Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) Kadıköy ilçe teşkilatı 8 Ocak’ta Kadıköy Müjdat Gezen Tiyatrosu’nda “21. Yüzyılın Sosyalizmi” başlıklı bir panel düzenledi.
Panelin iki konuşmacısından ilki, organizatörlerden tarafından -öyle olmadığı halde- Venezüella Devlet Başkanı Chavez’in başdanışmanı olarak takdim edilen ve 21. Yüzyılın Sosyalizmi isimli kitabı Türkçe'ye çevrilen Heinz Dieterich, ikincisiyse ÖDP Genel Başkanı ve İstanbul milletvekili Ufuk Uras’tı.
Panele ilişkin izlenimlerimi aktarmadan önce ona anlamını veren tarihsel ve toplumsal bağlam üzerine bir çift kelam etmeyi gerekli görüyorum.
Küresel kapitalizmin ideolojisi olarak yeni-liberalizm
Dünyamız son üç on yıldır, sanki siyaset ve ideolojiden bağımsız teknik bir gelişmeymiş gibi basitçe “küreselleşme” olarak adlandırılan bir süreci deneyimliyor.
Yeni-liberalizmin damgasını vurduğu bu dönem, kabaca sermayenin emeğe ve onun kazanımlarına karşı yürüttüğü küresel bir saldırı dalgası ile tanımlanabilir. 1980’lerde, her türlü ekonomik müdahaleciliği şiddetle reddeden bir laissez -faire anlayışına tekabül eden bu süreç, 1990’lardan itibaren hükümetlerin piyasa yanlısı müdahalelerinin önem kazanmasıyla daha da vahşileşti.
Ulus-ötesi sermaye akışlarının önündeki engellerin kaldırılması, yerel piyasaların küresel rekabete açılması, kamusal sektör ve hizmetlerin hızla özelleştirilmesi, emek piyasasının esnekleştirilmesi ve sosyal güvenlik uygulamalarının törpülenmesi gibi adımlara emekçilerin örgütlü ekonomik ve siyasal güçlerinin zayıflatılması eşlik etti.
Sonuçta, kitlesel yoksullaşma ve korkunç toplumsal eşitsizliklerle kendini gösteren bir tarihsel dönem, dünyanın pek çok bölgesinde emek eksenli sosyal ve siyasal hareketlerin düşüşüne de sahne oldu. Bunda reel sosyalizmin çöküşüyle iyice palazlanan ve “kapitalizmin nihai zaferi” gibi iddiaları başarıyla pazarlayan yeni-liberal ideolojik hegemonyanın da hayati bir rolü oldu.
Yeni-liberal dalga ve Türkiye
Şüphesiz Türkiye de bu gelişmelerden nasibini ziyadesiyle aldı. 12 Eylül askeri darbesi ile sol ve sosyal hareketler bastırılırken toplumsal ve ekonomik yaşam da sermaye ihtiyaçları doğrultusunda yeniden biçimlendirildi.
Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) hükümetinin pek çok icraatı, bu sürecin olanca şiddetiyle devam ettiğini gözler önüne seriyor. Çalışan sınıfların kazanılmış haklarına cüretkâr bir saldırı olan Sosyal Güvenlik ve Genel Sağlık sigortası (SSGSS) yasa tasarısının buna son derece açık bir örnek teşkil ettiği söylenebilir.
Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’in “Girişimci dostu bir anayasaya ihtiyacımız var” ifadesi ise hükümetin bu konudaki “vizyon”unun oldukça geniş olduğuna delalet ediyor. Ne var ki 1980 sonrasında adeta kabuğuna çekilerek var olma mücadelesi veren sosyalist solun, bu vizyona karşı sürecin mağduru geniş toplumsal kesimleri harekete geçirebildiğini söylemek mümkün değil.
Sosyalizm arayışları sürüyor
Buraya kadar oldukça karamsar bir tablo çizdiğimin farkındayım. Yine de yukarıda kabaca ana hatları açıklanmaya çalışılan yeni-liberal dönemin mutlak bir hegemonyaya karşılık gelmediği önemle vurgulanmalı.
Nitekim bir taraftan başta Latin Amerika olmak üzere pek çok yerde bu vahşi saldırıya karşı bir direniş filizlenirken, diğer taraftan dünyanın dört bir yanındaki sistem karşıtları, nicedir itibarı sarsılmış bulunan sosyalist ütopyayı ve anti-kapitalist mücadeleyi yeniden diriltmenin yollarını tartışıyor.
