Çeçenistan'ın bağımsızlığı ve Rusya askerî birliklerinin topraklarından çekilmesi talebiyle Çeçen İslamcılar'ın Moskova'da düzenlediği Dubrovka Tiyatrosu baskını trajik sonuçlara yol açmıştı. 40-50 saldırgandan müteşekkil olduğu tahmin edilen ekibe Rusya'nın muhtelif güvenlik birimleri acımasızca müdahale ederken Çeçenler'in ellerinde tutmuş olduğu 130 rehine ölmüş, 700 rehine yaralanmıştı. Kökenleri Sovyetler'e dayanan bilumum millî güvenlik kurumunun kullandığı kimyasal gazdan zehirlenen rehinelerin ölümü tüm dünyayı şoke etmiş ve gazın kullanımı birçok ülke tarafından esefle kınanmıştı.
(Ülkede insan haklarını korumaya yönelik çalışmalarıyla tanınan birçok kişi gibi karanlık güçler tarafından daha sonra öldürülen avukat Stanislav Markelov vefat eden rehinelerin avukatlığını üstlenecekti...)
Genç sinemacı Ivan I.Tverdovskiy çocukluğundan mühim bir vaka olarak hatırladığı "rehine krizi"ne el atıyor ve tiyatrodaki trajediyi birebir yaşamış tanıdıklarına saygı duruşunda bulunuyor.
Dünya prömiyerini Venedik'te yaptıktan sonra muhtelif festivallere katılmayı sürdüren ödüllü kurmaca "Konferans" (Konferentsiya/Conference) aradan 17 yıl geçmesine rağmen olayın etkisini üzerinden atamayan rahibe Nataşa karakterine odaklanıyor.
Natalya Pavlenkova'nın gayet dramatik şekilde canlandırdığı Nataşa, filmi baştan sona sürükleyen unsur oluyor; acılı rahibe seyirciyi insan psikolojisinin dehlizlerine sokup çıkarırken Rusya'nın nefes aldırmayan baskıcı ve girift rejimi bir kez daha afişe edilmiş oluyor. Büyük bir trajediyi anmanın getirdiği ağırlık filme ve ritmine yansıdığı gibi 129 dakikalık Rusya/Estonya/İtalya/Birleşik Krallık ortak yapımı kurmaca, mevzudan yola çıkarak tefekküre dalınmasına da imkân tanıyor.
Unutturulmak istenenler
Film, krizin yaşandığı tiyatro salonundaki patlamış mısır kalıntılarını elektrikli süpürgeyle yavaşça temizleyen görevli kadının görüntüsüyle açılıyor. Salonun tam tepesinde duran sabit kamera griye kaçan mavi koltukları 90 derecelik açı ve yukarıdan çapraz bir kadrajla, tekrarın getirdiği görsel/grafiksel tatmin çerçevesinde bize sunarken elektrikli süpürgenin kanarya sarısı rengi çarpıcı bir kontrast oluşturuyor. 6 dakika süren sekans acele etmememiz gerektiğini kulağımıza fısıldarken olayın yaşandığı tiyatroya bizi usulca alıştırıyor.
Ne de olsa filmin büyük bir kısmı o mekânda geçecektir; yönetmenin ifade ettiği şekilde 2002 yılından sonra fazla bir değişikliğe gidilmediği için kendimizi baskın sırasında oradaymışçasına tasavvur etme imkânı buluyoruz.
Rahibe Nataşa benzer olayların tekrar yaşanmaması için tiyatroda bir anma düzenlemiştir, fakat katılımcılar sadece 20 kişi civarındadır. Sanki ülke, iktidara gölge düşürmemek için katliamı kesinlikle unutmak isteyenlerle istemeyenler arasında ikiye bölünmüştür.
Usta bir gazetecinin sonuca odaklı keskin soruları değil de, bir din insanı olarak Nataşa'nın toplantıyı yönlendiriyor olması daha çok bir hatırlama, matemi yaşama, vicdanı temizleme, ruhani anlamlara erişme çabasıyla karşı karşıya olduğumuzu hissettiriyor.
Toplantının gerçekleşmesine imkân tanıyan tiyatronun yöneticisi kokuşmuş bir bürokrattır; önce zorluk çıkarıp sonra salonun kiralanması için çaktırmadan para istemiştir. Aslında bir matem seremonisi olarak düşünülen ve ilk etapta bu şekilde tanımlanan toplantının adı için de pazarlığa girer: "Anma gecesi" bile büyük bir olasılıkla kabahatlerini örtmek ve unutturmak isteyen iktidardakileri rahatsız edecektir, sadece "Konferans" başlığını uygun görür.
Öyle ya, halk zaten çabuk unutmaya meyillidir!
Toplantıya katılanlar rehine krizine sebep olan Çeçenlerin insanî özelliklerinden de bahsederler. Mesela, acıkanlara büfeden yararlanma imkânı sağlamaları minnetle anılır.
Hazır bulunanlardan bazıları, müteakip dehşet anlarını yaşamış olmalarına rağmen kin, nefret, öfke dolu dışavurumlarda bulunmazlar. Acıları derindir ve bu acı kesinlikle ön plandadır; yaslarını doğru dürüst yaşayamamışlardır; kimin ne kadar kabahatli olduğu zaten meçhuldür...
