Pozantı Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'nda yaşananlar günlerdir kamuoyunda tartışılıyor. Yetkililer göreve çağrılıyor, sorumlulukları konuşuluyor, şimdi o çocuklara ne olacak düşünülüyor da düşünülüyor...
Röportajlar, basın açıklamaları, terfiler, yer değişiklikleri vs peşi sıra yapılırken geç kalınmışlığın sancısıyla öfkeler sağaltılmaya çalışılıyor.
Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Pozantı Çocuk Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'ndaki şiddetin bin bir biçimiyle ilgili "Sorumluluk gerektiren durum çıkarsa kimsenin gözünün yaşına bakmayız" diyerek sorumluluk gerekliliğine halen ikna olmuş gibi değil. Yine AKP Genel Başkan Yardımcısı, Adana milletvekili Ömer Çelik, Pozantı Cezaevi'ndeki çocukların devlete ve millete emanet olduğunu belirterek, "Bu çocuklara karşı kimsenin bir kusur ya da suç işlemesine müsaade etmeyiz. İşleyenin de gözünün yaşına bakmayız" diyerek devlet babanın çocuk yurttaşa karşı işlenecek bir "kusura" baba dilli kulak çekmesine tanık oluyoruz.
Şiddete maruz kaldığını söyleyen çocuklar her geçen gün artarken müfettişler, denetçiler açıklamalarda bulunarak psikolog ve pedagog eşliğinde sorunu rehabilite etmeye çalışıyor. Oysa çocuk N.S, müdürün uzattığı eli öpmedi diye "terörist" tokatlamalarıyla, devletin ıslahı ve sillesi arasında pek çok kez gidip gelmiştir.
Cezaevlerinde taciz, dayak, kötü muamele böylesine tanıklık ve kanıksanmışlıkla sürerken adli siyasi mahkûmiyet tartışmaları alıp yürüyor.
Terörle Mücadele Kanunu'nda yapılan değişiklikle çocukların 'terör suçlusu' statüsünden çıkarılarak adli suçlu muamelesi görmesi ve adli suçlularla aynı koğuşa yerleştirilmesi cezaevinin ihmali ve kusurunu ne kadar hafifletebilecektir?
Sorumlu personelin terfisi veya sürgünü soruşturmanın selameti içinmiş gibi yapılıyor. 12 Temmuz 2011'de ulaşan bir şikâyet mektubuyla başlayan taciz ve kötü muamele iddialarını "yeni bir iddia değildir, kamuoyuna yeniymiş gibi yansıtılıyor" hezeyanlı değerlendirmelere yer veriliyor.
Gösterilere katılan çocukların çırılçıplak soyularak halaya durdurulması beklendiği gibi, hoş geldin sopasına 'terörist' damgasıyla dayanması gerekiyor.
Cezaevlerinde dönüşüm
Türkiye'de 1980 sonrasında görünen neoliberal politikalar bağlamında baş gösteren dönüşüm süreci cezaevleri içinde de ciddi otorite krizinin yaşanmasına neden olmuştu.
Cezaevlerinin söz konusu dönüşümü nasıl yaşadığı ceza pratiklerinden mimariye, personelden idari sürecin işleyişine dek yaşanan dönüşüm, iktidarın karmaşık ve çelişkili doğasını gözler önüne seriyor.
Cezaevlerinde yaşanan çatışma, direniş, müzakere, bağımlılıklar, çözümsüzlükler yeni hegemonik alanlar oluşturmaya devam ediyor.
Söz konusu güç alanları, kurumsal bir mantık işlerliğiyle otoriter işlevini yitirmeden dönüştü.
Cezaevlerinde 2000'li yıllar itibariyle çok daha belirginleşen hatta AB uyum yasaları çerçevesinde de 'işkenceye sıfır tolerans' olarak birçok yönetmelikte, açıklamada yerini bulan uygulama değişikliğinin, cezaevlerinde otoritenin yeniden inşası için olduğu, ölümlü cezaevi operasyonlarıyla birlikte gelmesiyle belli değil mi?
"Gerekli bir kötülük olarak hapishane"
Hapishanenin bir cezalandırma yeri değil, topluma kazandırma ve yeniden toplumsallaştırma yeri olması gerektiği fikri 1945'ten sonra gün ışığına çıkmıştı.
Ardından altmışlı ve yetmişli yıllarda bir kısım sosyolog, hapishanenin ıslah edebilecek bir kurum olmadığı, fakat "gerekli bir kötülük" olduğu sonucuna varmıştı. Eğer bu kötülük gerekliyse, yokmuş gibi davranılamayacağı; hapishanelerin toplumun bir parçası olduğu kanaati ileri sürülmüştü. [1]
Cezaevi, hapishane, tutukevi, özgürlüğün sınırlandığı, cezanın icra edildiği mekânlar olarak gözetleyen, denetleyen, yalıtan mimari niteliğiyle, iktidar ve hiyerarşi ilişkilerinin yaşandığı kapalı bir evrendir.
