1) Yüzde 51 “Hayır”, yüzde 49 “Evet” çıkar dediğim tahminimde (tahminim, referandum öncesi kayıt altındadır) yanıldım! Tersi oldu.
2) Referandum oylamasına katılım oranını (yüzde 87) birkaç puan düşük görüyorum. Geçmiş referandum oylamaları üzerinden baktığımızda da bunun (istenir değil) gerekir oranı yüzde 90-91 gibi olmalıydı. Yörelere göre katılım oranına bakmadığım için, bu hususta değerlendirme yapamıyorum. Bu konuda daha çok bölgedeki koşullar nedeniyle ve ayrıca cılız da olsa, bir kısım Kürtlerin boykotçu seslerinden dolayı Kürt seçmenlerin incelenmesi gerektiğini sanıyorum. Bir şey söyleyecek durumda değilim.
3) Referandum sürecindeki orantısız koşulları, HDP’nin elinin kolunun bağlandığı durumu, oy kullanımında veya sayımındaki olası sorunları, YSK’nın kendi kararını kadük eden son kararını bir tarafa bırakalım. İtirazların belirleyici bir sonuç getireceğini de sanmıyorum. Sonuçta “Evet” kazanmıştır. Sonuçların resmi olarak kesinleşmesi halinde bu tartışmasız, yasal olarak da böyledir.
4) YSK’nın açıklaması, ayrı bir maddede ele alınmayı gerektiriyor. “Bazı sandık kurullarının seçmene mühürsüz oy pusulası ve zarf verdiği iddialarını ele alan YSK, sandık kurulu mührü taşımayan oy pusulası ve zarfların dışarıdan getirilerek kullanıldığı kanıtlanmadıkça geçerli sayılmasına karar verdi.”
“Dışarıdan getirildiği kanıtlanmadıkça…” deniliyor. Böyle bir hukuki gerekçe olamaz çünkü bunun kanıtlanması mümkün değil.
“YSK Başkanı Sadi Güven’in açıklamasındaki ‘mühürsüz zarf uygulamasının bir ilk olmadığı ve benzer uygulamaların önceki yıllarda da yapıldığını’ sözlerine de Avukat Ece Güner Toprak, ‘bir hukukçu olarak kendisini ikna etmediğini’ ifade ederek yanıt verdi. Toprak şöyle dedi: “YSK Başkanı’nın verdiği örnekler 2010 öncesinden anladığım kadarıyla. 2010’da yasa değişti ve buna göre 98. madde şöyle diyor: ‘Mührü bulunmayan zarflar geçersiz sayılır.’ Bu referandum özelinde YSK’nın aldığı 103 no’lu karar da ‘Mührü bulunmayan zarflar geçersiz’ diyor. Kendisi maç başlamadan önce diyor ki maç bu kurallarla oynanacak. Bugün, maç başladıktan sonra kuralları değiştiriyor ve hukuken bir açıklama getirmiyor. ‘Kanunda bu var’ demiyor. YSK bunu düşünmeli ve bütün soru işaretlerini gidermeli.” (Gazete Duvar)
Üniversite sınavına birkaç dakika ile geç kalan öğrencileri sınava almayan devlet, bizatihi kendi kanununu kendi çiğniyor! Üstelik YSK gibi adaleti temsil etmesi gereken bir kurum bunu yapıyor!
1 milyon 500 bin mühürsüz oy pusulasından söz ediliyor ki, bu hem çok büyük hem de sonucu değiştirecek bir rakam.
Bu ve yukarıda sözünü ettiğim diğer şaibeler, seçimin meşruiyetini tartışılır hale getirmekte.
5) “Evet” sonucu için gerekçeler üretmeyi etik bulmuyorum. Bunun yerine referandum sonuçlarının siyasal, sosyolojik değerlendirmeleri yapılarak doğru ve gerçekçi gerekçeler bulunmalı.
6) Tam bu noktada bir tespitimi belirtmek istiyorum. Lütfen bunu bir bahane olarak görmeyiniz ve “Evet” sonucuna bir gerekçe üretiyor da değilim. Başta CHP olmak üzere “Hayır” kesimi kampanyalarını belli bir seviyede ve etkili olarak yürütürken CHP’nin Konya milletvekili bir toplantıda cuş-u huruşa gelerek, Samsun’dan girdi, İzmir’den denize döktü! Bu tehlikeli ve itici bir söylemdi. İkincisi, Kılıçdaroğlu ya kendi kararıyla ya da kimler aklını çeldiyse, 15 Temmuz için “Kontrollü Darbe” dedi. Bu da baltayı taşa vuran bir başka ifadeydi! Bir kere zamansızdı! Doğru olsa bile, referanduma bir hafta kala bu iddiada bulunmak, daha baştan iddiaya bumerang etkisi kazandırmak demektir. Üstelik elinde kanıtlar yokken! Bu söylemin haklı olarak bir kısım kararsız AKP’li seçmeni üzerinde olumsuz etkisi olduğunu sanıyorum.
7) “Evet” tercihi, anayasa değişikliğinin siyasal savunusundan çok, Erdoğan’a verilmiş oylardır. Erdoğan, beğenelim beğenmeyelim bir lider popülaritesine, karizmasına sahiptir.
8) “Hayır” tercihi yapan seçmenler ise, “Hayır”’ı savunan partilere taraf olma ve siyasal aidiyet duygusuyla birlikte “Hayır”’ı tercih etmiş olsa da bu seçmen kitlesinin önemli bir bölümü, anayasa değişikliğinin siyasal içeriklerine bakarak tercihini yapmıştır.
