IŞİD terörizminin bataklıkta üreyen sivrisinek gibi, Irak ve Suriye’nin içine düşürüldüğü koşullarda üremesi, hareketi, önceki İslamcı terör hareketlerinden gerek amaçları, gerek katılımcıları ve gerekse eylemlerinin boyutu itibariyle farklı kıldı. Bir diğer deyişle Ortadoğu’nun bu bölgesi Afganistan, Libya, Mısır, Nijerya gibi yerlerden çok daha fazla siyasal ve lojistik imkânlar sunmakta. Öyle ki, IŞİD’in terör hareketleri, bölgesel çatışmanın ötesine taşarak Batı uygarlığını da tehdit eder hale geldi.
IŞİD konusu, ideolojisini ve meşruiyetini dayandırdığı İslam’dan Irak ve Suriye’deki toplum yapılarına; Irak’ın ABD işgali ve sonrasından Esad rejimine; bölgede eskiden beri alttan alta devam eden İslamcı iktidar mücadelesinden Arap Baharı adıyla demokrasi cilası erkenden dökülen mücadele evresine; başta ABD olmak üzere Batı’nın çıkar temelli riyakâr politikalarından komşu ülke iktidarlarının mezhepçi ve güç alanı politikalarına dek çok boyutlu bir konu. Bütün bunlara bir de, Batı toplumlarında kendini anlamlandıramayanların dinci ideolojilere savrulmalarını eklediğimizde, gerçekten de tek bir sorunla değil, çok büyük sorunlar yumağıyla karşı karşıyayız demektir. Batı, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk defa bu denli bir sarsılmayla karşı karşıya!
IŞİD, büyük ölçüde Irak ve Suriyeli Sünni Müslümanlar tarafından oluşturulsa da, hareketin azımsanamayacak ölçüde militan kadrosu, uluslararası bir yapıya sahip. Bu uluslararası kadro Türkiye, Çeçenistan ve birkaç Müslüman ülkeyi saymazsak, hemen tümü Avrupa’dan gitme.
Gerek Avrupa ülkelerinin vatandaşı Müslümanlar, gerek orada yaşayan göçmen Müslümanlar ve gerekse az sayıda da olsa mühtediler (başka dinden İslam dinine geçenler) olsun, IŞİD’e neden katılıyorlar? Bu önemli konuya dair çeşitli makaleler var.
www.medyascope.tv/etiket/ sitesinde Haldun Bayrı’nın çevirisini yaptığı Atlantico tarafından Olivier Roy ile Haoues Seniguer ile 4 Temmuz 2015’te gerçekleştirilen söyleşinin okunmasını öneririm.
Bu söyleşide Oliver Roy "İçlerinde feleği şaşmışlar da var, meczuplar da var, intihar eğilimliler de… Öncelikle teröristler ve cihatçılar arasındaki yüksek mühtedi oranı (Suriye'ye giden Fransız gençlerinin yüzde 22'si sonradan Müslüman olanlar ve bu oran artıyor). İslam'da onları büyüleyen şeyin dinî ibadet olmadığı, cihadın ve şiddetin cazibesine kapıldıkları iyi görülüyor. Şiddete rağmen değil, şiddetten büyülendikleri için din değiştiriyorlar. Burada karşımıza çıkan şey, ‘radikalliğin İslamileşmesidir’, dinî bir radikalleşme değil.” diyor.
Dikkat edilirse söyleşide Roy, radikalliğin İslamileşmesi tespitini/tanımını mühtediler (Başka dinlerden İslam dinine geçmiş olanlar) için kullanıyor. Bu doğru görüşten hareketle IŞİD’i ve diğer köktenci terörist yapıları radikalizmin İslamileşmesi olarak nitelendirmek, her şeyden önce İslamcı radikalizm gerçeğini perdelemeye yarar.
IŞİD, yukarıda ortaya koyduğum çok yönlü faktörlerin bir ürünü olmakla birlikte, onun ideolojik motor gücünü siyasal İslamcılık oluşturuyor. IŞİD İslam’dan neyi nasıl anlıyorsa, bunları vaaz ettikleri toplum biçiminin kuralları olarak ikame ediyor.
