Saldırılar, darbe teşebbüsü, bitmek bilmeyen OHAL ile geçen bir dönemi geride bıraktıklarına inanıp, takvimlerde değişecek bir sayının önceki acıları bitirip daha güzel ve mutlu günler getireceğine inanmak isteyen insanlar, daha yılın ilk gününün sabahına yine bir katliam haberiyle uyandılar. İstanbul’un bilinen eğlence mekânlarından Reina’ya gece uzun namlulu bir silahla giren IŞİD’li saldırgan sadece eğlenmek isteyen başka başka hayatları kararttı, 39 kişiyi öldürdü, 65 kişiyi de yaraladı.
Çoktandır “ülkenin diğer yarısı” olarak artık tamamen görünmezleştikleri televizyon kanallarında saldırı haberini görüp sosyal medyada olayla ilgili haber ve ayrıntıları aradılar. Bu defa, her toplumsal olay sonrasında sosyal medyadaki haberlerin önüne geçmek için yavaşlatılan internet sıkıntısıyla karşılaşmadılar; fakat bu defa nasıl bir nefretin içerisinde yaşamaya çalıştıkları gerçeğiyle hiç olmadığı kadar ağır bir şekilde karşılaştılar.
Katliamda hayatını kaybetmiş insanlar üzerinden yapılan alaylar, içki içmelerinden dolayı katliamı hak ettiklerini söyleyen korkunç sözler, mini etek giymelerinden oradakilerin eskortluk yaptıklarına kadar türlü iftira, hakaret ve nefret söylemleri ortalığa saçıldı. Çok uzun süredir farklı gündem konularında türeyen nefret söylevcileri artık çok daha cüretkâr ve korkusuz biçimde birçok kullanıcıyı hedef alan nefret dolu tweetleri paylaştı…
Belli bir yaşam tarzını hedef alan bu saldırı sonrası, travma yaşayan insanlar, sosyal medyadaki nefretle ve bu nefrete sesini çıkarmayan sessiz bir destekle karşılaşınca yalnızca üzüntü ve kızgınlık duymadı, aynı zamanda büyük bir korkuyla da başbaşa kaldılar.
Uzun suredir süregelen aşağılama, hedef alma ve nefrete maruz kalan kesim, yaşadıkları duygu durumunu, öfkelerini, yapılan haksızlıkları Twitter’da paylaştı. Kimi Diyanet’in cuma günü yılbaşı kutlamalarına gayrimeşru dediği hutbeyi eleştirdi, kimi nefret söylemi ve suçu içeren tweetlere ve iki haftadır yoğun olarak sürdürülen anti Noel ve yılbaşı propagandalarına dikkat çekti. Kimi saldırıyla ilgili devletin alması gereken sorumluluklara değindi, kimi İzmir’de bu tarz broşür dağıtmak isteyen cemaat mensuplarına verilen tepkiyi paylaştı.
Uzun suredir artan bir ivmeyle devam eden yoğun nefret süreci hiç kimseyi rahatsız etmezken, hakarete ve nefrete maruz kalan kesimin bu nefrete karşı tepkisi anında iktidara yakın kesimlerde karşılık buldu. O kesimin beğendiği spikerlerin kovulmasıyla onların yerini alan ve pek tanımadıkları haber spikerleri, onlara milli birlik ve beraberlikten bahsetti, sakin olma ve kenetlenme çağrıları yaptı. Sosyal medyada yapılan yorumların ülkeyi böleceğinden ve pek kulak asmamak gerektiğinden bahsetti. Yaşam tarzını hedef alan saldırının amacının ülkemizi bölmek ve kaos ortamı yaratmaya çalışmak olduğu vurgulanırken “o yaşam tarzına sahip” ve uzun süredir yoğun nefrete, hakarete, aşağılanmaya maruz kalan “diğere” susmaları, provokasyona gelmemeleri ve tepki göstermemeleri bolca öğütlendi.
Hashtagler’in söylediği
Tamam, bu öğütler iyi hoş ve iyi niyetli diyelim; zaten vatandaş olarak istiyoruz ki nefrete maruz kalmayalım, ötekileştirilmeyelim ve beraberlik içerisinde yaşayalım.
Bu çağrılar üzerine medya ve sosyal medya çalışan bir akademisyen olarak, ben de bu çağrıların nasıl karşılık bulduğunu görmek amacıyla Twitter’da katliamla ilgili #Provokasyonagelme ve #Başaramayacaksınız gibi “milli beraberlik” ile ilgili mesajlar içereceği beklenen tweetleri inceledim.
Bu hashtagler altında tweet atanların birçoğunun hükümeti desteklediğini söylemek yanlış olmaz. Kullanıcıların profilleri incelendiğinde çoğu profillerinin bio kısmında “RTE sevdalısı”, “AK” gibi ibareler ya da ilgili görseller kullanarak açıkça belirtiyorlar.
