Türkiye’nin içine girmiş olduğu barış süreci, AKP ve BDP’nin temsil ettiği iki temel siyasetin etrafında şekillenen bir süreç olarak görünse de, toplum ve siyaseti dönüştürme potansiyeli bakımından Türkiye’deki bütün siyasal aktörleri ve yurttaşları yakından ilgilendiren bir süreç.
Türkiye’nin siyaset yapılanması ve bu yapılanmaların üretmiş olduğu politik söylemler büyük oranda soğuk savaş döneminden kalma. AKP’nin 2002’de “Milli Görüş gömleğini değiştirdik” söylemi aslında 1970 başlarında Erbakan liderliğinde Kemalizm ve laiklik karşıtlığı üzerine şekillenmiş olan“dini kimlik” siyasetinden istifa edip kitle siyasetine geçiş söylemiydi. CHP ve MHP’nin eski politik söylemlerinde bir değişiklik görülmezken; yeni dönemde yeni bir siyaset söylemi üretmekten de uzak görünüyorlar. Türkiye’de uzun zamandan beridir AKP’ye karşı CHP üzerinden bir muhalefet geliştirmek, CHP’yi sosyal demokrat bir çizgiye zorlamak konusunda hem tartışmalar hem de umutlar bitmiş durumda.
Post-barış döneminde BDP ya da Kürt siyasal hareketi Türkiye’de güçlü bir muhalefet oluşturmanın önemli bir adresi olacaktır. Kürt siyasal hareketi önümüzdeki günlerde Diyarbakır, Ankara, Erbil ve Avrupa’da yapacağı geniş konferanslarda eğer bu fırsatları ve potansiyeli görüp, buna uygun söylem ve dil geliştirirse birçok çevrenin ilgi odağı ve AKP’ye karşı olası bir muhalefet tartışmasının da merkezinde olacaktır. Birbirinden tamamen farklı gelenekler olması ve farklı politik süreçler yaşamasına rağmen ”etnik kimlik” merkezli Kürt siyasal hareketi ile “dini kimlik” merkezli milli görüş hareketinin toplumsal destekleri nicel olarak birbirine çok yakındı. AKP’nin nasıl “kimlik” siyasetinden kitle siyasetine dönüştüğü, sağ siyaseti nasıl toparladığı yanıbaşımızdaki örnektir.
Güncelin algısıyla bu iki siyasete baktığımızda çok yakın paralellikler görünmeyebilir ama 2000 öncesi Türkiye’ye baktığımızda milli görüş siyasetinin içinde bulunduğu durum ve devletin bütün kurumları, medya ve oluşturulmuş toplumsal algı bu siyasetin çok da lehine değildi. BDP’nin bugünkü konumu, post-barış döneminde oluşacak toplumsal ve siyasal normalleşme ve en önemlisi de çatışmaların olmadığı bir dönemde toplumsal algıların hızla dönüştüğünü varsayarsak barış süreci BDP’ye hiç olmadığı kadar imkanlar sunuyor. Son yapılan anketlerde BDP oylarının yükseliyor olması [Mart 2013 Konda; BDP 7,6, Sonar; BDP 7,9, A&G; BDP, 8,2], Urfa’nın CHP’li Halfeti belediyesinin BDP’ye geçmiş olması bunun ilk işaretleridir. Eğer BDP düşünülen dönüşümü yapıp demokratik bir muhalefet oluşturursa CHP’de kimlik bunalımını yaşayan çok geniş bir kesimin yeni adresi olabilir. Sadece CHP’de değil AKP’nin kurucularından Ayşe Böhürler 4 Mayıs’ta “Eski İslamcılar, Yeni Gençler” başlıklı makalesinde “ bugünkü İslamcılık; AVM’ler, kalkınma, büyüme, liberal ekonomi, muhafazakar siyasal bileşkesinde tüketim odaklı dindar bir hayat tarzı dışında gençlere ne vaat ediyor” sorusuyla AKP tabanındaki rahatsızlığa ve bunalıma işaret ediyor.