Mağdurlar suçlu muamelesi görüyor
Film ilerledikçe gerilim de yükselir. Saat epeyce geç olmuştur ve tiyatronun bekçisi toplantının sona erdirilmesi gerektiğini hatırlatır. Nataşa vakit ister, "Bu işin sonuna kadar gitmemiz gerekiyor" şeklinde beklentisini ifade eder.
"Sen gerçeklikten kopmuşsun, neyin sonuna kadar?" diye sesini yükselten katılımcılardan bir kadın kalkıp salonu terk eder.
Nataşa'yı zaten ta başından itibaren trans halinde görmüşüzdür. Salona katılımcıların desteğiyle yerleştirdiği şişme insanlar, içine düştüğü duygusal travmanın eğreti temsilcileri gibidirler: Beyaz şişme insanlar kurbanları, siyahlar saldırganları, maviler toplantıya katılmak isteyip katılamayanları temsil etmektedir.
İlerleyen dakikalarda Nataşa kapıları dışarıdan açılamayacak şekilde bloke eder ve bekçi daha fazla dayanamayarak polisleri çağırır. 2002'den beri mağdur olan insanları bir süre sonra karakolda birer suçlu misali, ifade verirken görürüz; neyse ki gün ağarırken tiyatro yöneticisi şikâyetini geri çeker ve serbest bırakılırlar!
Bilhassa Nataşa'da somutlanan filmin mesajı nettir:
"Felaketler birbirini takip etmekte ve biz hatalarımızın peşinden sürüklenmeye devam ediyoruz."
"Krizlerin karşısında kalakalıp bir şey söyleyemiyoruz, susuyoruz; bu da benzer olayların tekrar tekrar yaşanmasına sebep oluyor."
"Konuşmaya korkuyoruz."
"Korkularımız tarafından kapana kısılmış vaziyetteyiz."
"Korku doluyuz."
"Korkudan nasıl kurtulacağımızı bilmiyoruz."
Nataşa zaman ilerledikçe gücünü iyice hissettirir:
"Korkmayı bırakın, korku en büyük günahtır!"
Filmin sonunda Nataşa'yla kız kardeşi yatakta sohbet etmektedir: "Nasıl korkmayalım?" diyen kız kardeşi patlar: "Sen manastırda güvenli bir ortamda yaşıyorsun, biz sokağa çıkmaya korkuyoruz, korkumuzdan metroya binemiyoruz, tiyatroya gidemiyoruz, korkuyoruz!"
Propagandaya kanmayın!
Yönetmen Tverdovsky filmi katliamın kurbanlarına adamış ve her ne kadar apolitik olduğunu iddia etse de muhalif bir işe imza atmış. Çeçen İslamcılar'ın baskın sırasında tiyatroda bulunan insanlara, o anda, orada yaşananları çarpıtarak yayımlayan devletin propagandasına dikkat çekmek üzere, "Radyonuzun yalanlarını dinleyin!" diye bağırmış olması boşuna değil!
Genç sinemacının yaklaşımı son zamanlarda Rusya sinemasında sık sık rastladığımız, biraz "kör gözüm parmağına" yaklaşım sayılabilir; fakat devlet tarafından hipnotize edilmiş bir kesimle aşırı baskı altında tutulan bir muhalefet söz konusu olunca, çabasına "mübah" sıfatını münasip görebiliriz. Bize adeta rüya/kâbus âleminden seslenen oyunculuklarla kotarılmış, tiyatroya rahatlıkla uyarlanabilecek ibretlik bir eserle karşı karşıyayız.
Tverdovsky senaryoyu yazıp muhtelif karakterleri oluştururken farklı anlatılardan yola çıkarak birçok unsuru belli başlı birkaç potada eritme yoluna gitmiş. Yani aslında Nataşa, filmde gördüğümüz kadarıyla girift olayların tek kahramanı gibi kabul edilse de hikâyenin en etkili şekilde anlatılması için oluşturulmuş karma bir karakter. Kesin olan bir şey varsa, o da Çeçen baskını sırasında orada bulunan bir kadının bir diğeriyle, hiç beklenmedik dinamikler sonucunda tiyatronun tuvalet penceresinden kaçmayı başarmış olması.
Daha sonra Moskova'daki ailesini dramatik sonuçlara yol açmak pahasına terk ederek bir manastıra sığınması ve rahibe olması belki de başka bir kaynaktan esinlenilmiş bir dinamik.
Nataşa'nın uzun zaman boyunca korkularıyla yüzleşememiş olup sonunda bunun farkına varışı, kız kardeşinin dediği gibi aslında kendi kefareti için dua ediyor oluşu tabii ki çok mühim argümanlar.
Filmin en sonunda, ayrıldıktan kısa bir süre sonra tekrar tiyatro salonuna döneriz. Mekân "Konferans"tan apayrı bir faaliyet için tekrar temizlenmektedir. Havası sönmüş şişme insanlar koltuklara adeta yapışmıştır...
Derken kamera sahneyi görür ve yavaşça yaklaşmaya başlar. Sahnenin tam ortasına Nataşa'nın derdine tercüman olabilecek devasa bir heykelin kopyası yerleştirilmiştir: Michelangelo'nun "Pietà"sı!
(RL/AÖ)