Egemen seçkinler ve cumhur
80 yıllık Cumhuriyetin iki önemli penceresinden baktığımızda, egemenlerin sürekli olarak azınlık sınıf ya da sınıfların temsilcilerden oluştuğunu gördüğümüz gibi, toplumun önemli bir bölümünü oluşturan Kürtler, yaşamı ve siyaseti Müslüman'ca yorumlayıp uygulamaya çalışanlar, başta komünistler ve sosyalistler olmak üzere tüm muhalifler, gerek toplumsal gerekse kişisel yaşamlarında çoğu kez gayrı meşru ve bazen de yasadışı baskılara maruz kaldı.
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde 80 yılın ne kadarının sıkıyönetimsiz ve olağanüstü rejimsiz yaşandığına bakacak olursak, 80 yılda dini inançları nedeniyle kaç kişinin mahkeme önüne çıkarıldığına ya da mahkum olup hapse girdiğine, keza 1923'den bu yana kaç siyasi partinin kapatıldığına, kaç siyasi cinayet işlendiğine baktığımızda, gerçek Cumhuriyetin parlak yüzünü ne yazık ki pek göremiyoruz.
Hapse atılan gazeteci ya da yazar sayısı da Türkiye Cumhuriyetinin demokrasi, özgürlük geçmişinin bir başka deyişle Cumhuriyet sicilinin ne kadar karanlık olduğunu gösterir.
Bu tablo o kadar karanlıktır ki, pop müzik konserleri ya da dev futbol maçlarında stadyumların projektörleri bile aydınlatamaz ortamı. İşkence çığlıkları, faili meçhul cinayetlerin ardından yükselen zılgıt ve ağıtlar da o kadar gürdür ki, hiç bir arabesk müzik yanığı hatta on bin kişilik askeri bandonun marşı bile bastıramaz.
Paranoyak nostalji
Ucundan kenarından da olsa, çok derin ve çok yaygın olmasa da, dünyayı izlemeye çalışanlar, kimi zaman ırkçı çağrışımlarla küçümsenen herhangi bir Afrika ya da Asya ülkesinde bile, hiçbir devlet ya da toplumun 70 yıl önceki bir marşla coşup eğlendiğine tanık olmamıştır.
Paranoyak dolayısıyla patolojik bir nostalji haline gelen sağcı ve sözüm ona solcu ayırımı yapmadan milliyetçi hülyalarla beslenen azımsanmayacak bir kesim, binlerce yıl önceki Asena'nın Tanrı dağından yola çıkışını folklorik değil ciddi bir siyasi kimlik kriteri olarak benimsiyorsa, ya da 80 hatta 100 yıl önceki, efsaneleştirilmiş, masallaştırılmış tarihi ve tarihi şahsiyetleri bugün hala rehber ve çıkış noktası olarak kabul ediyorsa, çağdaşlığı ıskalamış olmanın ötesinde ciddi bir şekilde anakronik kuyularda debelendiklerinin farkında bile değil sanki...
Kuşkusuz tarihçiler, toplumbilimciler, siyaset bilimcileri bu başarısız Cumhuriyet girişiminin köken ve nedenlerini, özgür bir akademik ortamda, tabusuz bir düşünce dünyasında, yazı ve konuşmaları mahkeme dosyalarına girmeden bir gün elbette irdeleyecekler.
Rum, Ermeni, Kürt bilim çevreleriyle birlikte, resmi tarihi meşrulaştırmaya, doğrulamaya yönelik olarak değil, hakiki gerçeği kamuoyuna iletmek, uzman ya da uzman olmayan tüm yurttaşlarla serbest bir tartışma ortamında kendi bağımsız fikirlerini, görüşlerini sergileyebildikleri gün, 80 yıllık Cumhuriyetin kamu açısından bilançosunu çıkaracaklar.
Kara sis bulutu
Gizlemeye yönelik olarak değil, gizliyi açığa çıkarmak amacıyla çalışan dürüst, gerçekten yurtsever insanlar, eşitlik, hakkaniyet temelinde kendi geçmişlerine eğildiklerinde, okullarda bize tarih ya da yurttaşlık bilgisi özellikle de milli güvenlik derslerinde öğretilen - aslında 'endoctrine' edilen- bilgi ve görüşlerin, toplumsal gerçeklikten çok ideolojik bir dogmayı zorla kabul ettirmeye çalışmış olduklarını anlayacağız.
