John D. H. Downing’in son haline getirmek için yirmi yıla yakın bir süre çalıştığı ve radikal medyayı tarihsel perspektifi ve dünyadaki farklı örnekler aracılığıyla ele almasıyla bu konuda yapılmış en kapsamlı çalışma olan, "Radikal Medya: İsyancıların İletişim ve Toplumsal Hareketler" kitabı 2017 yılı başında Türkçe’de yayımlandı.
Kitap, radikal medyayı, toplumsal yaşamın içinden farklı kavram ve olgularla geniş bir ağ içinde örüyor.
İlk bölümde, radikal medya; popüler kültür, izleyici, iktidar, hegemonya, direniş, toplumsal hareket, kamusal alan, demokrasi, diyalog, sanat, estetik, din, etnisite, uluslararası boyut kavramlarıyla, birbirine temas eden, iç içe geçen, birbiriyle çatışarak var olan bir perspektif geliştirilerek kuramsal bir altyapı oluşturuluyor. Araştırmacıların, radikal medyayı, farklı kavramlarla ilişki içinde incelemesi, literatürdeki diğer araştırmacıların eksik bıraktığı ya da fark etmediği bağlantıları işaret etmesi ve tarihsel süreç içinde ortaya çıkan yeni bağlantılarla güncelleyerek ele alması, bu kitabın yalnızca alanda bir ilk olması nedeniyle değil, aynı zamanda ilk yayınlanışından bu yana asla eskimeyen ve her zaman alternatif medya ve iletişim üzerine çalışanlar için temel bir başvuru kaynağı olmasının da başlıca nedenlerinden birisi.
Radikal Medya: İsyancıların iletişimi ve Toplumsal Hareketler
|
Downing, radikal medyayı, sadece teknolojik araçların kullanıldığı teknik bir iletişim biçimi olarak değil, aynı zamanda tarihsel süreç içinden özenle seçilen farklı coğrafyaların, farklı etnisitelerin, farklı politik görüşlerin toplumsal yaşamlarına temas eden bir yaklaşımla ele alıyor. İnsanlık tarihine yön veren birçok toplumsal hareket, kendisinin doğurduğu veya kendisini doğuran radikal medya ile kol kola giren diyalojik bir ilişkisellikte gösteriliyor. Yazarın kendi cümleleriyle “toplumsal hareketler, radikal medyanın can damarı; radikal medya da bu hareketlerin oksijenidir.”
Downing, toplumsal hareketler içinde oluşan demokratik radikal medya ile baskıcı radikal medya arasındaki örtüşme ve farklılaşmaya ilişkin zorlu bir sorunun altını çizip, okuyucuya soruyor: İran’da İslam Devrimi’ne giden yolu hazırlayan, seçimle iktidara gelmeden önceki dönemde Nazi propagandası yapan, Ku Klux Klan’ın nefret dolu söylemlerini yayan toplumsal hareketler ve medya nerede duruyor? Bu hareketler gerçekten toplumsal hareket midir ve örgütlenmek için kullandıkları radikal medya mıdır?
Bu zor soru, merkeze “demokrasinin ayırıcı özelliği gelişmeci iktidar” yerleştirilerek yanıtlanmaya çalışılıyor. Gelişmeci iktidar da karşı hegemonya, alternatif kamusal alanlar kavramlarını inşa ederek birçok toplumsal hareketin ayırıcı özelliğinin belirleyeni olarak karşımıza çıkıyor. Radikal medya olarak da iktidar yapılarına karşı çıkan, farklı topluluk ve sınıfları güçlendiren, çıkar gruplarının birbirleriyle konuşabilmelerine imkân sağlayan, geniş demokratik amaçlar için kullanılan, hiyerarşik olmaktan çok demokratik bir iç örgütlenmesi olan medyaya gönderme yapılıyor.