Diğer saldırılara benzer şekilde saldırıya ilişkin tweetlerdeki ana temalar genellikle İslam, ümmet, millet, dış mihrak, bölme, kaos ve oyun olarak görülürken, incelenen tweetlerin birçoğu nefret söylemi, hatta hedef gösterme ve linç çağrısı içermekteydi. Saldırıyı kınadıklarını vurgulayan hesapların çoğunda bile, diğer tweetlerde saldırıyla ilgili hükümetle ilgili eleştiri yapanlara açıkça saldırma, bazı kişileri hedef gösterme ve “üzüldük ama onlar… ” şeklinde devam eden bir yaklaşım görülüyordu.
“Ülkemizi bölmek istiyorlar” temalı tweetleri incelediğimizde, bu tweetlerde kullanılan dilin yoğun olarak “ikili karşıtlık” üzerine kurulu olduğunu görüyoruz. Yani kişiler ve grupları “vatansever- vatan haini”, “Müslüman - kafir”, “şehit olabilecek - şehit olamayacak”, “kahraman - terörist”, “mümin - mümin olmayan” olarak dilde ikiye ayıran söylem zaten bizzat “biz ve öteki” ve tabii ki “iyi ve kötü” olarak toplumu ve ülkeyi dilde zaten bölüyor.
Hakaret içermeyen fakat hükümeti eleştiren tweetler atan kullanıcılara yönelik küfür, hakaret, aşağılama ve tehdit içeren tweetlerin sayısı “münferit” olarak algılanamayacak kadar çok.
Birlik mesajları, uzun suredir hükümetin eleştirildiği her türlü olayda aynı hesapların benzer argümanlarla, hemen hemen aynı üslup ve aynı stratejilerle, iktidara yakın isimler ve gazetecilerin desteğiyle toplumun bir kesimini “öteki” ve “kötü” ilan edip, öne çıkan insanları ise linç etmeye davet eden pratiği etkilememiş gözükmekte.
Bu travma sonrasında, İçişleri Bakanlığı, adalet bakanı ve bizzat başbakan sosyal medyada terörü öven paylaşımların suç olduğunu ve yaptırımları olacağını ifade eden açıklamalar yaptılar. Bu saldırıların amacının ülkemizi bölmek olduğu vurgulandı ve birlik ve beraberlik çağrıları yapıldı. Peki, bu saldırı sonrasında, sağlanmak istenen bu milli birlik beraberlik için neler yapıldı?
Haberlerle hedef gösterilenler
Geleneksel medyada, saldırıda ölenlere ve benzer yaşam tarzını benimseyenlere karşı nefret suçu içeren ve infiale yol açabilecek tweetler, haber olarak yer bulamazken, örneğin radikal olmayan ve anaakım medya organı olarak kabul edilen Sabah Gazetesi’nde muhalif birçok gazeteci, vekil ve ünlülerin tweetleri derlenerek provokasyon sebebi olarak bu kişiler hedef gösterildi.
Haber şöyleydi: “39 kişinin ölümü sosyal medya provokatörleri için siyasi kutuplaşma hedefinin bir mezesi olarak kullanıldı. 69 da yaralının olduğu hain saldırıda yaşanan büyük acıya rağmen sorumsuzca twitler atılması dikkat çekti.”
Daha vahim olan, tweetler ile tweetlerin sahibi kişilerin “ajan, provokatör, FETÖ’cü, PKK sevici, hain” gibi sıfatlarla sunulmasıydı. İktidara yakın haber sitelerinin çoğunda yine muhalif kesimin paylaştığı tweetler provokatif olarak tanımlanırken IŞİD öven ve nefret suçu işlenen tweetlerden ise hiç bahsedilmedi.
Yine anaakım medyada çalışan çok takipçili bir yazar, ABD’yi fail olarak gösterirken, gazeteci Amberin Zaman’ı ve Gezi’de uğradığı baskı yüzünden yurtdışında yaşamak zorunda kalan oyuncu Mehmet Ali Alabora’yı saldırının planlayıcıları olarak hedef gösterdi. Ertesi gün aynı gazete “Terör Bizi Birleştirmeli” başlığını attı, “Provokatörler İşbaşında” başlığı ise hemen altında manşete eşlik etti.
