"Hey lo lo birîndarê bilbilo
Li bayê le xist hêlîn tev xira kiro"
Derler ki; insan teki ne denli yaşlanırsa yaşlansın insanın iki özelliği insanı tarif eder. Biri sesidir. Ses, yaşla birlikte bir miktar çatallaşsa da tınısını kaybetmezmiş. Ötekisi de gözlermiş, melül ve mahzun baksa da ferini yitirmezmiş gözler.
Mamoste Aram ê Dîkran'ı 73 yaşında ve Dîyarbekir sahnesinde bir festival final gecesinde adı "Roj baş Dîyarbekir" olan ve şehre ilk kez gelişinin ikinci gününde sözleri kendisi tarafından yazılan ve yine kendisi tarafından bestelenen stranını hüzünlü sesiyle dillendirirken bir kez daha tanıdım.
Şimdi de Aram, "Roj Baş Dîyarbekir" deyip gitti
Kadim şehrin şehremini Osman Baydemir'e içimden geçeni yıllar evvel paylaşmış, demiştim ki; Aram ê Dîkran'ı, Şivan Perwer'i, Garabêt ê Xaço'yu ve Civan Haco'yu Dîyarbekir Sahnesinde buluşturmak gerek...
Ömürdür bu işte. İnsan ömrü dediğiniz göz açıp kapayıncaya kadar geçip gidiyor. Önce Garabêt ê Xaço gitti, Erivan'da, öte yakaya. "Dengbêj dediğin yedi gün yedi gece klam söylediği halde, hâla söyleyecek sözü olandır" diyen Garabêt, dengbêj sesini de yanına katıp gitti.
Şimdi de Aram, qefle günlerinde terkisine atıp diyar diyar sürgünlükle ruhunda, bedeninde, dimağında taşıdığı ve son durağı Dîyarbekir olan sesiyle "Roj Baş Dîyarbekir" deyip gitti.
'Di xewnên şevan de min bawer nedikir,
Bi çavan bibînim, bajarê Diyarbekir.
Rojbaş Diyarbekir me pir bêriya te kir,
Te derî li me vekir, te me şa kir Diyarbekir'
Ana tarafından Silvan, baba tarafından Sason Ermenilerinden Aram ê Dîkran'ın asıl soyadı Melikyan. Ama o denli özümsemiş ki; Diyarbekir'i! Şehrin bütün tarihi kayıtlarda geçen yedi isminden biri olan Ermenice Dikranagerd'i seçmiş. 2000 sene evvel Kral Dikran'ın kurduğu 1. Dikran Krallığına başkentlik yapmış Dikranagerdin Dikran'ını soyad olarak seçmiş kendine. Bir de enstrüman seçmiş. Diyarbekir musikisinin başsazı Cümbüş, vazgeçilmezi olmuş.
Babasının vasiyeti: Hep Kürtlerin dostu olun
Yakın akraba iki halk, Kürtler ve Ermeniler. Aynı coğrafyayı binler yıldan bu yana paylaşırlarken bir büyük felakete kurban edilmiş akrabalardan biri: Ermeni halkı. Diğeri de, Kürtler, bir asır boyu bu kıyımın acısını yüreklerinde hissetmişler.
Aramın babası bir kaval ustası, Sason'daki kırımdan sonra bir Kürt tarafından korunmuş. Yaşı kemale erdikten sonra da diğer aile fertlerini bulmak için Suriye'ye yol almış. Ama Kürdün vefakârlığını hiç unutmamış.
Oğlu Aram muskişinas olunca babasından ilk tavsiyeyi almış bir emir gibi, sonra da baba sözünü bir ömür boyu vasiyet bellemiş, hiç unutmamış: "Ben Kürtler sayesinde ölümden kurtuldum. Biz Kürtlerle beraber büyüdük. Birbirimizi çok severdik. Şimdi sizler büyüdünüz artık. Hep Kürtlerin dostu olun. Onlara karşı saygılı olun. Sanatçı olursan, Kürtçe söylemelisin".
"Ölürsem Amed'e defnedin..."
Qamîşlo, Ermenistan, Avrupa ve Diyarbekir; 75 yıla sıkışan koca bir ömür ve 60 yıla yaklaşan sanat hayatı. Bizzat kendisi tarafından kasete ve cd'ye okunmuş 400'ün üzerinde, en az beş dilde okunmuş parçalar.
Tıpkı Mehmed Uzun gibi! 'Uzun' nasıl Avrupa'dayken "Ben ölürsem Siverek'e defnedin" deyip sonra da Diyarbakır'a gelince vasiyetini değiştirip ölümü üzerine Diyarbekir'e defnedilince, Aram da benzer bir kaderi paylaşır.
