Fas’ın başkenti Rabat’ta organize edilmiş olan 29. Rabat Uluslararası Yaratıcı Sinema Festivali (Festival International Du Cinema D’Auteur de Rabat) tüm hızıyla devam ediyor.
Kurmacalar, belgeseller, kısalar, animasyonlar ve deneysel filmlerden oluşan festivalin geniş programına Türkiye’den iştirak eden yapımlar da var.
Naz Çaybaşı’nın imzasını taşıyan Döngü (Cycle) adlı 11 dakikalık film etkinliğin kısalar bölümünde yarışıyor.
Festival kataloğundan aynen aktarmak isterim: Köyde yaşayan bir genç kız günün birinde donunda kan lekeleri görür. Âdet kanamasıdır aslında karşılaştığı, fakat mevzudan tamamıyla bihaberdir. Birilerine danışmak hususunda şüpheleri vardır, dolayısıyla kendi kendine olanlara mana vermeye girişir. Sonunda bazı cevaplara ulaşacaktır, fakat ulaştığı malumat meselenin sadece bir kısmına dairdir.
Filmin prodüktör hanesinde Çaybaşı’nın kendisi dışında Tunç Eser Alıcı adını da görüyoruz.
Cömert organizasyonuyla dikkat çeken festivalin Dünya Sineması bölümünde yer alan Yakamoz adlı 97 dakikalık Türkiye yapımı filmin yönetmeni Ali Kerem Gülermen.
Rabat’ta sempatik ve samimi tavırlarıyla beğeni toplayan genç sinemacı filminin başrollerini Yetkin Dikinciler ve Engin Alkan’a teslim etmiş. Kurmaca filmin prodüktör hanesinde Recep Çakıroğlu adını görüyoruz.
Gene katalogdan aktarmak gerekirse, 1924’te Mübadele nedeniyle Yunanistan’ın Kavala şehrinden Türkiye’ye gelmiş balıkçı İsmail Reis ve ailesini yakından takip ediyoruz. Orta Anadolu’da güzeller güzeli Gelveri’ye (Güzelyurt) alışmaya çalışmaktadırlar. Zaten esas mesele vaktinden evvel geldikleri için evin sahibi Rum Dhimitri ve ailesiyle bir süreliğine de olsa aynı evde yaşamak zorunda kalmalarıdır.
Jüriler, yöneticiler…
Festivalin prestijli uluslararası jürisinde yer alanlar arasında Can Saraçoğlu’yu görüyoruz. Jürinin başkanı dünya çapında muvaffak olmuş Filipinli yönetmen Brillante Mendoza’nın dışında Gülnara Sarsenova, Dora Bouchoucha, Rintu Thomas, Asmae Grimech, Mohammad Hushki, Michel Coulombe jüriyi oluşturan diğer şahsiyetler.
FIPRESCI üyelerinden müteşekkil eleştirmenler jürisinde ise SİYAD’dan Ruggero Calich’le birlikte Viera Langerova ve Abdelali Maazouz’u görüyoruz.
Festivalin yöneticisi Malak Dahmouni ve başkanı Abdelhaq Mantrach, sinema dünyası temsilcilerinin Rabat’ta rahat etmesi için tüm imkânlarını seferber etmiş vaziyetteler. Organizayon tıkır tıkır işliyor, misafirlere adeta kral muamelesi yapılıyor.
Yumuşacık bir sonbahar atmosferinde masmavi göğün altında ihtimamla korunmuş parklar ve bahçeler, geniş ve rahat caddeler, ayrıca nazik ve yardımsever Faslılar okyanus kıyısında bulunmanın ayrıcalığını ve ferahlığını layıkıyla pekiştiriyor.
Rüzgâr püfür püfür esiyor, dev dalgalar insanın adeta ufkunu genişletiyor, açık denize bakarken uzak ve farklı diyarların hayalini kurmak katbekat kolaylaşıyor…
Tarihe ve şehrin silüetine olan hürmet sayesinde coğrafyaya halen hâkim olamamış çok katlı binaların azlığı Rabat’ın insani boyutunu muhakkak ki vurgulayıp muhafaza ediyor.
Neo-liberalizm sahnesinde ön plana çıkma çabası yadsınamasa da, İstanbul gibi stres kaynağı bir hengâmeyle karşılaştırıldığında Fas’ın kaostan uzak başkenti Rabat en azından belirli ayrıcalık sahipleri için çok daha huzurlu, medeni ve yaşanası bir şehir sanki...
