Dünyamızın son 5-6 yılına kimilerine göre bir alt üst oluş, istikrarsızlık kimilerine göre ise bir değişim arayışı damgasını vuruyor. Bu yöndeki gelişmelerin kısa zamanda sonlanmayacağı ise en görünür olan şey.
Brexit çıkmazı
Birleşik Krallık’ta yapılan referandum hakkında elbette birçok şey söylenebilir. Fakat görünür sonuçlarından ya da nedenlerinden biri AB’ye egemen olan neoliberal ekonomik politikaların birinci derecede kendine bu çıkmazı örmekte sorumlu olduğu gerçeği. Ve önümüzdeki yıllarda (eğer egemen politik yaklaşımlarda köklü bir değişiklik olmazsa) AB’nin dünya siyasetindeki ikincil pozisyonun pekişerek, parçalanma ile yüz yüze kalınacağının aşikarlığı.
Bu yazıyı ilgilendiren ana mesele ise dünyanın değişimi dahilinde gelişen jeo-stratejik oyunlarda AB’nin pozisyonunun “emperyalist kuruluştu, belasını buldu” diyerek bir kenara itilemeyecek önemde oluşu. Çünkü bu durum 2. Dünya Savaşı sonrası şekillenen dengeleri alt üst etmeye aday. Aynı zamanda “ulus devletlere elveda, sınırları kaldırma” gibi idealleri de berhava eden, paralelinde mevcut sosyal hakların olduğu kadarını da budama gibi bir sonucu doğurması kuvvetle muhtemeldir. Nitekim bugünlerde Fransa’daki toplumsal hareketlenmenin odağını da bu mesele oluşturmakta.
Bu sürecin bir diğer kaçınılmaz sonucu ise Ukrayna krizi paralelinde ABD politikalarına iyice yaslanan AB’nin geçtiğimiz haftalarda gerçekleşen St. Petersburg Ekonomik Forumu’nda gardının düştüğü görülmüştü. İtalyan şirketlerle Ruslar arasında yapılan 1 milyar Euro'yu bulan ticari anlaşmalar fiilen, yürürlükte olan yaptırımların delinmesi anlamına geliyordu. Brexit’en çıkan sonuçlara en çok sevinenlerden birinin Putin yönetimi olacağı görünür gerçeklerden biri. Öte yandan ve belki de daha önemlisi AB’ye son yıllarda iyice hakim olan, açıkça ifade edilen hoşnutsuzluklara (Almanya Dışişleri Bakanı W. Steinmeier’in geçen haftaki açıklamaları örnektir) rağmen; yeni soğuk savaş konseptinin örgütleyicisi silah tüccarlarının, NATO eksenli militarist siyasetinin daha da güç kazanacağı gerçeğinin altını çizebiliriz.
Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) atakta
Geçtiğimiz hafta içinde Özbekistan'ın başkenti Taşkent'te iki günlük Şanghay İşbirliği Örgütü toplantısı düzenlendi. Gündemdeki ana maddelerden biri Hindistan ve Pakistan'ın üyeliğe alınmalarıydı. Bu yönde karar çıktı. Bir yılın sonunda bu ülkelerin gerekli prosedür değişiklikleriyle tamamen üye olmaları bekleniyor. ŞİÖ (1), böylece dünya nüfusunun yüzde 40'ını temsil edecek.
Bundan sonraki adımların ne olacağının işaretleri ise Putin’den geldi. İlki uzun zamandır gündemde olan İran’ın üyeliğinin meselesinin önünde uluslararası yaptırımların kaldırılması nedeniyle herhangi bir engellin kalmadığının açıklanmasıydı. Bir diğeri ise Afgan hükümetine Taliban vb.lerine karşı mücadele yardımın gündeme alınmasını ŞİÖ’nün önüne koymasıydı.
Bu gelişmelerin dünyanın şekillenişi açısından şimdiden çok kapsamlı sonuçları olacağını söyleyebiliriz. Ana hatlarıyla tabloyu çizmeye çalışalım.
İlki ŞİÖ’nün ana motoru olan Çin’in enerji ve ticari mal akışını batıya doğru yürütebileceği, büyütebileceği “Yeni İpek Yolu” diye tanımlanan koridorun önünde kağıt üzerinde herhangi bir ciddi engel kalmayacaktır. Bu durum aynı zamanda Hindistan ve İran’ın önüne de çok daha kapsamlı ticari olanaklar açacak.
İran’la ilgili üyelik meselesinin önümüzdeki hafta içi daha da belirginlik kazanması bekleniyor. Bu coğrafyada Karadeniz bağlantısında önemli rol oynayan Ermenistan ve Gürcistan’ın ise yeni çekişmelere sahne olması kaçınılmaz.
ŞİÖ sadece bir ekonomik organizasyon değil. Aynı zamanda kendini bir güvenlik organizasyonu olarak tanımlıyor. Askeri işbirliğinin ağırlık konularını siber casuslukla mücadele, istihbarat bilgilerinin paylaşımı ve ortak anti terör operasyonları düzenlenmesi oluşturuyor. Birliğe üye ülkeler arasında geçen hafta Rusya ve Çin arasında imzalanan terörle mücadele, göç gibi meseleleri gündeme alınan protokol gibi ekstradan güvenlik anlaşmaları da var.