Gravür, baskı, el ilanı, poster, fotomontaj, duvar yazıları, radyo, film, video ve internetin, toplumsal ve politik bağlamlarda birer radikal medya olarak nasıl kullanıldıkları, dünya haritasından farklı örneklerle ele alınıyor. EZLN’nin çevrimiçi ağları kullanarak dünyanın her yerinden ezilen halklar arasında örgütlenmesi, İtalya ve İspanya’da radyo yayınlarının yarattığı kamusal alanların diktatör rejimlerin yıkılmasındaki etkisi, Mayaların, Kızılderili Hopi kabilesinin, kayıt dışı göçmen işçilerin videolarının toplumsal hareketlerin şekillenmesindeki etkisi ve başka teknolojik medya ağları onlarca farklı örnekle anlatılıyor. Downing, ayrıca kamusal konuşma, şaka, şarkı, dans, yazılama, giyim-kuşam, halk tiyatrosu, performans sanatı, sokak sanatı gibi mecraların birer radikal medya olarak nasıl kullanılabileceğini, dünyanın farklı yerlerindeki farklı toplumsal ve siyasal bağlamlardan örneklerle inceliyor. Geçmişten günümüze halkların, grupların hak mücadeleleri, bu karnavalsı radikal medya deneyimlerinin coşkusunun dansı, müziği, görselliğiyle en renkli örneklerini veriyor. 1999 Washington Seattle’da Dünya Ticaret Örgütü’ne karşı yapılan gösterilerdeki rengârenk, coşkulu festival havasından Buenos Aires’in Mayıs Meydanı’ndaki Plaza Da Mayo Anneleri’nin Arjantin askeri cuntasının yaptığı işkenceleri, işlediği cinayetleri kamusal konuşmalarla protesto etmesine, Afro-Amerikalıların köleliğe ve ırk ayrımcılığına, blues müzik ve danslarıyla yüzyıllarca direnmesinden Stalin döneminde şair Anna Ahmatova’nın cezaevine atılıp işkence gören bir gencin öyküsünü yazmadan sadece güvenilir kişilere ezberleterek yaydığı “Requiem” şiirine, Afro-Amerikalıların kırkyama yorganlar dikerek dikilen kumaşlarla kendi aralarında bir iletişim haritası oluşturmasından 1920’de Türkiye’den göç eden Yunanlıların yarattığı Rembetiko müziğine birçok farklı örnekle yaratılan alternatif kamuların hikâyeleri, toplumsal hareketlerin ve radikal medyanın kimi zaman coşkulu kimi zaman hüzünlü yüzleri olarak birebir insana temas eden yerden ele alınıyor. İletişimin isyankâr yönünün, böylesine geniş bir yelpazeden anlatılması, okuyucu hem coğrafi ve kültürel olarak yatay düzlemde hem de zamansal olarak dikey düzlemde içine çekiyor. Ezilen, dışlanan, ötekileştirilen, sömürülen toplumların isyanının oluşturduğu iletişimin farklı boyutları, okuyucuyu, heyecanlandıran bir şekilde sarmalıyor.
Kitabın son bölümünde Portekiz ve İtalya’da diktaya karşı kamusal alan oluşturan radyo ve gazete örneklerinin verilmesinin yanı sıra bu radikal medya örneklerinin kurumsal yapılarının özyönetim modeli olarak da incelenmesi ufuk açıcı bir bakış sağlıyor. Amerika Birleşik Devletleri’nde izleyicilerin katılımcı olarak var olduğu açık erişimli televizyon deneyimleri, enformasyon süreçleri üzerindeki demokratik kontrolün nasıl sağlandığına dair, tabandan gelen bir siyasal iletişim biçimi olarak yol gösteriyor. Yine Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Berkeley Özgür Radyo’nun demokratik bir radyo modeli olarak, iç demokrasisi ve yayınlarına dair incelemelerde bulunuluyor. Radyonun yayınlarındaki üçüncü dünyaya ve kadınlara dair programlar, radyonun demokratik ilkesi olarak inceleniyor. Son olarak, Sovyet Bloğu’nda bir kısım muhalefetin yer altında şiir, roman, makale yayımlayıp dağıtmasıyla tanımlanan Samizdat yayınları pratiğinin, Sovyet Bloğu’nun çatırdamasındaki payına dikkat çekiliyor.
Küçük çaplı radikal medya örneklerinin genellikle büyük etkilere sahip olduğunu, insanlık tarihi içinden örneklerle görmek, içinde bulunduğumuz politik atmosferi de yeniden okumamız açısından bize yeni pencereler açabilir. Belki Kürt hareketi, ekoloji, kadın özgürlük mücadelesi, LGBT-İ hareketlerini ve bu hareketlerin aktığı Gezi direnişini radikal medyanın yeni deneyimlerine aracılık eden mecralar olarak ele alabilir ve Türkiye’deki radikal medyayı nasıl anlayabileceğimize dair bir yol haritası çizebiliriz. Özellikle de Gezi direnişinin radikal medyayı kullanmadaki çeşitliliği ve renkliliğinin farklı kitleleri harekete katma noktasındaki başarısı ve bu deneyimde karşılaşılan sınırlılıklar üzerine düşünürken John Downing’in Radikal Medyası, bu deneyimleri anlamamız açısından da ışık tutacak bir eser.
Kitabın geç de olsa Türkçe’ye kazandırılmış olmasının, iletişim alanında çalışan akademisyenler kadar iletişim aktivistleri ve profesyoneller açısından da önemli bir kazanç olduğunu düşünüyorum. Özellikle de John Downing’in Türkçe baskı için yazmış olduğu önsözü okuduğumuzda, Türkiye’de radikal medyanın macerasının daha yeni başladığını düşünmemek elde değil. (EBU/HK)