bianet'in 12 Eylül'de halkoylamasına sunulan anayasa değişikliği paketiyle ilgili, kimin, neden evet, hayır ya da boykot dediğini okuyabileceğiniz dizisindeki diğer yazıları görüntülemek için tıklayın.
Kısa bir süre öncesine kadar referandumu boykot etmeyi düşünüyordum. Bu satırları kaleme aldığım an itibariyle (3 Eylül) fikrimden vazgeçtim diyemiyorum, ama "hayır"a doğru meylettiğimi de itiraf etmek zorundayım. Bunun sebebi, "her şeye rağmen bazı olumlu maddeler var" denilen paketteki söz konusu maddelerin esasen etkisiz eleman olduğuna dair serdedilen bir görüşün dikkatimi çekmesi.
Bu görüşe az sonra değineceğim. Ondan önce belirtmek istediğim başka bir nokta var. İşin aslı, tabii siyasi görüşünüze göre değişir ama, sol bir açıdan bakınca zaten birtakım maddeler olumsuz nitelikte. Çok konuşuldu ya bunlar, gene de kısaca hatırlatalım:
Değişiklik paketindeki 5. madde birden fazla sendikaya üye olmayı olanaklı kılıyor ve bu maddenin geçmesi durumunda, konunun uzmanları daha iyi bilir ama, sendikal alanın kaotikleşmesi ve "yandaş" sendikaların (her şeyin "yandaş"ı var artık biliyorsunuz) gücünü artırması riski bulunuyor. DİSK ve KESK gibi, eksiklerine rağmen, iktidarla uzlaşma ve uyuşma sendikacılığına karşı sınıfsal mücadele sendikacılığını sürdüren konfederasyonlar bundan zarar görecektir. 6. madde ise bir kelime oyunundan ibaret (toplu görüşmenin adı toplu sözleşme diye değişiyor, ama sadece adı değişiyor). İşin kötüsü, mevcut durumdan daha kötüsüne de yol açabilir bu. Zira uzlaşmazlık durumunda karar verecek olan Hakem Kurulu'nun oluşumu kanunla, yani meclis çoğunluğunun istediği gibi belirlenecek -mevcut durumda AKP'nin istediği gibi. Kurulun kararına karşı yargı yolu da kapalı. Sözün özü; kamu çalışanlarıyla toplu görüşmede uzlaşmazlık hasıl olursa nihai kararı hükümet verecek.
Yürütmeyi güçlendiren maddeler
Devam edelim, 22. madde ile Ekonomik ve Sosyal Konsey anayasal bir kurum hâline gelecek. Konsey mevcut hâliyle emek ve sermaye arasında tarafsız bir hakem konumunda değil. Ve değişiklik geçerse emek örgütlerinin sermaye örgütleriyle işbirliği yapması bir bakıma anayasal zorunluluk hâline geliyor. Keza, paket geçerse Anayasa Mahkemesi'ne artık meclisin de üye seçecek olması iktidar gücünün dolaylı da olsa yürütmenin elinde yoğunlaşması sonucuna yol açabilir. Yasamayı denetlemekle (hatta frenlemekle) görevli bir erkin çoğunluğa tabî hâle gelmesi demokrasi ve özgürlükler için herhalde pek de iyi bir şey olmasa gerekir. Keza, zaten yasalarda olan, idari davalarda mahkemenin yerindelik denetimi yapamayacağı hükmünün Anayasa'ya konulması da, özellikle çevrenin korunmasıyla ilgili kararlarıyla hükümeti bunaltan mahkemelere hükümetten bir mesaj olsa gerek.
"Gereksiz makyaj" maddeleri
Şimdi gelelim olumlu addedilen değişikliklerin aslında anlamlı olup olmadıklarına. Bu konuya dikkatimi Türkiye'nin önde gelen hukuk fakültelerinden birinde araştırma görevlisi olan bir arkadaşım çekti. Anayasa hukuku değil, ceza hukuku kürsüsünde görev yaptığı için kendisini bu konularda ahkam kesmeye yetkili görmediğini söyleyen arkadaşımın ismini vermeyeceğim. Ama okumaktan olduğunuz yazının omurgasını teşkil eden yorumlarını buraya aktaracağım. Olumlu addedilen değişikliklerin çoğunun gereksiz makyaj olduğu, göz boyama olduğu görüşünde. Özetle;
Kişisel verilerin korunmasıyla ilgili 2. madde göz boyama amaçlı, zira kişisel verilerin nasıl korunacağına dair ayrıntılı bir yasa tasarısı zaten hazır gibi. O yasa çıkmadan Anayasa'da bir değişiklik yapmanın pek bir anlamı yok. Spesifik yasa Anayasa'nın eli ayağıdır ve el-ayak olmadan yalnızca Anayasa hükmüne dayanarak gerekli korumayı sağlayamazsınız.
