İnançlı olmasına rağmen genç Suzanne ömrünü dine adayacak kişiliğe sahip olmadığını hissedince bir süreliğine misafir edildiğine inandığı manastırdan dünyayı tanımak üzere ayrılmak ister. Fakat ailesinin niyeti bellidir; annesinin kaçamak bir ilişkisinden doğmuş olmanın bedelini ödemektedir aslında, ayrıca meşru olan iki ablanın aile servetini kendisiyle bölüşmesi mevzubahis değildir. Üvey babası bu konuda gayet kararlı olduğundan kilise disiplininde sadakat kaideleri harfiyen uygulanmaya devam edilir ve Suzanne manastırdaki hayatına döner.
Fakat yine de ümidini yitirmez ve başrahibenin dinî dogmalar konusunda zorlayıcı olmayan tavrı sayesinde duruma bir süre daha katlanır. Lakin manastırın yönetimi el değiştirince Suzanne asi pozisyonuna düşer, katı kuralları sadizm ölçüsünde empoze etmeye çalışan yeni başrahibe içine şeytan girdiğini iddia ederek onu sık sık cezalandırır, ağır işlerde çalıştırdığı gibi kurumda tecrit edilmesini sağlar.
Sefil duruma düşen kahramanımızın yardımına rahip yetişir, fakat nispeten daha serbest olabildiği yeni bir manastırda bu defa cinsel tacize uğrar, kurtuluşu intiharda bulur.
Değerli Fransız yazar Denis Diderot'nun bir romanından uyarlanan Suzanne Simonin'in hikâyesi Jaques Rivette'in skandal yaratan ve sansürlenen filminde böyle biter. Oysa 61. Berlinale'nin yarışma bölümünde geçtiğimiz kış yer alan yeni versiyon gönüllere su serpiyor.
Guillaume Nicloux'nun yönettiği La Religieuse (Rahibe) Belçika ve Fransa'dan sonra Avrupa'nın en tutucu memleketlerinden İtalya'da gelecek ay görücüye çıkacak, Türkiye'de gösterime girdiği takdirdeyse en azından rahibe ve rahip okullarında yetişenlerin bazı anılarını mutlaka canlandıracaktır…
Ahlak sorgulaması
Dinî müesseselerin hışmına uğrayan Rivette'in filmi 1966 yılında yasaklanmasına rağmen tırmanışta olan '68 ruhunun hürriyet mücadelesine epey katkıda bulunmuştu. Dinin siyasete hakim olmadığı laik ortamda vicdan özgürlüğü, sanatın sansürden bağımsızlığı ve estetik deneysellik hakkı çerçevesindeki hürriyeti, kendi kaderini belirleme ve ait olduğu azınlık durumundan çıkma seçeneği Suzanne karakterinde adeta vücut bulmuştu.
Kadın bedenini ve seksi tartışmaya bile yeltenmeyen otoriter De Gaulle rejiminin ahlak kodları lezbiyenlik üzerinden tartışmaya açılmıştı. Romanın yazarı felsefeci Diderot 1700'lerde "Din ve hükümet hakkında konuşmamı yasaklayın, o zaman söyleyecek bir lafım kalmaz" demiş; cinsel hürriyetin suçluluk duygularına gark olmadan yaşanmasına epey kafayı yormuş ansiklopedistin düşünceleri ve eserleri güncelliğini koruyor.
1928 Rouen doğumlu sinema duayeni Rivette, Suzanne rolünde o zamanların en gözde aktrislerinden, manken, dansçı, şarkıcı ve yazar, Danimarkalı Anna Karina'yı oynatmıştı. Film aleyhine yürütülen histerik kampanyalar eserin ilk anda yasaklanmasına sebep olduysa da gösterime girdiği 1967'den itibaren tüm dünyada büyük ilgi görmüş, sansür kararı ise Fransa'da resmen 1975'te kaldırılmıştı.
Deneysel ve kişisel tavrını yıllarca sürdüren Rivette için bazı aktrisler ilham perisi oldu, bazıları fetiş oyuncu. 2008 yılında çektiği ve 29. İstanbul Film Festivali’nde de gösterilen 36 vues du pic Saint-Loup (36 Dağ Manzarası) adlı filminde başrolü sanat camiasının bir diğer ikonu Jane Birkin'e vermişti.
Rahibe'nin çağdaş versiyonu
Nicloux'nun tekrar çektiği Rahibe'nin Batı dünyasında bugün yasaklanma ihtimali pek olmasa da bireyi ve özellikle kadınları ezen erkek-egemen siyasi iktidarlara, namus bekçilerine, köktendinciliğe, tarikatlara ve benzer oluşumlara mesaj veriyor.
Aile, toplum ve düzen baskısı altında tutulan kadınların cinsellik, hürriyet ve adalet mücadelelerine arka çıktığı gibi inancını kendi ilkeleri doğrultusunda yaşamak isteyen isyankâr ruhlara da ümit, cesaret ve direnme gücü aşılıyor.
Keyfî otoriteyi temsil eden başrahibe Christine rolünde Louise Bourgoin kendinden başarıyla nefret ettiriyor; manken oyuncularımızdan Eyşan Özhim'i de hatırlattığını söylemeden geçemeyeceğim.
Eserin inandırıcılığı esasen başkahramanımız Suzanne Simonin'i canlandıran Belçikalı Pauline Étienne'nin performansına bağlı olsa da insan sevgi arayışı içindeki başrahibe Saint-Eutrope rolündeki Isabelle Huppert'den gözünü alamıyor.
Nefis ışık, mekân ve kostümler içinde çırpınışlarına şahit olduğumuz karakterle aktrisin ikonlaşmış imgesi sık sık yer değiştiriyor, durum empati kurdurmaktan çok dudaklarda müstehzi bir gülümsemeye yol açıyor.
Yönetmenin istediği tam olarak bu muydu bilemem ama filmin ağır havası dağılıp Suzanne'ın direnişi olumlu sona erişince insan sinemadan hafifleyerek çıkıyor, Bruno Dumont'un yine Berlin'de gösterilen ve Juliette Binoche'un bir kez daha kendini aştığı Camille Claudel 1915'in aksine. (MT/YY)