“Şehit denir mi, denmez mi” tartışması
Şehitlik mertebesinin çok önemsendiği ve hassasiyet gösterildiği bu dönemde, sosyal medyada IŞİD tarafından katledilen 39 insana şehit denir mi denmez mi tartışması yaşandı. A Haber’in internet sitesi incelendiğinde en yakın zamanlı Kasım 2016’daki PKK saldırılarında hayatını kaybeden sivillere şehit denirken, Reina’daki IŞİD’in üstlendiği saldırı “bir polis şehit oldu, 39 kişi hayatını kaybetti” olarak haberleştirildi. IŞİD’li bir saldırgan tarafından eğlenen insanlar için şehit değil ve insan ifadesi kullanılması dikkat çekti. Sosyal medyada Reina saldırısına üzüldüğünü açıklayan, iktidara yakın çok takipçili bazı hesaplarda bile “içkinin dibine vuran”, “haplanan” insanlara da şehit denemeyeceği ibareleri kullanıldı.
İçişleri bakanlığı devrede
En vahimi ise, İçişleri Bakanlığı, bizzat resmi Twitter hesabından saldırı sonrası İstanbul Okmeydanı'nda bir kahvehanede laiklik çağrısı yapanların görüntüsünü şikayet eden kişiye "Terörle Mücadele ekiplerine iletildi. Lütfen gördüğünüz yerde bize ihbar edin" notunu yazıp altında videoyu paylaştı.
Tepkiler üzerine tweet silindi. Ancak, Okmeydanı'nda bir grup arkadaşıyla kahvehaneleri dolaşarak laikliğin önemini anlatan Halkevi Üyesi Ayşegül Basar gözaltına alındı ve hatta sonrasında tutuklandı. Bu olay iktidara yakın medyanın birçoğu tarafından yine “provokasyon çağrısı” olarak haberleştirildi. Bu haberleştirme sonrasında iktidara yakın yine çok takipçili aktif sosyal medya kullanıcıları tarafından laiklik öven paylaşımlar hedef alındı ve bazı kullanıcılar tarafından bu paylaşımlara karşılık, Türkiye Cumhuriyeti anayasasının garanti altına aldığı laiklik ilkesinin ve anlayışının çözüm olmadığıyla ilgili paylaşımlar sıralandı.
Yaptırımlarda ayrımcılık
Saldırı sonrasında, devlet yetkilileri terör örgütlerine yardım eden ve nefret suçu içeren paylaşımların ihbar edilmesi için çağrı yaptı. Peki, şimdiye kadar ölenlerin oraya gitme amaçlarından tutun kıyafetlerine, içtiklerine kadar hakaret eden, ölümlerini sevinçle karşılayan ve bunu sosyal medyada paylaşmaktan çekinmeyen, Barbaros Şansal’ı ölümle ve fiziksel şiddetle tehdit eden (ve gerçekleştiren), herhangi bir karar olmamasına rağmen insanları şu’cu, bu’cu, hain diye karalayanlar hakkında ne gibi bir işlem yapıldı?
Aynı devlet yetkilileri, yakın oldukları etkin sosyal medya kullanıcılarına fiilen bu konuda nasıl öneriler yaptı? Göz önündeki hükümete yakın bazı kişiler yine bu kesimi suçlamak yerine, nefret dili kullanan kendi ideolojilerine yakın kullanıcıları uyarıp diyalog dili kullanmaları için bir kelam ettiler mi?
Açılan hashtaglerin altında vatan savunan ve muhalif olmayan hesapların tehditkar mesajlar eşliğinde silah, bıçak, tabanca görselleri paylaşması, tehdit etmesi, küfür etmesi kabul edilebilir midir? Veya hangi durumlarda kabul edilebilir hal alıyor?
Bazı tweetlerde küfür, hakaret içermeyen eleştirel paylaşımlar bile terör suçları kapsamında incelenirken neden bazı kullanıcılar bu kadar rahatça, hoyratça ve saldırganca tehdit edebiliyor? Şimdiye kadar nefret suçu isleyen bazı kesimlerin hiçbir yaptırıma hatta uyarıya bile maruz kalmamasına güveniyor olabilirler mi? Şiddet içerikli paylaşım yapanlar ideoloji ve politik eğilimlerine göre mi suç işlemiş oluyor?
Geleneksel medyada çoktan kaybedilmiş, çoğulcu, katılımcı kamusal tartışmalar Twitter gibi sosyal medya mecralarında da troller ve troll kültürü yüzünden artık engellenmiş durumda. Saldırı sonrası sosyal medyanın durumu demokrasinin ön koşulu olan kamusal tartışma mecralarının Türkiye’de kirlenmişliğini hatta tükenmişliğini özetliyor. En küçük hükümet eleştirisinde bile yaşanan bu “biz-onlar” mevzilenmesi, toplumun nasıl agonist ilişkileri tüketip demokratik çözümlerin rafa kalktığı antagonist bir hal aldığını, yani düşmanlık boyutuna geçildiğini gösteriyor; ki Türkiye’nin bugün geldiği durum budur. (DK/YY)