IŞİD’in insanların boğazlarını kesmesi, yalnızca modern dünyanın bunalımından radikalleşmenin bir sonucu olarak görülemez. Bu şiddet tapıncının ve boğaz kesmeden alınan hazzın bir amacı olmalı. Bu amacı inançtan (her neye inanıyorsa) ayırmak mümkün değil.
Düşman ve kâfir olarak gördüklerinin kadınlarını köle olarak kullanmak, kadın pazarı kurmak, erkeklerini öldürmek, korkunç işkencelere tabi tutmak, sigarayı dahi yasaklamak, kadınların sokağa çıkmalarını yasak etmek, eski eserleri put diye yıkmak…
Bütün bunları salt modernizmin bunalımdan kaçarak kendilerine kimlik arayan radikaller mi yapıyor?
Kaldı ki moderniteye isyan olarak radikalleşen kişiler de bu eylemleri yapıyorlar. Burada önemli olan konu, radikallerin yapmak istediklerine uygun olan bu ortamın kimler tarafından nasıl sunulduğudur.
Mücadelesinin merkezine şiddeti koyan bir örgüte isteyerek dâhil olmak, örgütün savunduğu görüş her ne ise, ona inanmayı gerektirir. Bu bir ön koşuldur. İnanmayan bir insanın gönüllü olarak bu tür yapılarda yer alması mümkün değil.
Bu inanç bir din veya mezhep için mücadele etmek olabilir. İnanç, dünyevi ideolojiler için de geçerlidir; sosyalizm, milliyetçilik, bağımsızlık, faşizm vb.
İnanmak, bilinçli olmayı gerektirmez.
İnanmak, inanılan şeyin doğruluğunu kabul etmekle başlar. O doğrunun kabulü için insanın mutlaka kendince haklı gerekçeleri bulunur. Ancak gerekçeler, kendi başlarına bilgi değildir. Bir militan, uğruna mücadele ettiği davanın ideolojisini yeterince bilmeyebilir. Kaldı ki bu yeterince kelimesi de izafidir.
Örneğin IŞİD saflarında savaşanların tümü, örgütün ideolojik yapısını, kültürünü tamamen bilmeyebilir. Onun için kimi IŞİD militanlarının Kuran surelerini, İslam’ın temel bilgilerini bilmediğini söyleyerek, buradan militanların birer İslamcı radikaller değil de, radikalizmin İslamlaşması sonucunu çıkarmak, doğru değildir.
Radikalleşen kişiler IŞİD vb. örgütlerde yer alabilirler. Yani radikalizmin İslamileşmesinden söz edilebilir. Ancak bu durum, gerçeğin cüzi bir parçasını ifade eder. Yapının esası İslamcı radikalleşme ve İslam’a yaslanarak modern dünyaya bir başkaldırmadır!
Batı ve çevre ülkelerin bu olanlar karşısında eski anlayışla (egemen bölge politikaları vs.) mücadele etmeleri devri geçti! Sermaye dünyasında petrodolar hacmi çok ciddi miktarda artmış durumda. Bu paraların bir miktarının İslamcı mücadele limanlarına yanaşması, bölge iktidarları, krallıkları, emirlikleri için daha güçlü ve uzun vadeli iktidar alanı açmaya hizmet ettikleri çok açık. Batı iktidarları ve sermayesi, petrodolarla ilişkisine daha fazla kar amacıyla mı yaklaşacak, yoksa tehlikeye giren değerlerinin savunusu mu öne çıkaracak, göreceğiz!
Bölge sorunlarının kaynağında önemli ölçüde de olsa, zaten o eski anlayışlar yer alıyor! Güç ve egemenlik politikaları Suud krallığının, Katar emirliğinin ve Türkiye’nin desteğinde Suriye’deki Esad rejimini yıkarak demokrasi getirmek gibi trajik bir siyaset içerisinde kan akıtıyor!
İnsanlığın değerlerine düşman olan ve vahşetin her türlüsünü uygulayan bu tür örgütlere karşı esas ve etkili mücadele ancak içerden, yani İslam entelektüelleri ve Müslüman toplumlar tarafından yapıldığında sonuç alıcı olur.
Radikalizmin İslamileşmesi diyerek bu sorumluluktan kaçınılamaz!