Kahire'de halk 19 Mart sabahı anayasada yapılan değişiklikleri kabul edip etmediklerine dair oy kullanmak üzere sokaklara döküldü.
Her ne kadar önerilen değişikliklerin bir kısmı 25 Ocak'tan 11 Şubat'a 18 gün boyunca Tahrir Meydanı'nı direnişin merkezi yapmış halkın istekleri ile paralellik gösterse de analistlerin ve anayasa uzmanlarının yorumları mevcut değişikliklerin köklü bir yapısal dönüşümü sağlamakta yetersiz kalacağı yönünde idi.
Bunlara ek olarak, değişikliklerin oldukça tekil bir siyasi ortamda toplumun değişik kesimlerinin katılımı olmadan kabul edilip, bir aydan daha kısa bir sürede halk oylamasına sunulması da sürecin güvenilirliğine ve meşruluğuna gölge düşürdü.
Ancak tüm bu soru işaretlerine ve kaygılara rağmen anayasada yapılması öngörülen değişiklikler yüzde 41'lik bir katılım oranının sağlandığı referandumda yüzde 77'lik çoğunluk ile kabul edildi.
Bu oran her ne kadar az gözükse de daha önceki seçimlerdeki yüzde 5 gibi oranlarla karşılaştırıldığında oldukça yüksek.
Keza 19 Mart günü Kahire sokaklarındaki coşku sokaktaki vatandaşın değişim arzusunu güçlü bir şekilde gösteriyor.
Belki de referandum sonuçlarını biraz bunu göz önünde bulundurarak okumakta fayda var.
Halkın büyük çoğunluğunun mevcut değişiklikler ve özellikle anayasa hakkında kısıtlı bilgi sahibi olması, değişiklik paketinin oluşturulmasından referanduma kadar geçen kısa zamanda "Hayır" kampanyasının çok etkin bir şekilde yürütülememiş olması toplumun büyük bir kesimine hakîm olan değişim isteği ile birleşince sandıktan güçlü bir "Evet" oyu çıkmış gibi duruyor.
Peki bunun siyasi alandaki yansımaları ve etkileri neler olacak?
Yapılacak değişiklikler doğrultusunda, henüz resmi olarak açıklanmamış olmakla beraber, Eylül'de parlamento seçimleri, 2012'de de başkanlık seçimlerinin yapılması planlanıyor.
Toplumun seküler kesimleri ile dini azınlıkların çekincesi Müslüman Kardeşler'in (MK) parlamento seçimlerinde mecliste çoğunluğu elde etmek sureti ile hükümeti kurması.
Ulusal Demokratik Parti'nin lağva edilmesinden sonra MK'nın mevcut siyasi partiler içerisinde en köklü partilerden biri olması ve mobilizasyon gücü de göz önünde bulundurulduğunda bu olasılık çok da yersiz olmayabilir.
Ancak kuşkusuz sonucu parlamento seçimlerine kadar geçen sürede mevcut ve yeni kurulmakta olan siyasi partilerin stratejileri belirleyecek.
Ancak kanımca bireysel hak ve özgürlüklerin genişletilmesi sureti ile demokratikleşme yolunun derinleştirilmesine ön ayak olabilecek stratejilerin geliştirilmesi önünde iki önemli engel var.
Birincisi eski rejimin baskıcı karakterinin hala kendini güçlü bir şekilde gösteriyor olması. Referandum sonuçlarının açıklanmasından bu yana geçen bir hafta içerisinde bunu destekleyen birkaç duruma şahit olduk.
Geçtiğimiz çarşamba protesto ve grev yapmayı yasaklayan yasa tasarısı mecliste kabul edildi.
Olağanüstü Hal yasalarının geçerli olduğu sürece yürürlükte olması kararlaştırılan yasa protesto ya da grev düzenleyenlerin hapis cezası ya da 500 bin Mısır poundu ile cezalandırılmalarını öngörüyor.
Bir diğer örnek Uluslararası Af Örgütü'nün (Amnesty International) geçtiğimiz çarşamba yayınladığı, 9 Mart'ta Tahrir Meydanı'nda gözaltına alınan kadın göstericilere gözaltında kaldıkları süre boyunca bekâret testi de dâhil olmak üzere işkence yapıldığına dair rapor.
Son örnek yine çarşamba günü mecliste kabul edilen dini temel üzerine parti kurulmasını yasaklayan yasa.
Her ne kadar bu yasanın kabulünün ne ölçüde rejimin baskıcı yanını ne ölçüde radikal dini akımlara karşı bir "koruma mekanizması" olarak çalıştığını gösterdiği konusunda tartışmalar devam etmekteyse de kanımca bu yasa mevcut sistemde var olan, cemaatçilik ("sectarianism") olarak tanımlayabileceğimiz bir diğer önemli yapısal sorun göz önünde bulundurularak değerlendirilmeli.
Her ne kadar Mısır'da devlet mekanizması seviyesinde dini temelli partilerin Nasser'dan bu yana meşru birer aktör olarak var olmalarının önü kapalı olsa da, din bireylerin gündelik hayatının organizasyonunda ve işleyişinde çok önemli bir birleştirici ve ayrıştırıcı faktör.
Özellikle Nasser'dan bu güne sistematik bir biçimde devlet ile toplum arasındaki ilişkinin temel belirleyeni haline gelmiş durumda.
Bu bağlamda kilise ve camiler vatandaş ile devlet arasındaki ilişkide temel bağlantı noktaları olmaları ile vatandaşların sosyal ve siyasi hayatlarında oldukça önemli bir rol oynamaktalar.
Tam da bu yüzden referandum öncesinde hem "Evet" hem de "Hayır" kampanyalarının özellikle kırsalda kiliseler ve camiler aracılığıyla yapılması, sonuçların açıklanmasının hemen akabinde MK ile Kıpti Kilisesi arasında görüşmelerin başlayacağına dair açıklamaların yapılması siyaset yapma biçiminin halen mevcut kodlara göre devam ettiğini göstermekte.
Keza bu kodları kırıp cemaatçi vatandaşlık rejiminden bireysel hak ve özgürlüklerin birincil önem taşıdığı bir vatandaşlık rejimine geçiş yapmak epey zor ve uzun zaman gerektirmekte.
İşte tam da bu sebeplerden dolayı referandum sonrasında mevcut ve yeni oluşmakta olan partileri oldukça zorlu bir seçim süreci bekliyor. (SA/EÖ)