ŞİÖ ve üye ülkelerin ilişkilerinin sorunsuz ilerleyeceği, Çin’in önüne büyük olanakların kolayca açılacağı elbette söylenemez. Fakat Çin açısından ABD eksenli Asya-Pasifik hattında kurulan kuşatmayı bir anlamda yarması anlamına gelecektir. Keza Güney Çin Denizi meselesi üzerinde yoğunlaşan kuşatmaya Hindistan da dahildi (2). Ve geçtiğimiz günlerde Çin’e karşı düzenlenen deniz tatbikatına ABD ve Japonya ile birlikte iştirak etmişti.
Narendra Modi’nin milliyetçi hükümeti ile birlikte genel planda daha atak bir görünüm çizen( Tayland’la geliştirilen askeri ilişkiler ve geçen hafta Hindistan 20 uydu taşıyan bir roket fırlatması bu duruma örnek gösterilebilir.) Hindistan’ın kendi politikalarından tasarruf ederek ŞİÖ’nün yönlendiricisi pozisyonundaki Çin’e kolay lokma olması beklenmemeli. Postmodern yeniden paylaşım savaşının karakteri itibarıyla yarın Hindistan’ı başka bir cephede de görebiliriz. Bu İran için de geçerli.
ŞİÖ’nün önüne bir diğer çıkabilecek engel ise İsrail-Türkiye-NATO ve KDP ekseninde gelişen güç birliği olabilir.
Almanya-Çin
Almanya Başbakanı Angela Merkel, iki hafta önce, Çin’e üç günlük bir ziyaret düzenledi. Merkel, Çin’den Alman yatırımları için hukuk güvenliği talep etti. Çin'in şu anda üretim fazlası olan büyük miktarda çeliği ihraç etmesini dert etti. Ayrıca Çin’deki insan hakları meselelerini kendi siyasi ekonomik taleplerine adeta meze yaptı. Nedense insan haklarından bahsedilecekse bütün acımasızlığıyla kapitalizm çarkını her gün kelimenin gerçek anlamıyla kanıyla, iliğiyle çeviren Çinli işçilerin yaşam koşullarından söz etmek aklına gelmedi.
Çin ise Avrupa’ya yaptığı sermaye ihracına yenilerini ekleme peşinde. Geçtiğimiz günlerde Frankfurt Hann havaalanı ve İnter kulübünü satın almalarının ardından şimdi de Almanya'nın önemli endüstriyel robot şirketi Kuka’yı alma arayışında. Asıl derdi ise Almanya üzerinden Dünya Ticaret Örgütü nezdindeki statüsünü değiştirmek istiyor. Bunun için AB'den piyasa ekonomisi statüsünü tanımasını talep ediyor. Ancak AB'ye üye ülkelerden bazıları Çin ekonomisinin halen büyük oranda devlet kontrolü altında bulunduğu gerekçesiyle buna karşı çıkıyor.
Sonuçta ŞİÖ ve dolayısıyla Çin’in AB üzerinde ekonomik anlamda daha baskın politikalar izleyeceği, gelecek yıllarda sermaye birikiminin Çin’deki durgunluk göstergelerine rağmen Doğu’da artacağı(3), buna karşın Pentagon eksenli NATO siyasetinin silahlandırmayı tırmandıran “yeni soğuk savaş” politikaları ile karşılık vereceği şimdiden görülebilir.
Peki bütün bu paranın gücü ekseninde dönen paylaşım savaşında sınıfsız, sömürüsüz bir dünya isteyenlerin yeri ne derseniz, elbette herhangi bir egemen gücün cephesi olamaz. Bizim yerimiz hala yeni bir dünyayı kurmak için, zincirin en zayıf halkasını kırmakla başlayıp, modern kölelik prangalarını bütün yeryüzünde işlevsiz kılmak için uğraşanların yanıdır. (AS/HK)
(1) Merkezi Pekin'de bulunan örgüt 2001 yılında Çin, Rusya, Kazakistan, Özbekistan, Tacikistan ve Kırgızistan'ın katılımlarıyla kurulmuştu. Belarus, Afganistan ve Moğolistan gözlemci statüsünde bulunuyor. Türkiye ve Sri Lanka ise diyalog ortağı olarak anılıyor. Son toplantıya Türkiye davet edilmedi.
(2) Bu hat Afganistan, Hindistan, Tayland, Malezya, Endonezya, Avustralya, Filipinler, Vietnam ve Japonya’dan oluşuyor.
(3) Bu konudaki yeni veriler için Finans şirketi Capgemini tarafından hazırlanan yıllık rapora bakılabilir.
(4) Son dönemde ŞİÖ coğrafyasında bazı hareketlenmeler göze çarpıyor. Geçtiğimiz haftalarda önce Kazakistan’da sonra da Dağıstan’da “İslamcı teroristler”le olduğu iddia edilen bazı kanlı çatışmalar yaşandı. Sonrası ise Şanghay Uluslararası Havalimanı’ında el yapımı bombalar patladı.