9) Bunun böyle olduğunun en önemli göstergesi ise, sonuçlardır. 1 Kasım 2015 seçimlerinde CHP yüzde 25, HDP yüzde 11, Saadet Partisi ve diğerleri yüzde 1 oranında oy (rakamlar yuvarlatılmıştır) almışlardır. Toplam oran yüzde 37’dir. Referandum sonucunda ise bu oran yüzde 48,5’a ulaşmıştır. Yüzde 11,5’luk artış nereden gelmiştir? Bu fark, “Hayır” kesiminin anayasa değişikliği hususunda daha fazla hukuki ve siyasi duyarlılık gösterdiğinin bir kanıtıdır.
10) 51’e 49 olan “Evet” tercihi, bunu savunan siyasi irade için bir Pirus zaferidir! Zafere rağmen toplumda yıkıcılığı daha büyük, etkileri daha sarsıcı bir yapı oluşturmuştur. Kaldı ki toplumdaki bu fay hattı, iktidar tarafından epey bir süre önce oluşturulmuştu.
11) 51’e 49 olan “Evet” tercihi bir Pirus zaferi olurken, tersi çıksaydı, yani 51 “Hayır”, 49 “Evet” çıksaydı, bu da Pirus zaferi olmaz mıydı? Olmazdı, çünkü “Hayır”’ı tercih edenler iktidarda değillerdi.
12) Sonuç AKP için tatmin edici değil. MHP için hiç değil! AKP ile MHP’nin 1 Kasım seçimlerinde aldıkları toplam oy oranı yüzde 61,5. Şimdi “Evet” oy oranı ise yüzde 51,3. Neredeyse 10 puanlık bir düşüş var. Bu kaybın yüzde kaçı MHP’den, yüzde kaçı AKP’den gitmiş, tartışılır.
13) Bu oranlar, özellikle AKP açısından olumsuzluk gösterdiği için yeni değerlendirmeleri gerektirmekte. Oranın düşüşü hususunda bir de ne kadar Suriyelinin seçmen yapılarak oy kullandırıldığı hesap edilirse, gerilemenin boyutu da o kadar artar.
14) Pirus zaferi diye nitelendirdiğim bu sonuç, Türkiye’nin gerilim politikaları ile yönetilemeyeceğini bir kez ve belki de son kez gösteriyor. AKP yeni bir politik dil ve tavır geliştirmek zorunda. Bunu yapabilir mi? Bunu yapmasını isterim ama, bilemiyorum, çok zor gözüküyor. Çünkü Erdoğan’ın son yılları müthiş tutarsızlık ve güvensizliklerle dolu.
15) Anayasa değişikliğinde yarıdan bir fazla nisabının meşruiyet açısından tartışmalı olduğu kanısındayım. Yüzde 51 üzerinden toplum sözleşmesi kurulamaz. Elbette bunu şimdi ifade etmenin tercih açısından bir anlamı yok. Referandum öncesinin tartışma ve siyasi tavır belirleme konusu olmalıydı. Yüzde 51’e dayanarak yapılan bir toplum sözleşmesi, ağacın içten içe kurdun kemirerek devrilmesine benzer. Bu açıdan yasa ile anayasa arasındaki esas fark, anayasanın katılımcı, çoğulcu ve nitelikli çoğunluk özelliklerine sahip olmasıdır. Çünkü söz konusu değişiklikler mevcut anayasadaki birkaç maddeyle sınırlı, biçimsel ve sistemin esasını etkilemeyen maddeler değil. Tersine, bir sistem/rejim değişikliğine yol açan maddeler.
16) Her parti, bu sonuca bakarak kendi içinde değerlendirmelerde bulunacak. İsterim ki bu değerlendirmeler biçimden çok, partinin politik içeriğine dönük olsun. Böyle olacağını da sanmıyorum.
17) Bu saatten sonra Erdoğan, AKP ile özdeşleşmiştir. Erdoğan demek, iktidar demektir. Erdoğan, seçilmesi için bu oranı yeterli görebilir ama, yönetmek için bu oran yeterli değildir! Hele kompartımanlara bölünmüş ve genel olarak bu referandumda da görüldüğü üzere ortadan ikiye bölünmüş bir toplumuyönetmenin yolu, gerilim ve düşmanlık üreten söylemlerden değil, kapsayıcı, yumuşak ve demokratik söylemlerden geçer.
18) Uluslararası ilişkilerin iç politikayı bu kadar etkilediği bir dönem (İkinci Dünya Savaşı hariç) yaşandı mı, bilmiyorum. Erdoğan’ın yol haritasının önemli bir oranda dış politikaya (Suriye-ABD-Zarrab davası-Rusya-AB vb.) bağlı olduğunu düşünüyorum.
19) Önümüzdeki günlerde Erdoğan’ın hangi yolu tercih edeceğini göreceğiz.
20) “Evet”çiler elbette sevinecek, “Hayır”cılar da üzülecekler. Bu normal. Ancak biline ki sevinmenin de üzülmenin de öyle uzun boyu yoktur. Yasal anlamda kazanmayı belirleyen bu sonucun toplum siyasasında ne kazananı ne de kaybedeni vardır! Bu husustaki görüşüm, tersi çıksaydı da aynı olurdu.
21) Sisifos gibi kayayı tepeye taşımaya devam. Galiba ‘ezilenlerin’, ‘kaybedenlerin’ tarihi de böyle bir şey!
22) Çetin Altan’ın deyimiyle “Enseyi karartmayalım.” (HŞ/HK)