Akdeniz Üniversitesinde olan bitenle ilgili yaygın basında pek çok şey söylendi.
Vakit, suçu “o kafada” bulup olan bitenin sorumlusu olarak Adalet ve Kalkınma Partisi'ne (AKP) karşı üniversitelerdeki itirazın en belirgin siması olan -ve aynı zamanda Üniversiteler Arası Kurul’un başkanlığını da sürdüren- rektörü işaret etti.
Hürriyet ise Diyarbakırlı bir erkeğin İzmirli bir kadını taciz etmesiyle açıkladı her şeyi…
"Diyarbakırlı erkeğin İzmirli kızı tacizi" klişesinin nasıl bir erkek egemen kültüre işaret ettiğine mi yoksa "İzmirli kızın sözlüsü" olarak takdim edilen Ülkü Ocağı müdavimi şahsın (ihtimal evde yediği fırça gereği) kameraların karşısına nikah cüzdanı elde, yanında üç ay önce evlendiği eşi ile geçmesine mi dikkat çeksek?
Hayır, kimsenin dikkat çekmediğini dillendirelim.
Antalya’da olanın ve henüz bitmeyenin çok daha önemli bir yanı var: faşizmin ne kadar sıradanlaşmış olduğu…
Televizyonlarda izledik biliyoruz. Üniversite öğrencileri, üzerlerine –kameraların görüntülediği gibi– iki ateşli silah doğrultulmasına karşın kendilerine saldıranlara direnmeyi ve saldırganların üzerlerine doğru koşmayı sürdürüyorlardı.
Yaşayan bilir, tahmin etmek ise çok güç değildir: Yaşları 20-21 olan gençlerin ölümü de göze alarak, üzerlerine doğrultulmuş silahlara karşı duraksamadan koşmaları kolay değildir ve cesaret/korkaklık ikilemi ile açıklanamaz.
Diyeceğim şu, yaygın basında yer almasa da o gençlerin böylesi bir gözüpeklikle davranmaları olaylar öncesinde yaşananlar, ihtimalen faşistlerin yarattığı gerginliğe karşı duyulan haklı öfke ile açıklanabilir.
Belli ki, devrimci öğrencilerin örgütlenmelerinin gelişmesi bildik yöntemlerle bastırılmaya çalışılmaktadır.
Antalya Valisi, Emniyet Müdürü ve hükümet çeşitli biçimlerde olayın esas çerçevesi dışında konuşulmasını sağlayıp kendi sorumluluklarını görünmez hale getirmeye çalışmaktadır.
Öğrenci olmayan ve Antalya’da "gayet iyi bilinen" şahıslar üzerlerinde silahlar ile yerleşkeye girmişler, toplu olarak yerleşke içinde hareket etmişler, ateş açmışlar ve kampüsü terk etmişlerdir.
Hukuken tartışmaya –en azından şu anda- gerek yok. Mülki erkan, olanı biteni, her yapılanı kontrollü olarak izlemiş, olanlar kontrolsüz biçimde ülke gündeminin merkezine oturunca "hukuki sorumluluk" tartışmaları ile meselenin esasının değil biçiminin konuşulmasını sağlamaya çalışmışlardır.
Elinizi vicdanınıza koyun ve söyleyin, son yıllarda çeşitli gerekçelerle üniversitelerde estirilen terörün bir direniş ile karşılaşması ile kontrolün kaybedilmesi ve çaresizlikle silah kullanılması değil midir yaşanan?
Polisin üzerlerine kurşun sıkılan öğrencilere karşı sürek avı uygulamasının nedeni bu direnişe karşı duyulan hınç değildir de nedir?
Faşistler saldırır, polis sürek avı ile gözaltına alır ve üniversite yönetimi disiplin cezası verir...
Evet, üzerlerine kurşun sıkılan öğrencilerin elde silah kendilerine ateş edenlerle eşitlenmesi yalnızca kolluk açısından geçerli değildir. Direnişin kırılmasında esas olarak disiplin cezalarının işe yaradığı ise en çok rektörü sıkıştırmak için her şeyi yapanlar tarafından bilinmektedir…
Eğer üniversite yönetimi beklendiği ve istendiği gibi öğrencilere disiplin cezası yağdırırsa Akdeniz Üniversitesinde –yine- Fethullah’ın yurdu ve Ülkü Ocağı dışında bir seçenek kalmayacaktır…
Bu öğrencilere sahip çıkın!
Deniz Gezmiş’in arkasından ağlayanlaradır sözümüz. (CA/EZÖ)