Günümüzün en çok okunan kültür teorisyenlerinden Byung-Chul Han’ın “Anlatının Krizi” kitabı, post modern çağda kapitalizmin el atmadığı nadir alanlardan biri olan anlatı geleneğinin de artık “vitrin”e konduğu görüşünü paylaşıyor.
Byung-Chul Han, 1959’da Güney Kore’nin Seul kentinde dünyaya gelmiş. 1980’de Almanya’ya yerleşen Byung-Chul, Freiburg ve Münih’te felsefe, Alman edebiyatı ve Katolik teolojisi okumuş. İlerleyen zamanlarda etik, fenomenoloji, kültür kuramı, estetik, din, medya, popüler kültür, kültürler arası felsefe, iktidar, neoliberalizm, kapitalizm gibi konular üzerinde çalışmalar yapmış. 2012 yılından beri Berlin Sanat Üniversitesi’nde felsefe ve kültürel çalışmalar alanlarında dersler veren Byung-Chul Han’ın özellikle neoliberalizme yönelik eleştirilerinin yer aldığı yazıları birçok dile çevrildi. Son yıllarda yazdığı kitaplarla ve çalışma alanları üzerine verdiği röportajlarıyla dikkatleri üzerinde toplayan ve günümüzün en çok okunan kültür teorisyenlerinin başında gelen Byung-Chun Han’ın Ketebe Yayınları’ndan Murat Erşen çevirisiyle yayımlanan “Anlatının Krizi” adlı kitabı kısa süre önce Türkiyeli okurlarla buluştu.
“Dünyalıları” birbirine bağlayan, “varlığı” olumlayarak ortak bir dil huzurunda bu bağı kenetleyen “anlatı”nın artık bir tüketim metasına dönüştüğünü anlatan “Anlatının Krizi”, kapitalizmin el atmadığı nadir alanlardan biri olan bu kadim geleneğin de artık “vitrin “e konduğu görüşünü paylaşıyor.
“Rivayet, anlatı veya kıssa; roman, hikâye, masal, senaryo vb. kurgusal veya kurgusal olmayan edebî türlerde bir olay dizisini anlatma biçimidir. Anlatı insan yaratıcılığının ve toplumu etkileme sanatının bir yüzüdür.” Anlatının anlamı Vikipedi’de bu şekilde geçiyor. Ancak günümüzde bir nevi “meddah geleneğinin” önce yazıya, sonra da dolaylı olarak paraya dönüşen bir anlatı furyasının içinde yaşıyoruz. Sözlü geleneğin devamı olan anlatının bu kadar ayağa düşmesinde, edebiyatın da ayağa düşmesinin etkisi var kuşkusuz fakat hikâye anlatıcılığının aynı ateş etrafında toplanıp tüm kulakların “anlatıcı”ya çevrildiği zamanlar çoktan geçti. Bunu biliyoruz. Byung-Chun Han da biliyor ve en çok da bundan rahatsız olduğunu ifade ederek, önceleri bir topluluk oluşturan anlatının meydana getirdiği yeni toplumu “tüketiciler” olarak tanımlıyor. Haksız olduğunu söylemek ne mümkün! Anlatı, dolaşım görevini yitirdi. Söz ağızdan, yazı kalemden çıktığı anda iş işten geçmiş oluyor.
Günümüzde, günlük yaşamımız içinde birbirimize daha az hikâye anlattığımızı söyleyen Byung-Chun Han, bu fikrini kitapta şöyle dile getiriyor:
“Hikâye anlatmak düşüşte çünkü iletişim enformasyon alışverişi şeklinde gerçekleşiyor. Sosyal medyada neredeyse hiç hikâye anlatılmıyor. Hikâyeler empati kapasitelerini geliştirerek insanları birbirine bağlar. Gerçek bir topluluk yaratırlar. Akıllı telefon çağında empatinin ortadan kaybolması, bu teknolojinin bir hikâye anlatma aracının olmadığının açık bir işaretidir. Teknik özellikleri zaten hikâye anlatmanın önünde bir engeldir. Tuşlarla yazmak, dokunmak ve kaydırmak anlatı jestleri değildir. Bir akıllı telefon yalnızca hızlandırılmış enformasyon alışverişine izin verir. Anlatıcılık ise yakın dinleme ve derin dikkat gerektirir. Anlatı topluluğu dikkatli dinleyicilerden oluşan bir topluluktur. Gelgelelim dikkatle dinleme sabrını, hatta hikâye anlatma sabrını giderek kaybediyoruz.”
Byung-Chun Han’ın belirttiği gibi her şeyde olduğu üzere hikâye anlatma ve dinlemede de evet, “sabrımız taşıyor”. Bunun nedenlerini de hepimiz biliyoruz. Byung-Chun Han’ın kitabında belirttiği üzere hikâye anlatıcılığı günümüzde “patolojik” bir olguya dönüşmüş durumda. “Anlatının Krizi” de bu “hastalıklı” durumun sebeplerini bir bir ortaya döken ve eskiye dönülmezse “metastazın” kaçınılmaz olduğunu vurgulayan kapsamlı veri ve analizlerle donatılmış bir kitap.(BS/AÖ)