*Görsel betimleme: Fotoğraf, bir grup insanın beyaz bastonlarla asfalt yolda yürürken çekilmiştir. Bastonları tutan insanların bacakları ve ayakları görünmektedir. Yere düşen gölgeleri de görülmektedir.
En baştan mı başlasak?
Nefes alıyor olmak, bu dünyada bir ağırlığa, varlığa sahip olmak; en temel hakkımızı tanımlı getiriyor aslında.
Eşit ve farklılıklarımızla yaşama hakkı. Daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz üzere, eşitsizliği yaratan koşullar, inşa edilmiş normali üreten koşullardır.
Yani bu demek oluyor ki hayata hak gaspıyla başlamış oluyoruz ve ömrümüz o hakkı geri kazanma mücadelesiyle geçiyor. Yani vicdanlara oynamayı iş edinmişlerin kanıksanmış sağlamcılık ile arabesk bir şekilde kullandığı “hayata bir sıfır yenik başlama” ifadesini de çağrıştıran bir durum.
Aradaki fark dağlar kadar tabi. Evet hayata insanlar bilmem kaç sıfır yenik başlayabiliyor ama bu, kaderin onlara tekme tokat dalmasından kaynaklanmıyor.
O insanların kusurlu olmasından da kaynaklanmıyor ki kusur diye bir şey yok. Bu tamamen hayatın eşitsiz bir şekilde dizayn edilmesinden kaynaklanıyor. Ondan sonra da her şey yanlış atılan düğümlerin sürüklediği garip bir yumağa dönüşüyor.
Haklarımız yerine, bazılarımıza belli koşullarda verilen kırıntılar pozitif ayrımcılığın yaratılmasına hizmet ediyor ve eşit ilişki kurmamızı engelliyor toplumla.
Yani kırıntılar bile bir lütuf olarak görülüyor ve genellikle hak talebimizin önüne bir bahane olarak sunuluyor. Diğer taraftan bu kırıntılar muhataplarında gereksiz bir minnet duygusu yaratıyor ve hak mücadelesini yavaşlatıyor.
Yavaşlayan hak mücadelesi kırıntıların da geri alınmasına neden oluyor ve minnet duygusuyla yaklaşanlar o zaman harekete geçiyor. Hak savunur bir şekilde değil ama rica ederek. Hak savunuculuğuyla bu sürece dahil olanlara da haksızlık yapmak istemem. Sonra işler garip bir döngüye giriyor. Son günlerde yaşanan Özel Taşıt Muafiyeti tartışmaları bunun en güzel göstergesi. Gelin birlikte düşünelim.
Koşullar eşitlendi mi?
Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) konusu toplumla engellilerin ilişkisini göstermesi açısından da bir turnusol oldu. Her gün çevresinde onlarca ayrımcılığa tepki vermeyenler bu konuda yorum yapmaya başladı. “İstismarın farkında olduklarını” belirtti.
Evet ortada bir istismar var. Ciddi anlamda var ama bunun sorumlusu ÖTV’li araç kullanan engelliler değil direkt olarak.
Elbette onların da dahil olduğu istismar süreci var ama bu durum toplumda önemli bir etik sorunu olduğunu gösteriyor. Haksızlıklar içinde yetişen insanlar belli açıkları bulduğunda onu istismar ederek yeni bir haksızlık ile kendisine avantaj sağlıyor. Bunları tespit etmek ve sonlandırmak oldukça kolay olsa gerek.
Neyse ben işin bu boyutunda değilim. Birincil nedenin istismar olduğunu düşünmüyorum. Ben işin şu boyutundayım: daha önce de defalarca yazdığım üzere pozitif ayrımcılığı da bir ayrımcılık türü olarak görüyorum.
Toplumun tepkisini de kısmen anlıyorum. Bunun genel bir engelli nefretine dönüşmemesi koşuluyla.
Zira uğradıkları haksızlıkların nedeni engelliler değil. Günlük hayatta yaşanılan çok daha büyük haksızlıklara da tepki göstermelerini umduğumu belirtmeden de geçmeyeyim. Bu da bir tarafa.
Bir hakkın sınırlanması gündeme gelirken yerine ne konuyor? Tekerlekli sandalye kullanıcıları toplu taşımayı ne kadar kullanabiliyor?
O kadar sınırlı kullanabiliyor ki insan çileden çıkıyor. Bir arkadaşımın karın ortasında 4 saat otobüse binemediğine şahidim. Bu haksızlığı da kolektif olarak yüreğimizde hissedip toplumca tepki verseydik keşke.