İktidar ilişkilerinin aracı olmakla birlikte yeniden kurulduğu ve üretildiği alanlar olarak da aşikârdır. Bu aşikârlık içinde cezaevi personeli, devlet hizmetine içkin mevzuat ve yönetmelikler kapsamında mahkûmların ıslahı, iyileştirilmesi ve rehabilitasyonu süreçlerine dâhil edilmişlerdir.
Cezaevlerinde çatışmanın karmaşık dinamikleri kadar rehabilitasyon, topluma kazandırma ve benzeri sağaltıcı uygulamaların gerilimi, farklı boyutlarıyla ele alınmayı beklemektedir. İçerinin, kapalı evrenin tekinsizliği, sağaltılarak nasıl dönüştürülmektedir?
İnfaz hukuku ödetme, misilleme vb kısas değil topluma kazandırma amacını hangi koşullarda gerçekleştirmektedir? [2]
İyileştirmek suretiyle yeniden topluma kazandırmanın prensibini ortaya koyan "hükümlüye sorumlu bir yaşam sürdürme yetenek ve isteği kazandırılmalı..." [3] ifadesinde yer alan sürecin salt cezaevi koşullarında bile nasıl ve ne yönde gerçekleşeceği kuşkuludur. Kaldı ki, yaşamı sürdürme isteği bir yetenek geliştirmeye kalamayacak kadar kişinin sorumluluğundan çoktan çıkmıştır.
"İyileştirme," "topluma kazandırma," "iyileştirmek suretiyle topluma kazandırma" gibi kavramların içeriksel bir kesinliğe sahip olmaması ve olamayacağı gerçeği, bu alandaki tedbir ve faaliyetleri ceza muhakemesi dışında bir muhakeme ile değerlendirmeyi gerekli kılmaktadır.
Hükümlü, tutuklu tanımından, cezalandırılmasına sonra da topluma geri gönderilmesine kadar her aşamada neyin tedbir altına alındığı, kimlerin güvenli kılındığı örtülü kalmaktadır.
Suç tanımını başlı başına hukuki, siyasi, ekonomik bir değer değilmiş gibi ele almak büyük yanılgılar taşır.
Öyleyse hapishanelerin başlı başına, mutlak bir dışlanma mekânı olmasından öte, kurumun bağımlılıklar sistemi içinde işgal ettiği yer önemlidir.
Sayısız iktidar ilişkisinin kurulduğu; suç, ceza ve hegemonya ilişkilerinin şekillendiği cezaevlerinde 'güvenlik,' 'ıslah,' 'rehabilitasyon;' 'tekinsizlik,' 'isyan,' 'kaos'un boş bıraktığı alanları dolduracaktır.
Karşıtlıklara dayalı ideolojik kurumlar arasında olan cezaevi rıza, kabullenme, benimseme ölçeklerini farklı ölçülerle değerlendirmeye açmaktadır. Öyle ki zorunluluklar, haklar, sorumluluklar benzeri değişkenlerin ideolojik yorumudur kıyıcı ve kurtarıcı olan.
Onlar ki, pedagoglar eşliğinde çocuk; jandarmalar, gardiyanlar eşliğinde suçludur. Haklarıyla çocuk birey; sorumluluklarıyla pişman olmalıdır. Zorunluluklarıyla tutsak; yaşamaya zorunlu olmasıyla kurbandır. (YGY/HK)
[1] Bkz. Ahmed Othmani, Hapishaneden Çıkış, İstanbul: Metis Yayınları, 2003, s. 44.
[2] Veli Özer Özbek, "İnfaz Hukukunun Hukuk Düzeni İçindeki Yeri,"Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 4 Yılı Sempozyumu Teori ve Uygulamada Karşılaşılan Sorunlar, İstanbul Barosu Türk Ceza Hukuku Derneği, 2010, s. 53. İnfaz hukuku, ceza hukukunun bir kısmı olarak doğup gelişirken; zamanla bağımsız bir hukuk dalı halini almıştır. Bu nedenle infaz hukuku, ceza ve güvenlik tedbirlerine ilişkin mahkemelerce verilip; kesinleşmiş kararların yerine getirilmesinin esaslarını gösteren, kamu hukuku kapsamında bağımsız bir hukuk dalı olarak tanımlanmaktadır.
[3] Özbek, a.g.m., s.64.