Türk Dil Kurumu “Gücüne güvenerek hükmü altında bulunanlara söz hakkı ve davranış özgürlüğü tanımayan (kimse)” biçiminde tanımlıyor zorbayı. Aslında birkaç sözcük daha var tanımladığı ancak onları yazmak epey sakıncalı bugünlerde. Sözlükte zorba sözcüğüne bakan görecektir.
Çocuklara zorbayı/zorbalığı anlatmanın en iyi yollarından biri çocuk edebiyatı. Onlara akıl/ders vermek, nasihat etmek yerine sanatçı duyarlığıyla yazılan görsel/dilsel metinlerle buluşturmak belki de en etkili araçlardan biri. Bazen, akıl vermeyi pek seven biz büyükler için de geçerli bu söylediklerimiz. Çocuk edebiyatı eserleri önce bizlere -çocuklardan daha fazla gereksinim duymuyor muyuz?- daha sonra çocuklara sanatçı duyarlığıyla, dilin tüm olanaklarını kullanarak yollar açıyor. Gizli kapıların anahtarlarını veriyor çocukların ellerine. Kitaplar çocuklara, yaşantıya dayalı kurgularla olayları daha güvenli biçimde deneyimleme olanağı yaratıyor. Aynı zamanda insanlaşma sürecinin gerçekleşmesini de sağlıyor.
Flamancadan dilimize çevrilen ve Sarıgaga Yayınları'ndan çıkan bugünkü kitabımız Kırmızısarısiyahbeyaz da bu olanaklardan biri.
Renklerin arasında neden boşluk bırakılmadığını düşündüm kitabı elime ilk aldığımda. Sizlerin de benimle birlikte bu soruya kafa yormanızı isterim. Gelin bu soruyu birlikte yanıtlamaya çalışalım bugün, elbirliğiyle.
Kitabın başlarında -artık her yerde görmeye alıştığımız özelliklere sahip- “Kırmızı” karşılar bizleri. Kitabın ilk sayfalarında tüm arkadaşlarını engelleyerek çıktığı bir ağacın tepesinde otururken görürüz Kırmızı'yı;tüm göleti ve kuşları ve ördekleri ve diğer canlıları izlerken. Arkadaşlarını pek düşünmez Kırmızı, “Oturdukları dalda otursunlar.” der. Ağacın en güzel noktası olan, her yeri görebileceği dala tek başına sahip çıkar ve bu konforlu durumu pek paylaşmak da istemez. Ve yalnız’ca kırmızı renge boyadıkları -başka bir rengin adını bile duymaya tahammül edemez Kırmızı- kulübeyi temizlerken emirler yağdırır arkadaşlarına:
Sen yerleri süpür!
Sen camları sil!
Sen kapıyı yıka!
Sarı, Siyah ve Beyaz bu duruma uzun bir süre göz yumarlar, ağızlarını açıp da tek bir söz söylemeye cesaret edemezler. Kırmızı, Siyah'ın oynadığı balonu, Beyaz’ın zıpzıp topunu sahiplenir, Sarı’nın arabasıyla oynamasına engel olur. Arkadaşlarının duygularını düşünmeden, isteklerine aldırmadan hareket eder sürekli.
Bir gün tüm bunların haksızlık olduğunu söyler Siyah, kekeleyerek. Sonra da biraz daha cesaretlenir ve “Zorba!” diye bağırır Kırmızı’ya; sonra kıpkırmızı kulübeyi simsiyah adımlarıyla terk ederek son verir kendisine uygulanan zorba’lığa. Siyah’ın yaptıkları cesaretlendirir arkadaşlarını; Beyaz “Baş belası!”, Sarı “Sinir şey!” diye paylar Kırmızı’yı ve hızlıca bırakıp giderler Zorba’yı oracıkta.
İlk işleri gece kadar siyaha, kar kadar beyaza, limonlu şekerler kadar sarıya boyamak olur teknelerini. Sırayla kaptanlık yaparlar teknelerine. Yalnız bir sorun vardır; gemileri bir türlü istedikleri gibi gitmiyordur. Bir batıp bir çıkan tekneye kim kaptanlık yaparsa yapsın yoluna girmez tekne. Bir şeye gereksinim duyarlar ama neye?
Bizim Kırmızı içinde kaldığı tek başınalıkla boğuşur bir süre, “Zorba”lığın ne olduğunu daha iyi anlar yalnız kaldığında. Kendisine emirler yağdırır, bir o yana gider bir bu yana. Sonunda arkadaşlarının yokluğunu anlar ve bir yelken yapmaya karar verir.
Kırmızı'nın yaptığı yelken kılavuz olur Siyah'ın ve Sarı'nın ve Beyaz'ın teknesine. Birlikten kuvvet, kuvvetten rüzgâr doğar ve tekne süzülmeye başlar masmavi suların kollarında, usulca.
Günümüzde en çok gereksinim duyduğumuz kavramlardan biri uzlaşmak; bazen zorbanın,zorbalığın ortaya çıkmasını engellemek için, bazen de zorbaya ve zorbalığa karşı dimdik ayakta durabilmek için. Çocuklara -daha çok da biz büyüklere- uzlaşma, dostluk, zorbalık gibi kavramları öğretmeye çalışmaktansa; renklerin birlikteliğini, dayanışmayı, birlikte yaşayabilmeyi, farklılıklara saygıyı içselleştirecekleri olanaklar sunmak daha önemli. Çocuklara bir şey öğretmek yerine, istedikleri anda öğrenmelerini beklemek ve onlara uygun ortamları sağlamak daha uzlaşmacı bir toplum olma yolunda işimize daha çok yarayacak gibi.
Yukarıda sorduğumuz soru yanıtını buldu mu bilinmez. Renklerin arasında boşluk olmaması neyi ifade eder? Dayanışma/uzlaşma mıdır onları birleştiren yoksa zorbalık mıdır birbirinden ayıran?
Sorunun yanıtını metinde aramak yerine resimlerde keşfetmeye çalışmak kolaylaştıracaktır işimizi: Kitabın ilk sayfasındaki köy meydanında bulunan dört ev kadarız aslında, Kırmızısarısiyahbeyaz kadar gereksinim duyuyoruz birlikte olmaya/dayanışmaya. Gidecek, sığınacak başka bir evimiz yok. Farklılıklara saygı göstererek, kimseyi ötekileştirmeden, özgürce ve barış içinde yaşamak bir ütopya değil, ortak bir amaç olmalı. İçimizdeki zorbalar elbet yelkenlerini yapmaya ve gemimizi hareket ettirmeye ortak olacaklardır, bir gün. Başka şansları yok; ne deniz sandığımız kadar sonsuz, ne de rüzgâr hissettiğimiz kadar güçlü.
En güçlü olansa, Kırmızısarısiyahbeyaz… (GK/HK)
* Brigitte Minne, Kırmızısarısiyahbeyaz, Resimleyen: Carll Cneut, Çeviren: Türkay Yalnız, Sarıgaga Yayıncılık, İstanbul, 2013 (1.Baskı), 31 sayfa.