ÖDP’nin düzenlediği panel öncelikle bu arayış bağlamında değerlendirilmeli. Salonu, koridor boşlukları da dâhil olmak üzere, hınca hınç doldurarak organizatörleri şaşkına çeviren kalabalığa bakılacak olursa söz konusu arayışın ülkemizdeki muhalif çevrelerde de kayda değer bir karşılık bulduğu ileri sürülebilir.
Dieterich: Dört alternatif var
Panelde ilk sözü, tüm dünyadaki muhaliflerin gıptayla karışık alakasına mazhar olan Latin Amerika deneyimlerini birinci ağızdan anlatmak üzere gelen Dieterich aldı. Dieterich, günümüz dünyasında başlıca dört alternatiften söz edilebileceğini belirttikten sonra küresel kapitalizmin dayattığı yeni-liberalizmin ahlak dışı ve gayrı insani olduğunu ifade etti.
İkinci seçenek olan tarihsel sosyalizmin sömürü, yoksulluk, çevre problemleri ve katılımcı demokrasi eksikliği gibi önemli insanlık sorunlarına tatmin edici bir çözüm getiremediğinin altını çizen profesör, dünyadaki mevcut sınıfsal yapının da bu alternatifi uygulanamaz kıldığını ileri sürdü. Zira gelişmiş kapitalist ülkelerde olduğu gibi Latin Amerika’da da orta sınıflar eskiye oranla toplumun daha geniş bir kesimini oluşturuyordu.
Sosyal demokrasiyi üçüncü alternatif olarak saptayan Dieterich, kalkınma ve yeniden bölüşüme dayalı bir devlet kapitalizmini hayata geçirmeye çalışan Latin Amerika ülkelerinin bu seçenek altında ele alınması gerektiğini savundu.
İnsanlığın sorunlarına gerçek bir çözüm getirecek son seçeneğin “21. Yüzyılın Sosyalizmi” olduğunu vurgulayan profesör, bununla kapitalist olmayan bir toplumsal ve ekonomik sisteme işaret etse de, ne bu sosyalizmin içeriğine, ne de bu projenin taşıyıcısı olacak öznelere ve izlenmesi gereken stratejiye ilişkin somut açıklamalarda bulundu.
Dieterich’in gerek orta sınıflara yaptığı vurguda, gerekse de panele ismini veren kitabında burjuvazi ve proletaryanın toplumsal projelerinin iflas ettiğini ileri sürmesinde, modern çağa özgü büyük anlatıların ve sınıfsal projelerin artık geçersiz olduğunu savlayan postmodernizmin izleri görülebilir. Yine de profesör, sosyalizmin toplumun mümkün olan en geniş kesimlerinin ekonomik, siyasi ve kültürel meselelerde söz sahibi olduğu katılımcı bir demokrasiden ayrı düşünülemeyeceği savı ile son derece önemli bir noktaya parmak basıyor.
Uras: Ne redd-i miras, ne de mirasyedilik
Dieterich’ten sonra sözü alan Uras ise özgürlükçü ve katılımcı bir sosyalizm için solun geçmişiyle yüzleşmesi gerektiğine dikkat çekti.
Bunun ne reddi miras ne de mirasyedilik anlamına geldiğini vurgulayan Uras, bu konuda ne yazık ki Dieterich’ten de muğlâk kaldı.
Öte yandan, Uras’ın en geç 2023’te, yani Cumhuriyet’in 100. yılında, AKP ve onun izlediği yeni-liberal politikalara karşı durabilecek bir sol seçenek yaratma hedefi paneldeki genç katılımcılarca gerçekçi bulunmayarak eleştirildi.
Emek eksenli bir siyasetin gerekliliği
Dieterich ve Uras’ın konuşmalarındaki belirsizliklerden yola çıkarak yeni çağın sosyalizminin biraz da el yordamıyla inşa edileceğini söyleyebiliriz.
Ne var ki bu, emek eksenli bir siyaset çerçevesinde ezilen toplumsal tabakalarla organik bağlar kurarak onları kendi kurtuluşlarının öznesi yapmaktan geçiyor. Sosyalist birikimin reddedilemeyecek mirası emek lehine yaptığı bu vurgu olsa gerektir.(KM/EÜ)