Rachid Taha’nın çok güzel bir sözü var: “R.E.M için dünyanın en iyi grubu diyorlar. Bu doğru, onların dünyasının en iyi grubu R.E.M olabilir ama ya bizim dünyamız?”
İstanbul’da geçtiğimiz cumartesi akşamı bizler, Taha’nın mı yoksa R.E.M”in dünyasına mı ait olduğumuza karar vermek zorunluluğu olmaksızın, denize karşı dinden çıktık.
Ya içindesindir sistemin ya da dışında...
1980 yılında R.E.M ilk kurulduğunda, amatör bir üniversite grubuydu ve yıllar boyunca, gemilerini batırmayacak ama hiçbir zaman da hit olamayacak karanlık ve karmaşık şarkılar yaptılar. Sonraki yıllarda daha iyi görülebilecek bir basiretle çalıştılar, dönemin Brit tutkusuna karşı zarif ve sofistike Amerikalılar olarak bir alternatiftiler.
80’li yılların ortasından itibaren ise, bir bir hitler çıkarmaya başladılar. Bugünün en hip akımı olan indie R.E.M ile yeni bir boyut kazandı. Meşhur Losing My Religion ve sonrasında bile onlar daima anaakıma ait olmadıklarını kanıtlama ihtiyacı duydular.
R.E.M. dinlemek ne hoştur yıldızların altında
“Dünyanın en iyi grubu”nu canlı izleme heyecanı ile Kuruçeşme’ye geldiğimizde, alandaki stantlarını gördüğümüzde, aklımdan geçenleri kısaca anlatmak istiyorum.
Müzisyenlerin etliye sütlüye bulaşmadan salt işlerini yapmaları çok sık rastlanan bir durum değildir, çok şükür. Ancak politik duruş ile yardım derneklerine destek vermek arasında fark olduğunu kabul etmek gerek. Örnek vermek gerekirse, Mor ve Ötesi politik duruş sahibi bir gruptur, küresel ısınma karşısında da duyarlı oldukları söylenebilir ama hiçbir ağaç dikme etkinliğinde onları görmek mümkün değildir. Buna karşılık, UNICEF temsilcisi Nilüfer, siyasi olarak tavrını ifade etmez.
R.E.M’in durumu ise bence çok açık, tepeden tırnağa politik duruş. Adı geçen politika şu günlerde belki “Anti-Bush” gibi sınırlı ve yetersiz olabilir. Yine de oldukça şık bir hareket olarak, 2004 yılında ABD’de Bush ikinci kez seçildiğinde, bütün yıl Bush karşıtı kampanyalarda canla başla çalışan ve oldukça umutlu olan R.E.M üyeleri, seçim gecesi sahneye çıktıklarında, açılışı It’s the End Of The World (As We Know It) ile yaptılar. Bu eğlenceli punk ritimli şarkının sözleri nereye çekseniz geliyor: “Bildiğimiz dünyanın sonu geldi/ Ve kendimi iyi hissediyorum.”
S.O.S İstanbul alanına girdiğimizde maalesef bu ayrımın derinleştiğini hissetim. Konseri ilk kez müjdeleyen Kanat Atkaya, R.E.M’in İstanbul’a bir amaç için gelmeyi yeğlediğini, bu sebeple İKSV yetkililerinin S.O.S İstanbul isimli bir organizasyon kurduğundan bahsediyordu.
Konser alanındaki stantlar, aralarda yapılan uzun konuşmalar çok sevindiriciydi, Michael Stipe da “S.O.S.’in bir parçası olmaktan mutluluk duyduğunu” söyledi sahneden. Yalnız politik duruşları düşünüldüğünde R.E.M’in stantlarda adı geçen çocuk parkı kampanyaları kadar, örneğin “Taşlanmış Kot Boykotu” ile de ilgileneceklerini düşünüyorum.
Ayyuka, Spritualized ve Mor ve Ötesi
Sahneye Ayyuka’dan sonra çıkan İngiliz protest grup Spritualazed’ın Pink Floyd’vari uzun doğaçlamalarını ve saykedelik ritimlerini dinleyenler arasında grubu tanıyan, oldukça seven ve hatta konsere sırf onlar için gelip, gelmişken R.E.M’e de bir bakacağını söyleyenlere rastlamakla birlikte, ben onlardan biri değildim, ne yazık ki.
Bir saati aşkın bir süre aynı şarkıyı dinliyormuşum gibi bir ruh hali içerisine girdim. Ardından sahne alan Mor ve Ötesi (ki yine sırf MVÖ için orada bulunan gençler olduğunu görmek çok şaşırtıcıydı), R.E.M’e saygılarını sunarak klasik bir performans gerçekleştirdi.
Parlayan mutlu insalar
Konsere kısa bir süre sonra alana giren kalabalığa katılıp yürürken, “şu R.E.M ne hoş bir grup” diye düşünmeden edemedim. Kaç konsere çekirdek aile toparlanıp gelmek mümkündür? Yirmi şarkıya yaklaşan bir playlist’le, beklenenin aksine son albümlerine ağırlık vermeden, çoluk çocuk herkesi tatmin eden bir performansı oldu R.E.M’in. Orada sadece Losing My Religion için olan kalabalık da, en önde durup her şarkıyı ezbere bilen fanlar da memnuniyetle ayrılmışlardır diye tahmin ediyorum. Michael Stipe’ın meşhur renkli göz makyajlarını seçemedim, onun yerine bir beyefendi gibi takımlar içerisindeydi, ne güzel. Sahnede deliler gibi dans etti, şu yaşlıları ne kadar hafife alıyoruz. Daha sahneye çıkar çıkmaz, kasıklarını kameralara göstererek, Boğaz’ı çığlıklara boğdu.
Konser çıkışında deniz motorlarına doluşan kitle, son iki saati dans ederek, öfkelenerek (gerek “haksızlıklara” gerekse akıl almaz kuyruklara) ve hüzünlenerek geçirmiş olmanın mutluluğu içindeydi tahmin ediyorum. Tıpkı “Shiny Happy People” gibi. (HD/BÇ)
* Haziran Düzkan, öğrenci, [email protected]
* Fotoğraflar ve video Bawer Çakır