4. madde çocukların korunması ile ilgili. Ancak korumanın kapsamını şiddet ve istismarla sınırlı tutması, günümüzde çocuk haklarının geldiği boyut düşünüldüğünde ciddi bir eksiklik. Ayrıca belirtilen haklar, Türkiye'nin imzaladığı uluslararası sözleşmeler gereği zaten Türk hukukunun bir parçası.
8. madde ile kamu denetçiliği getiriliyor. Kuzey Avrupa kökenli bir kurum. Nasıl işleyeceği, ne kararlar verebileceği kanunla belirleneceğinden henüz geleceği bilinmemekte, ki bu ciddi bir eksiklik. Ayrıca Meclis çoğunluğu tarafından seçilmesi, Türkiye gibi uzlaşma kültürünün son derece az olduğu ve çoğunluk iktidarının kendisini yarı-tanrı sandığı bir ülkede bu kurumun bağımsız şekilde çalışması bakımından ciddi sakıncalar doğurabilecektir.
13. madde de "malumun ilamı" cinsinden. Şu anda uyarı ve kınama cezaları yargı denetimi dışındadır Anayasa'ya göre. Ama aslında bu aşılmıştır. AİHM kararları ve akabinde Danıştay kararları ile zaten bu yasak kalkmıştır. Var olan durum şimdi Anayasa'ya ekleniyor.
Yasalarda varolan hükmün Anayasa'ya eklenmesinden ibaret olan bir diğer değişiklik de 15. madde (Geçici 15. maddeyle karıştırılmasın. Değişiklik paketindeki 15. maddeden söz ediyoruz. Darbecileri koruyan, mevcut Anayasa'da yer alan bir hüküm). Paketteki 15. madde askeri yargı ile ilgili. Özel olarak sivillerin askeri mahkemede yargılanamaması ve bazı suçlarda askerlerin sivil mahkemelerde yargılanabilmesi kuralı Anayasa'ya konuyor. Ama işin ilginç tarafı bu kurallar yasalarda zaten var. Ceza Muhakemesi Kanunu'na göre zaten sivil kişiler sivil mahkemede yargılanmak zorunda. Askerler de sivillerle birlikte işledikleri (emekli askerler de hukuken sivildir) iddia edilen suçlardan sivil mahkemelerde yargılanırlar (bkz. Ergenekon ve Balyoz davaları ile benzeri davalar). Dolayısıyla bu değişiklik de hukuken pek bir önem taşımıyor. Hele hele Türkiye'yi darbelerden falan koruması söz konusu bile değil. Zaten var olan ilan edilmekte ve sloganlaştırılmakta.
"Gerçekten" olumlu maddeler hangileri?
Göz boyama amacı taşıyan, malumu ilan eden maddeleri ayıkladığınızda hak ve özgürlükler açısından gerçekten olumlu olan madde sayısı epey azalıyor: Pozitif ayrımcılıkla ilgili madde, yurtdışına çıkışın yargı kararına bağlı hâle gelmesi, grevden doğan zarardan sendikanın sorumlu olmasına son veren ve siyasi grev yasağını kaldıran 7. madde, kapatılan partilerin mebuslarının milletvekilliklerinin düşmeyecek olması, yüksek askeri mahkemelerin Anayasa yerine yasayla düzenlenir olması (bu da olumlu zira normal yasaları değiştirmek Anayasa'yı değiştirmekten daha kolaydır) ve sembolik bir önemi olan, geçici 15. maddeyi kaldıran değişiklik. Sayınca toplam 6 taneler. Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkının getirilmesi de maalesef sayıyı 7'ye yükseltmiyor çünkü yurttaşlar önce mahkemeye, sonra Yargıtay'a, sonra Anayasa Mahkemesi'ne, oradan da sonuç alamazsa AİHM'ye gidecek. Süreç uzuyor yalnızca.
Boykot mu, hayır mı?
Hele bir de referandumun "AKP'ye evet mi hayır mı?" düzlemine oturduğu düşünülecek olursa (bunun böyle olmasını hükümet de istedi muhalefet de), ibre büsbütün 'hayır'a kayıyor. Şahsen AKP'ye hayır diyorum, hayır derim. Milliyetçi, tutucu muhalefet partileriyle yan yana düşmek elbette sıkıntı verici. Bir yerde sizin 'ilerici hayır'ınız, olası bir ret durumunda, söz gelimi MHP liderinin ağzından çıkacak "İşte milletimiz hükümetin PKK açılımına hayırr dediii!!" cümlesine artı bir oyluk dayanak oluşturacaktır. Ama olası bir kabul durumunda da kim bilir Başbakan'ın hangi coşkun ve bağırtılı cümlesine "artı bir"lik dayanak olacaksınız... İşte bu yüzden "boykottan vazgeçtim" diyemiyorum. Ama, son tahlilde, vaz da geçilir hani. (BC/TK)