Geçtiğimiz haftanın üzerinde en fazla söz edilen olayı "öğrenci hareketleri"ydi ...
Öğrenciler, Kabataş civarından yürüyüşe geçmek sureti ile başbakan ve rektörlerin huzur içinde sürdürdükleri toplantıyı basacaklar mıydı? Polisin, kullandığı şiddet orantılı mıydı? Hamile genç bir kadının bir toplumsal gösteride, bir eylemde ne işi vardı?
Hem zaten evlilik dışı bir ilişkinin mahsulü bir bebeğin kaybı ile ilgili bu kadar ses çıkmasının anlaşılabilir bir tarafı var mıydı? Hem bakın da bakın öğrenciler ellerindeki (çubuk krakerden hallice) bayrak çubukları ile nasıl da acımasızca polise vuruyorlardı ....
Kurtköy'de yolları kesilen ve en basit anayasal hakları ayaklar altına alınan öğrencilerin polisin üstüne üstüne gittiklerini de mi görmezden gelecektik... Polis görevini de mi yapmayacaktı... SBF'de kullanılan şiddeti de mi görmüyorduk ... Ya yumurtanın sarısı birinin gözüne gelseydi ne olacaktı... Bu öğrenciler ifade özgürlüğüne engel olmuyorlar mıydı? İfade özgürlüğüne engel olunması faşizm değil miydi ?
Bu öğrenciler faşistlik yapmıyorlar mıydı yani... Ve sair hikayeler, ve sair hikayeler...
Kuşkusuz, bu zevata ifade özgürlüğünde temel kavramlar konusunda esaslı bir eğitim verilmesi gerektiğini saptamak gerekli.
Şüphesiz, bu muhteremlere zor kullanma tekelinin cisimleşmiş haline, yani devlete ve şu an için ona "hükümet" eden siyasi iktidardan bir kere olsun talep etmedikleri insan haklarına saygıyı görüşlerini bin bir zorlukla ifade etmeye çalışan öğrencilere yöneltenlerin sahtekarlığını bir kere daha anlatmak gerekli.
Onların televizyonlarına, gazetelerine, fason internet sitelerine karşı yumurtalarla direnenlerin, direnmeye niyetlenenlerin hakkını teslim edemeyenlere bindirmek, onları savunamayanlara iyiden iyiye düzenin sınırlarını yerkürenin sınırları olarak bellediklerini uzun uzun haykırmak da bir görevdir.
Pek çok insan çeşitli vesilelerle yukarıda saydıklarımızı söylüyor, daha da söylenecek ...
Hangi Meclis?
Bu yazının başlığı itibari ile bu zevata benim sormak istediğim soru ise farklı:
Cumartesi günü Dolmabahçe'de meydan dayağı ile terbiye edilmeye çalışılan "terbiyesiz öğrenciler" salı günü Ankara'ya gittiler. Polis, TBMM'nin Dikmen Kapısı'nda -daha doğrusu daha öğrenciler daha kapıya bile varamadan caddenin ortasında- öğrencilerin kimliklerini topladı ve "eyleme katılmış öğrenci" oldukları gerekçesi ile TBMM yerleşkesine -genel kurulun yapıldığı binaya değil yani-almayacaklarını bildirdi.
Polis, kimlikleri topladıktan sonra kimlik bilgilerini sorgulayarak GBT (genel bilgi taraması) kayıtlarına bakıyor. Artık caddelerde sokaklarda meydanlarda ellerinde elektronik oyuncakları ile tipini (evet düpedüz tipini) beğenmedikleri bir kenara çekip ayak üstü sorgulayan ve "GBT'sini alan" lacivert üniformalı kamu görevlilerini görmeye ne yazık ki artık alışıldı ...
Ancak, hukuken hiçbir dayanağı olmayan (evet, hiçbir dayanağı yoktur), kolluk amirlerine sorduğunuzda "bizim iç kayıtlarımız" yanıtını aldığınız ve hiçbir hukuki yolla denetlenemeyen kayıtların TBMM giriş kapısında, o giriş kapısının önündeki caddede sorgulanması, "protesto eylemine" katıldıkları gerekçesi ile öğrencilerin (ya da öğretmenlerin) bir yerden geçişine engel olunmasının açık bir insan hakları ihlali olduğunun bu denli az söylenmesine alışılamaz.
Mesele basit, elektronik gelişmelerle polisin keyfi uygulamaları yerleşiklik kazanıyor ve memleketin ileri demokratları iktidar dili ile konuşmaktan vazgeçip bir kere dahi olsun insan hakları ihlalinin en gündelik hallerine ilişkin tek bir söz söylememiyor.
Anımsayın, MERNİS projesi ile hayatlarımıza giren "T.C. Kimlik Numarası" nedeniyle hayatlarımızın ne kadar kolaylaştığı anlatıldı durdu ve her meselede Avrupa'da bu işlerin nasıl olduğu tartışılırken apaçık bir "denetim toplumu" hamlesi olan bu uygulama derli toplu bir şekilde eleştirilemedi dahi.
Sırada elektronik (çipli) kimlik kartları var, uzun süredir basında yer alıyor ...
Elektronik kimlik kartlarımızla akbillerimizin uyumlu hale getirildiğini ve bu eşsiz kolaylıkla cebimizdeki bir kartla hayatımızı sürdürebilecek hale geldiğimizi düşünün ...
Ve günün birinde Mecidiyeköy otobüs duraklarında, Kadıköy vapur iskelelerinde bu elektronik kimlik kartlarının belirli cihazlara okutulması (bir tür arama olarak) ile ilgili bir "uygulama" yapıldığını.
Bu örneğin çok uzak olduğunu söyleyenlere bu ülkedeki güvenlik aygıtının kafasının nasıl çalıştığını anımsamalarını, bilim kurgu filmlerinden fırlamış gibi görünen yukarıdaki sahnenin bu kentteki yoksulların, Kürtlerin, Çingenelerin, gösteri yapması muhtemel öğrencilerin, travestilerin şu an dahi günlük rutinleri haline geldiğini anlamalarını söyleyebiliriz.
Beklentimiz, hikayeden insan hakları havarisi kesilenleri (çok da zor olmaması gereken, karşılığında ileri demokrasilerde sıkıntı yaşamamaları gereken) bir itirazı anılan kapsamdaki insan hakları ihlallerine karşı dillendirmeleridir.
Sokakta yürüme özgürlüğünü savunmayacaklarsa neyi savunacaklar?
Son söz: kimi zaman yumurta erdemin, ifade özgürlüğünün en çıplak ifadesidir. (CA/EÜ)