İnsanların erişilebilir seyahat hakkını sağlamayıp bir de var olan hakkı geri almanın bir izahatı olduğunu düşünmüyorum. Tabii şunun da altını çizmek önemli. Kaç engelli araba alabiliyor? Alamayanlar da sonuçta yine toplu taşıma da eşitsiz koşullara mahkum oluyor. Zaten arabadan bağımsız olarak her yerde erişilebilirlik koşullarının sağlanması şart. Ondan sonra sıra gelir vergi indirimini tartışmaya. Hem de engelliler için değil tüm toplum için. Ama öncesinde erişilebilirlik ve eşitlik.
Bunun altını yıllardır çiziyoruz. Yani insanlar binemediği otobüslere serbest geçiş hakkına sahip olsa ne olacak?
Şartları eşitleyelim, indirim falan gibi bir derdimiz olmaz. Tüm toplum için olur ama kendimiz için olmaz sadece.
Ayrıca belli engel gruplarına araç şoför gibi olanaklar sağlamak gerekli ve bu bir ayrıcalık değil. Avrupa’da da örnekleri var. Olaya sadece körler açısından bakmadığım için bunun altını çizmeliyim. Benzer bir süreç evde bakım parası ve engelli maaşı için de geçerli. İnsanlar nitelikli çalışıp alnının teriyle parasını kazanmak istiyor.
Bu olanağı sağlamayıp verilen çok sınırlı ödeneği de lütuf gibi gösterip sürekli kesintiler yapmak, yukarıda belirttiğimiz noktaları haklı çıkarıyor. Tekrar altını çizelim, koşulların eşitlenmesini istiyoruz ayrıcalık değil.
Hak temelli gerçek bir engelli hareketine olan ihtiyaç
Yukarıda engelli hareketinin güncel durumunun ÖTV Muafiyeti tartışmalarına ve topluma yansımasına kısmen değindik.
Hatta geçen hafta da benzer bir konuyu işledik. Şimdi aynayı kendi yüzümüze tutalım. 2024’te hala bunları konuşuyorsak, bunda engelli hareketinin payı yok mu?
Yıllardır sürdürdüğümüz eşit ve erişilebilir bir hayat mücadelesinde cılız adımlar atan ama pozitif ayrımcılığa dair hakların budandığında ses çıkaran, ses çıkarırken de sürekli ricacı konumda duran, kanıksanmış sağlamcılığını sürekli dışa vurup vicdanlara oynayanların payı yok mu?
Bu bir polemik yazısı değildir. Hiçbir engelli örgütünü toplum önünde eleştirmem. Bu bir durum tespitidir.
Dünyada sosyal model bile yer yer aşılmışken, hala medikal modelin gölgesinde kendisini tanımlayan, kazanımdan çok lütuf peşinde koşan, hak temelli yapıları marjinal olmak ile suçlayan bir anlayışla bir yere gidilemez.
Tıpkı tam tersi noktada durup kendisini izole etme yöntemi benimseyenlerin de bir yere gidemeyeceği gibi.
Kadın ve LGBTİ+ hareketi bu alanda güzel örnekler yarattı son 30-40 yılda. Dünyada Sakat Hareketi de öyle. Hatta 2000’lerin başında dünyadaki sakat hareketinin güncelliğini buralara taşıma çabaları fena bir sonuç vermedi.
Engelsiz Erişim böyle bir sürecin ürünüdür mesela. Körlerin bağımsız oy kullanma hakkının uygulamada bazı sorunlarla birlikte olsa da kazanılmış olması bunun iyi bir örneğidir. Maalesef bazı kazanımlar elde edilmiş olsa da bu süreç biraz durağan işliyor.
O nedenle engelli hareketinin geniş kesimlerinin bir araya gelerek güçlü bir düşünme, sorgulama ve pratik üretmesi gerekiyor.
Yoksa tüm dünyada sosyal devlet uygulamalarının geriye çekildiği bir ortamda pozitif ayrımcılıklar kimsenin güvencesi olamaz. Değildi de zaten. O nedenle en temelden başlamak gerekiyor.
Varlığımızın herkesin varlığı kadar hak olduğu ve eşit, erişilebilir ve engelsiz bir hayatın zorunluluk olduğunu bilince çıkarıp mücadelesini vermeliyiz. Yoksa yıllar sonra da bunları konuşmaktan başka geleceğimiz olmayabilir.
(BS/EMK)