BDP’de kimlik söyleminden kitle siyasetine geçip demokratik bir muhalefet oluşturmanın yegane yolunun bir çok liberalin önerdiği AKP tarzı “merkeze doğru hareket” olarak değil; tam tersi “çevre”de durarak “çevre” de demokratik bir muhalefet oluşturup, güçlü bir kitle siyasetine sahip olmasıdır. BDP yeni dönem siyasetinin temel söylemini bu geniş “çevre”nin talebi olan sosyal adalet sistemi üzerine sosyal politikalar üreterek cevap verebilir ve önceliği de bu olmalıdır.
AKP nasıl “ekonomik büyüme“ üzerinden politikalar üretip, bunun üzerinden toplumsal tabanı genişletip önyargıları kırmışsa, BDP de sosyal politikalar üreterek hem AKP’ye karşı demokratik muhalefet oluşturabilir ve geniş “çevrenin “ taleplerini sahiplenir hem de kendisine karşı olan önyargıları kırabilir. Bu aynı zamanda BDP için bir zorunluluktur; çünkü uzun yıllar yoksul Kürt kitlesinin duygularını canlı tutan, organize eden ve kırılmasını engelleyen gerilla savaşıydı. Gerilla savaşının olmadığı bir dönemde BDP ancak üreteceği sosyal politikalarla kendi kitlesinin dinamik ve diri yapısını koruyabilir. AKP’nin yaygın olarak Kürt illerinde “sadaka” olarak dağıttığı, insan onurunu zedeleyen ve yeni bir bağımlılık ilişkisi ve siyaset sömürüsünü oluşturan yardımları yasallaştırıp Batı’da bir çok devlette olan işsizlik vergisi benzeri formlara kavuşturması gerekir.
İkinci olarak, BDP demokratik bir muhalefet oluşturmanın önündeki engellerden biri olan; Kürt kimliği üzerine şekillenmiş olan “irrasyonel” Kürt milliyetçiliğini rasyonelleştirmek zorunda. Öcalan’ın uzun zamandır işlediği demokratik bir Türkiye ve Ortadoğu denkleminde Kürtlerin kimlik haklarının garantileşeceği söylemine karşın; Kürtler arasındaki “bağımsız devlet” ve “dört parçanın birleşmesi” gibi irrasyonel söylemlerin sadece zaman ve enerji kaybı olduğunu, demokratik bir kitle muhalefeti üretip demokratikleşen bir Türkiye’nin öznesi olduğu müddetçe hem Türkiye’deki Kürt kimliğinin hem de bölgedeki Kürtlerin kazanımlarını garantileyecektir.
Üçüncü olarak; BDP’nin çok yabancısı olmadığı, demokratik kimliğinin zayıflığından dolayı kısmen başarılı olduğu Türkiye’deki inanç politikasıdır. Diyanet işlerinin kaldırılması, toplumun dini ihtiyaçlarının topluma devredilmesi, “Müslüman kimliği” ve “Alevi kimliği”nin bütün haklarının iade edilmesi ve yasal statüye kavuşturulmasının mücadelesini aktif bir şekilde vermelidir. Bunun mücadelesini sadece politikalarıyla değil aynı zamanda temsiliyette bu kimliklerini nötralize etmiş kişilerin aksine, bu kimlikleriyle öne cıkmış, bilinen kişilere temsiliyetin her aşamasında yer verilmeli, bu politikaların özneleri haline getirilmeli.
Bütün bu fırsatlara karşın BDP’nin önündeki temel engel ise otuz yıldır savaş ortamında “etnik kimlik” ekseninde şekillenmiş bir geleneği, bu geleneğin söylemlerini, alışkanlıklarını, sembollerini nasıl dönüştürüp demokratik bir siyasetin parçası yapacağıdır. (ÖÇ/HK)
* Ömer Paçal, Washington, Mimar SinanÜniversitesi., Sosyoloji, Yüksek Lisans