Uzun metrajlı kurmacalar…
Festivalin kurmacalardan müteşekkil ana yarışmasında güncel mevzulara parmak basan filmlere göz atmak gerekirse yönetmenliğini Michael Fetter Nathansky’nin üstlendiği "Her Ben, Her Sen" (Every You Every Me) Almanya’da kömür endüstrisinin kasvetli atmosferini layıkıyla yansıtıyor diyebiliriz. Tüm dünyada terk edilmekte olan mevzubahis madenciliğin çevreye verdiği zarar bir yana, psikolojik olarak emek sömürüsü ve işveren baskısından muzdarip film kahramanlarıyla empati kurmamak ne mümkün!
Afganistan’dan ve İran’dan kaçmaya çalışan kadınların trajedisi Davoud Atyabi’nin "Denizin Kadınları" (Girls of the Sea) adlı filminin mevzusunu oluşturuyor. İnsan kaçakçılarının eline düşen filmin kahramanları emellerine ulaşmaya çabalarken birilerinin kölesi olma tehlikesiyle karşı karşıya kalıyorlar.
Yarışmada yer alan bir diğer kurmacada ruhsal problemleri olan kadınların kapatıldığı Paris’teki bir kurumda 19. asrın sonuna seyahat ediyoruz. Yönetmenliğini Arnaud des Pallieres’in üstlendiği "Deliler Partisi" (Party of Fools) adlı estetik dokunuşlu ve zengin kadrolu filmde kadınlara reva görülen insanlık dışı muamele seyirciyi derinden sarstı.
Vietnam’daki iç savaştan ötürü varını yoğunu kaybetmiş bir ailenin Kanada’da sona eren maceralı yolculuğu hakkında yarışmadaki bir diğer film Charles-Olivier Michaud imzasını taşıyor. "Ru" adını taşıyan 117 dakikalık kurmaca mültecilik mevzusunu bir kez daha masaya yatırarak konforlu yaşantımızın her an elimizden alınabileceğini de hatırlatıyor.
Meksika’nın uyuşturucu kartellerine insancıl bir bakış atan "Sujo", ülkenin kırsal kesimine hassasiyetle eğilmemize yol açıyor. Astrid Rondero ve Fernanda Valadez imzasını taşıyan filmin esas kahramanı erken yaştan itibaren suça karışmış olsa da bir şekilde kendini sıyırıp şehre sığınıyor ve eğitim sevdası sayesinde de istikbale ümitle bakmayı başarıyor. Filmin başlarındaki karanlık, idealist bir öğretmenin ortaya çıkmasıyla aydınlanıyor, iyimserlikle harmanlanmış senaryo tatlı kahramanımızın bata çıka düzlüğe çıkmasına bizi şefkatle dahil edip epeyce sevindiriyor.
Hermafrodit bebeklerinin dünyaya gelmesiyle hayatları altüst olan Tunuslu bir çiftin hikâyesi "İğne" (The Needle) adlı filmde layıkıyla aktarılıyor. Abdelhamid Bochnak imzasını taşıyan ve dramatik içeriğine rağmen kara mizah unsurlarını da layıkıyla kullanan 115 dakikalık kurmaca, Müslüman bir toplumda erkeklerin takıntılarına parmak basıyor. Filmdeki kadınlar meseleye çok daha insancıl yaklaşabilirken filmin baba karakteri cinsel kimlik hususunda derin yarılmalardan sonra hepimizin rahatlamasına neden olan olgunluk mertebesine nihayet ulaşabiliyor.
Belarus’un belalı lideri Lukaşenko’nun baskı, hürriyet yoksunluğu, şiddet, işkence, adaletsizlik ve daha birçok kötülüğü ihtiva eden rejimine "Gri Göğün Altında" (Under the Grey Sky) adlı filmde bir kez daha nüfuz ediyoruz. Mara Tamkovich’in imzasını taşıyan çarpıcı filmde gazetecilik mesleğinin otoriter rejim tarafından nasıl aşağılandığını, hatta baltalandığını adeta bir belgesel seyredercesine tenimizde hissediyoruz.
Rusya veya Türkiye gibi memleketlerde benzer anekdotlar günbegün yaşanırken halkın hakikate ulaşması bir tehdit olarak algılanıyor, gazetecilere reva görülen muamele hem intikam hem de ibretiâlem niyetiyle ayyuka çıkıyor. İfade özgürlüğünü hazmedemeyenlerin mutlaka saklanacak çok şeyleri var!
Belaruslu gazeteciler Katsyaryna Andreeva ve İgor İlyash halen ağır bir bedel ödemekle meşgulken tukaka ilan edilmiş haberciliğin çok daha geniş bir satha yayılarak, tüm bilinçli vatandaşlar tarafından cep telefonlarıyla gerçekleştirilmesinin önünde hiçbir engel durmamalı! (MT/TY)