Cumhuriyet, Türkiye'de tantana ve safsatayla kutlanabilecek bir geçmişe sahip değil. Egemen azınlığın geçmişteki ve bugünkü tepeden inmeci, anti-demokratik, kimi zaman faşist kimi zaman ırkçı uygulamaları ayrıntılı bir şekilde irdelenip, teşhir edilmeden, geleceğimizin pek de parlak olmadığını herhalde herkes kabul ediyor.
Törenler, resepsiyonlar, kitlesel coşku gösterileri bugün 80 yıllık Cumhuriyetin yurttaşı devlet karşısında aciz, mağdur ve neredeyse yok sayan anlayış ve uygulamalarını gizlemeye yönelik bir kara sis bulutu işlevini görüyor.
Oysa ki yapılması gereken, bu olumsuz geçmişi deşerek, panel, toplantı, medya aracılığıyla resmi görüşün pembe gözlüklerle uyuşturduğu fikir ve bilgi dünyasını harekete geçirmek.
Eleştirel, sorgulayıcı, kamu yanlısı perspektifi egemen kılmaya çalışarak yeni, gerçekten Cumhuriyetçi, yani halkçı, liberal sağdan anarşizme kadar demokratik tüm görüşlerin yelpazedeki renk, ses ve kokularına saygı göstererek, zengin bir inceleme-tartışma ortamı yaratabilmek en önemli amaç olmalı.
Seçkin ve seçkinleri değil avamı, halkı, kamuyu önplana çıkararak ayrıntılı ve derin bir Cumhuriyet dönemi bilançosu çıkarmak Türk, Kürt, Rum, Ermeni, milliyeti, etnik grubu, siyasal ve ideolojik tercihleri ne olursa olsun, her aydının önemli bir görev ve işlevi olmalı.
Cumhuriyete iki bakış
Fransız Cumhurbaşkanı 1989'da yani Büyük Fransız İhtilalinin 200. yıldönümü kutlamalarında önemli bir konuşma yapmıştı. Mealen, 'Cumhuriyetin üç temel ilkesi olan Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik'ten, nispi olarak Özgürlüğü bir ölçüde geliştirebildik; Eşitlik konusunda yapmamız gereken daha çok şey var; Kardeşlik meselesine gelince, o alanda çok geriyiz' diyerek özeleştiri sunmuştu.
Kibirdir yorulup yollarda kalan... 80 yıllık Cumhuriyetin yöneticileri bu eleştirel ve özeleştirel yaklaşımı ne zaman benimseyebilecek acaba? Vatan-Millet- Sakarya edebiyatı daha ne kadar gündemimizi işgal edecek?
Toprağı bol olsun, Ece Ayhan, bir şiirinde 5. Mustafa'dan söz eder. Oysa ki Osmanlı'da sadece dört Mustafa vardır. Bu anoloji benim çok hoşuma gitmişti ve çeşitli yazılarda kullanmıştım. Ece Ayhan'ı da ölümünden 5-6 ay önce bu alıntılardan haberdar etmiştim. Yanıtı şu olmuştu:
- İyi iyi...Ama ben başka bir şey keşfettim...Bizim 1. Osman dediğimiz var ya (Osmanlı İmparatorluğunun kurucusu) onun esas adı 8. Konstantin'miş!
Coğrafyayı değiştirmek mümkün değil ama demokrasi, özgürlük ve Cumhuriyet yoksulluğunu da tek başına tarihle açıklamak da herhalde mümkün değil.
Türkiye aslında bu tür bir Cumhuriyete müstahak değil! Genç ve dinamik toplum, iç dinamikleri cesaretlendirebilecek, destekleyebilecek dış dinamiklerin de yardımıyla, askeri değil halkçı, tepeden inmeci değil özgürlükçü, seçkinci değil kamusal çıkarı gözeten bir Cumhuriyeti pek alâ yaratabilir. (RD/NM)