Bugün Avrupa başta olmak üzere, dünyanın dört bir yanına aşırı sağın, popülizmin ve milliyetçiliğin yükselişinin yarattığı tedirginlik hâkim.
Söz konusu hareketler faşizme çalsa da müphemlik çağında, zamanın ruhuna uygun olarak onlara tam anlamıyla faşizm diyemiyoruz. Çünkü her birinin ortaya çıkış nedeni, gerekçesi, dayandığı fikrî altyapı ve etki alanı farklı.
Zygmunt Bauman’ın ifadesiyle 'akışkanlık' içinde aşırı sağ, popülizm ve milliyetçilik her an başka bir şekle bürünüp hiç beklemediğimiz insan ve grupların taraftarlığını kazanabiliyor ya da düşmanlaştırdığı kitle veya şeyler değişebiliyor.
Enzo Traverso, bu değişkenlikten ve akışkanlıktan hareketle bildiğimiz faşizm tanımının yeterli olmayacağını; söz konusu heterojen ve karma durum için 'post-faşizm' kavramının uygun düşeceğini belirtiyor. Günümüzün popülist, aşırı sağcı ve milliyetçi oluşumlarının kendine has özellikleri nedeniyle arı duru kavramlaştırmaların ve sağlam temellere dayanan değerlendirmelerin imkânsızlığına dikkat çeken Traverso, Faşizmin Yeni Yüzleri’nde zamanımızda yükselişe geçen bu hareketlerin öncekilerle bağlantısını ve ayrıldığı noktaları çözümlüyor.
Bir mutasyon süreci
Traverso, faşizm kavramının günümüzde hem tarihsel bağlamından koparılarak hem de anlamı bulanıklaştırılarak gelişigüzel kullanıldığı uyarısında bulunuyor. Post-faşizmin ise "henüz berraklaşmamış, geçici ve değişken bir fenomeni betimlemeye yardım ettiğini” söylüyor:
Post-faşizm farklı. Matrisi, birçok durumda klasik faşizmle aynı fakat kendisini klasik faşizmden özgürleştirmiş. Bu hareketlerin çoğu artık ‘bu aynı soydan gelmeyi’ iddia etmiyor, dolayısıyla kendilerini neo-faşizmden açık bir şekilde ayırıyor. Dahası, artık ideolojik seviyede klasik faşizmle görünür herhangi bir süreklilik arz etmiyorlar. Bunları tanımlamayı denersek bu faşist başlangıç tecrübesini yok sayamayız ve başlangıca dair bu matrisler olmadan da post-faşizm var olamazdı zaten. Aynı zamanda bu hareketlerin evrimini de hesaba katmak zorundayız çünkü hâlâ dönüşüyor ve bugün, akıbetini bilmediğimiz bir yöne doğru gidiyorlar. Daha dakik, sabit bir siyasi ve ideolojik karakterle yeni bir şeyi mesken tuttuklarında, yeni bir tanımı biçimlendirmek gerekecek.
Klasik faşizmin bir mutasyon sürecine girdiğini ve yeni dönemde henüz tam manasıyla bir kristalleşme gerçekleşmediğini vurgulayan Traverso, 'faşizm bitti' ihtiyatsızlığına da 'faşizm hortladı' aceleciliğine de katılmıyor. Ekonomik durgunluğun, göçmen sorununun, bölgesel gerilimlerin ve savaşların, sosyolojik krizlerin ve yabancı düşmanlığının yeryüzüne neo-faşizm tohumları ektiğini fakat meselenin hâlâ geçici ve değişken karakterde olduğu notunu düşüyor. İşte bu nedenle 'post-faşizm' kavramını kullanırken işlerin 1930’lardaki gibi 'her şey mümkün' aşamasına gelmediğini söylüyor.
Traverso’ya göre farklı yüzler sergileyen ya da başka maskelerle karşımıza çıkan aşırı sağla İspanya’da, Yunanistan’da, Fransa’da ve diğer ülkelerde aynı şekilde mücadele etmek mümkün değil. Üstelik Jean-Yves Camus’nün ve Nicolas Lebourg’un 'ulusal popülizmler' kavramlaştırmasının da eksik olduğunu çünkü “günümüzün aşırı sağ hareketlerinin ortak bir ideolojiye dayanan yeni bir siyasi aile kurmanın uzağında bulunduğunu”, dolayısıyla popülizmin de aşırı sağın da ülkeden ülkeye farklı özellikler gösterdiğini düşünüyor.
Sosyal medya ve televizyon yıldızlarını (örneğin Trump) ya da Avrupa’daki güncel sorunlar üzerinden sabun köpüğü politika üretenleri 'faşist' ve 'popülist' diye nitelemenin yanlışlığını vurgularken tarihsel temellere dayanan bir yorum yapıyor:
Avroya karşı çıkan yeni Avrupalı sağ, çok daha ‘topluma yönelik.’ Fakat Birleşik Devletler’de, kurulu düzene karşı sosyal muhalefet Bernie Sanders tarafından temsil edildi. Yine de klasik faşizmler neoliberal değildi, devletçi ve emperyalistti; askerî büyüme politikalarını destekliyorlardı. Trump, devletçilik karşıtı ve daha ziyade tecritçi çünkü Amerikan savaşlarına karşı çıkıyor ve Putin’in Rusyası’yla bir uzlaşmayı savunuyor. Faşizm her zaman ulusal ve ırksal topluluk fikrini desteklerken Trump bireyciliği vaaz ediyor. Amerikanizmin yabancı düşmanı ve gerici versiyonunu cisimleştiriyor: Sosyal-Darwinist, kendi kendine yetişmiş bir adam, silahlanma hakkını iddia eden yasadışı kanun infazcısı, göçmenler ülkesinde bir azınlığa dönüşen beyaz halkın öfkesi.
