Diyarbakır'ın Silvan yolu üzerinde Dicle'ye karışan çaylardan biri olan Ambar Çayı vardır. O çayın hemen ana yol kıyısındaki bir köyünün adı da çayın ismiyle müsemma Ambar Köyüdür. İsimleri yeniden belirleyerek yazan memurlar köye gelirler ve bir ağacın gölgesinde otururlar. Çaylarını yudumlarken tam da o esnada ana yoldan köyün sahibi hızla motosikletiyle geçer.
"Kimdir bu adam hep böyle hızlı mı gider?" diye sorarlar köy sakinlerine. Köylü de, "filancadır, hep böyle hızla geçer ve köye gider" diye açıklarlar. Binler yıllık Ambar Köyünün adı o anda "Tezgeçer" olur. O gün bu gündür o köyün önünden ne zaman geçsem, Tezgeçer tabelasını görür ve bu anlatıyı anımsarım.
Şöyle bir çıkın ve cümle Anadolu'yu dolanın. O kadar çok adı değiştirilmiş beldeyle karşılarsınız ki! Bu değiştirilme işleminin hemen tümü de, ismi değiştirilen beldenin geçmişiyle ilintili değildir. Genellikle ideolojiktir. Hele hele Kürtlerin yaşadığı coğrafyalarda bu daha çok böyledir. Peki, belde ya da yerleşim yerlerinin isimlerinin resmi ideoloji doğrultusunda değiştirilmesi böyledir de, ailelere soyadı verilmesi bundan farklı mı; elbette değildir.
Şimdi size bir başka öykü anlatacağım. Paylaşacağım öykü Ümit Kaftancıoğlu'nun "Tüfekliler" kitabından. Ümit Kaftancıoğlu bu ülkenin değerli aydınlarından. 12 Eylül öncesi dönemde faili meçhul cinayete kurban gidenlerden.
Kaftancıoğlu Mardin'in Derik ilçesinde öğretmenlik yaptığı yıllardan damıtarak anlatıyor öyküyü. Derik şehrinin en namlı iki ailesinden biridir "Qencolar". İsimleriyle anılan bir kasırda yaşar, konuklarını da orada ağırlarlar, Qesra Qenco'da. Kaftancıoğlu bir gün Qenco'ların bir köylüsüne sorar:
"Derler ki Cumhuriyet ilan edilmiş. Sana göre Cumhuriyet nedir?"
Köylü biraz düşünür ve yanıtlar: "Diyarbekir kalesini bilir misin hoca. Oradan bir top patlar. Ve patlayan o top Qesra Qenco'dan bir taş düşürür. Sonra düşen o taşı bizim ağamız düştüğü yerden kaldırıp tekrar yerine yerleştirir. İşte Cumhuriyet dediğin bana göre budur ve bu kadardır".
İşte kanımca Cumhuriyet yöneticilerinin ve karar mercilerinin yüzüne gözüne bulaştırıp beceremediği budur. Biz çocuktuk ve ninem kızdığında Kürtçe olarak "Hüseynê Qenco'nun topu size değsin" diye bağırırdı. Böylesine kendi coğrafyasında her yönüyle egemen olan ve adeta kurum gibi davranan feodal güçleri, üretim ilişkileri süreci içinde bilinçli olarak dönüştürmeyip aksine kimiyle anlaşıp sistemin bekçiliğine soyunduran (mesela yakın zamana kadar korucu yapan, Bucaklar), kimilerini de cepheden karşısına alıp düşman ilan eden bir yapı.
Hiçbir zaman, ne yaşamıyla, ne konuştuğu dil ile ne de diğer tüm değerleriyle Türk olmayan, aksine her fırsatta "Ben Kürdüm" diyene, siz ısrarla "Hayır sen Türksün. İşte sana bir de 'Türk' soyadını layık gördük ve hadi Türk ol!" der ve sonra da bu ısrarın sonuçlarını beklerken, size kalanın 80 yıllık uygulamanın sükûtu hayali olduğunu görürseniz, şaşırmamalı aksine sonuçlarından akıllıca çözüm üretmeye gayret göstermelisiniz.
Ahmet Türk, Mardin bölgesinin büyük aşiretlerinden birinin "Mala Hüseynê Qenco'ların" lideri. Onun soyadı ve bunca yıldır başına gelenleri, aslında Türkiye Cumhuriyetinin bugüne dek uygulanan ve iflas eden Kürt Politikasının ikrarı.
Can Pulak, Ahmet Türk ve onun gibi daha epeyce Kürdün, Öztürk, Yavuztürk, Türkmen ve daha birçok Türk'lü soyadı alıp da neden bir Türk gibi davranış örneği sergilemediğini ve Türk olmadığını sorgulayacağına (*) hazır halkın temsilcilerini, bin bir badireyi atlatıp seçerek meclise göndermişken, nasıl ortak, akılcı çözümler üretilirin hesabını yapmalı.
Yoksa birileri de kalkıp onun soyadından yola çıkarak, pul atmış seramik misaline dönüştüğünü ve pulunun rengini kimden aldığını sorgulamaya kalkar.
Bizden söylemesi...(ŞD/EÜ)
* Can Pulak, "Türk Soyadı Yakışmıyor", 31.07.2007, www.haberturk.com
Şeyhmus DİKEN