Ömrünün son deminde, ölümünden iki yıl önce Diyarbekir'e gelir. Yine tıpkı Mehmed Uzun gibi "şifayı Diyarbekir'de bulur". Derin bir özlem ve hasretle vurgular: "Diyarbekir'e gittim. Büyük bir hürmetle ve ilgiyle karşılandım. Sahiplenildim. Hasta kalbim bu denli yoğun ilgiye ve gönül hoşluğuna dayanamazdı. Bu nedenle hasta düştüm. Tedavi oldum. Diyarbekir'e gitmeden vasiyet etmiştim ki; 'ölürsem beni sürgünde doğduğum yere Qamîşlo'ya gömün' diye. Şimdi bütün dünyaya diyorum ki; benim yerim Amed'dir. Ölürsem Amed'e defnedin. Ben bu hürmetkâr ve vefakâr halktan uzak kalamam. Orası hayatımın toprağı, varlık sebebidir".
Katliamın, göçün, sürgünlüğün hüzünle buluşturduğu ses ve hüznü bu denli yüzüne yakıştıran bir adamdı Aram ê Dîkran. Bir kuşak Aram'ın ve Aram gibi birkaç şahsiyetin musikide yarattığı bir ekolun sesi, ahengi ile büyüdü. O sebeple bugün yine Aram'dan uyarlanan bir dörtlük şöyle diyor:
Tu hem gulî, hem rihanî
Tu hem derdî, hem dermanî
Tu hem Kurd î, hem Ermen î
Wêran ezim, malêm xerab...
Rüyalarımda görsem inanmazdım Diyarbekir'i görebilmeyi! İyi günler olsun Diyarbekir, seni çok özledim. Sen kapılarını bize açıp, bizi çok mutlu ettin; diyen Aram ê Dîkran'ı Kürt halkı hiç ama hiç unutmayacak. Ermeni halkı da, mazlum ve mağdur diğer bütün dünya halkları da...
Derdê bilbil ne qefesa zêrîn e,
Mexsedê bilbil vetenê xve bibîne...
Kez bîdî çimornank / Em te ji bîr nakin / Seni hiç ama hiç unutmayacağız Mamoste Aram deyip Diyarbekir'de yapılacak cenaze töreni ve defin üzerine de birkaç paragraf yazıp Aram Usta'yı uğurlayacaktım. Ama mümkün olmadı.
Yine hilkat garibeleri baskın çıktı. Hrant'ın tabiriyle "Ermenilerin bu topraklarda gözü var. Ama sahip olmak için değil! Ölünce içine girmek için" sözüne bile tahammül edemeyen bir zalim zihniyet gücünü gösterdi. Hem de Kürt Sorununun çözümü için bunca gürültünün koparıldığı ve Şivan Perwer, Neşet Ertaş ile Norşin edebiyatının yapıldığı günlerde...
"Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmadığı" için...
11 Ağustos günü Diyarbekir'in ve bütün Kürt coğrafyasının barış elçisi ve Türkiye Barış Meclisinin de üyesi Sait Şanlı'nın naşı başında Diyarbakır Ulu Camiindeydik. En az yirmi öbekleşmiş grupla sohbet etme şansım oldu. İstisnasız tümünün ortak paydası Aram'ın cenazesinin akıbetiydi.
Anlaşılan siyasal-bürokratik ve militer güçlerin gözü kesmedi bir grup Ermeni rahiple birlikte bir Ermeni'nin cenazesinin ardından binlerce Kürdün yürüyüp son görevlerini eda etmelerine...
Gerekçe basitti. "Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmadığı için", vasiyeti olsa bile bu topraklarla kucaklaşmasına izin yoktu. Yıllarca şarkılarından korkanlar, şarkılara, Kürt diline yasak ve baskı uygulayanlar bu kez de bir ölüden ürküyorlardı. Bir kimlikten korkuyorlardı.
Ve elbette Hrant'ın cenazesinde İstanbul'da yaşanan devasa görüntünün bir benzerinin Diyarbekir'de yaşanmasına tahammülleri yoktu.
Mamoste Aram ê Dîkran stranlarıyla hep yaşayacak. Tıpkı edebiyatıyla yaşayan Mehmed Uzun gibi. Filmleriyle yaşayan Yılmaz Güney gibi. Şarkılarıyla yaşayan Ahmet Kaya gibi. Şiirleriyle yaşayan Nazım Hikmet ve diğer tüm sürgünler gibi...(ŞD/EÖ)