‘Günümüzdeki tek siyasi din piyasa putperestliği’
Yeni aşırı sağ hareketlerin yabancı düşmanlığı ve İslamofaşizm karşısında şekillenen milliyetçilik babında klasik faşizmle benzeştiğini söyleyen Traverso, faşizmin tutarsızlıklar, gerilimler ve çatışmalar barındırdığını, hatta bunları tetiklediğini hatırlattıktan sonra günümüze dönüyor:
Bugün post-faşizmin temel karakteri, eski faşizmin mirasıyla kendi geleneğine ait olmayan yeni unsurların aşılanması arasındaki, ‘çelişkili bir arada varoluşta’ yatıyor. Bu da basit bir sebepten dolayı mümkün: Elverişli bir küresel bağlamın varlığı. Aslında, bu tutarsızlık ve bu ideolojik kırılganlık unutmayalım ki diğer partilerde de bulunuyor. Avrupa’daki diğer aşırı sağ partiler gibi Ulusal Cephe, kamusal alanın dönüştüğü ve politik dünyanın değiştiği bugünün dünyasında siyaset yapıyor. Yirminci yüzyıl, ideolojik zemine, toplumsal tabana, milli yapıya dayanan ve sivil toplumda kökleri bulunan büyük kitle partilerine sahipti ama artık bunlar yok. Siyasi partilerin artık ideologlara ihtiyacı kalmadı.
Traverso, aşırı sağın Avrupa’daki seyrini incelerken kıtanın durumunun 1930’lardan farklı olmasına rağmen, post-faşizmin nefret mekanizmasının tarihsel bağlam değişse de benzer şekilde işlediğini görüyor. Mesela beyaz Avrupalılar, Müslümanlar ve göçmenler için bir baskı, dışlama ve şiddet söylemi üretebiliyor. Bu, yer yer eyleme dönüşebiliyor. Mevcut durumun benzeri ABD için de geçerli.
Traverso, post-faşizme yakın geçmişten kalan miras ve bugünün gelişmeleri (İslamofaşizm, İslamofobi, aşırı sağ, popülist hareketler, yabancı düşmanlığı vd.) bağlamında bakarken siyasi din hâline gelmeye çalışan totalitarizmin ortalığı kasıp kavurduğu dönemle bugünü karşılaştırıyor bir kez daha:
Bugün yirminci yüzyıldan bildiğimiz herhangi bir siyasi veya seküler dinin varlığını görmüyorum. Yirminci yüzyıldakiler dinin yerini almaya çalışan ideolojilerdi. (...) Günümüzdeki tek siyasi din, nihai olarak belki de ‘piyasa putperestliği.’ Kutlanması ve karşı konulmaması gereken tek kutsal varlık piyasa. (...) Yirminci yüzyılda faşizm, etnik olarak homojen ve ırksal topluluk olarak görülen ulusu ‘ıslah etme’ projesiydi. Faşizmin özü böyleyse mevcut aşırı sağ hareketleri, pek çok aşikâr farka rağmen, klasik faşizmin mirasçıları diye tanımlamak yanlış olmaz.
Elbette, faşist sözlük değişti ve faşizmin ‘hayali cemaatleri’ yeni özelliklere ya da başka bir ifadeyle yeni mitlere sahip oldu. Düşmanlarına karşı savunulan veya yeniden tesis edilen sözümona asli bir saflık tayin etti. Bu düşmanlar göç (‘büyük yer değiştirme’), beyaz karşıtı ırksal istila, geleneksel değerlerin feminizm ve LGBTİ+ ile yozlaşması, İslam ve temsilcileri (terörizm ve ‘İslami solculuk’) gibi şeyler. Bu neo-faşist dalganın ortaya çıkışı için öncüller, küresel elitlerin hegemonya krizinde yatıyor.
Traverso, Régis Meyran’ın sorularına verdiği yanıtlardan oluşan Faşizmin Yeni Yüzleri’nde, Fransa’yı merkeze alarak günümüzdeki aşırı sağ hareketlerin klasik faşizmden hangi noktalarda ayrılıp hangilerinde onlarla birleştiğini, bunlara verilen ve veril(e)meyen sol tepkileri tarihsel atıflarla inceliyor. Zamanımızın belirsizlikleri ve politik tutarsızlıkları nedeniyle aşırı sağa ve popülizme faşizm değil, post-faşizm denebileceğini söylerken geçmiş ve bugün karşılaştırması yaparak eleştirel tarihyazımı örneği sunuyor bize.
*Faşizmin Yeni Yüzleri, Enzo Traverso, Çeviren: Kadir Filiz, Ayrıntı Yayınları, 128 s.
Kitaba buradan ulaşabilirsiniz
(AB/HA)