80’li yılların ortaları. Urfa’nın Siverek ilçesinde tanınmış bir aşiretin kızı olan Zeynep, kan davalı oldukları başka bir aşiretin oğluyla gerilla saflarına katılır. Aradan üç yıl geçer, Zeynep annesini çok özlemiştir. Annesine haber salar ve onu gece görmeye geleceğini söyler. Annesi heyecanla kızının gelişini beklerken, kızına öfkesi dinmeyen babası Zeynep’i devlet güçlerine ihbar eder.
Gece olunca Hemo köyünün köprüsüne varan Zeynep ve dört arkadaşı jandarma tarafından pusuya düşürülür. Sabaha kadar süren çatışma sonrasında Zeynep ve arkadaşları öldürülür. Haberi alan köylüler, olay yerine gelirler. Korku salmak ve ibret olsun diye kimseyi cenazelere yaklaştırmaz jandarma. Haberi alan köylülerin arasında Zeynep’in annesi de vardır. Köprüde öylece uzatılmış olan Zeynep’i kınalı saçlarından tanır ve "Pore delalamin sor e" (nazlı kızımın saçları kızıldır) diye feryat ederek ağıt yakar.
Bir strana dönüşüp dillerden düşmeyen o ses geliyor kulağıma “Porê delala min sore” ve dağıtıyor havayı. İçine düştüğüm kuyunun derinliklerinden çıkıyorum sanki. Güneş yüzüme vurup gözümü kamaştırıyor, kendime gelmeye çalışıyorum. Öyle dalmışım ki nerede olduğumu bile unutmuşum. “Porê dayika min sor e” ne de güzel söylüyor. Kim söylüyordu? Neredeydim ben?
Etrafıma bakınıyorum, doğru ya Sülüklü Han burası. Avlu Ramazan ayının etkisinden olsa gerek biraz daha tenha. Enerjisi ve ambiyansı her zamanki gibi çok farklı. Bilgisayar açık, toparlayamadığım kelimeleri yazmamı bekliyor. İçmeyi unuttuğum kahve soğumuş çoktan. Aşina olduğum müzikler çalıyor. Ama bu tanıdık melodiye daha önce rastlamamıştım burada. Daldığım yerden beni çıkartan çok ‘içeriden’ gelen bu sese kulak kesiliyorum. “Porê dayika min sor e”
Ve şarkının hikayesi geliyor yeniden aklıma. Her dinlediğimde olduğu gibi annesinin bu yakıcı söylemiyle dağlanıyor yüreğim.
Sonra ses daha yakından geliyor, kafamı kaldırıp bakıyorum, masamın karşısındaki sandalyeye oturmuş, söylemeye devam ediyor. “Porê hevala min sor e”. Güneş yüzünü aydınlatıyor. Biraz zayıflamış sanki. Ama yüzündeki gülümseme hiç değişmemiş. Gözlerindeki umut ışığı aynı canlılıkla parlaklığını yitirmeden çakıyor. O kadar içli söylüyor ki içime işleyip, burnumun direğini sızlatıyor. Babam oluyor önce beni korumasını istediğim, sonra evladım oluyor koruyup kollamak istediğim, sonra kardeşim, yoldaşım oluyor sarıp sarmalamak istediğim.
“İyi misin?” diyorum. Vereceğin cevapla beni boşa çıkartacağını biliyorum aslında. Aynı davaya baş koymuş senin gibi binlercesinin olduğundan, kötü durumda olan hasta tutsaklardan, ziyaretçilerinin gelmekte zorlandığı insanların varlığından söz edeceksin.
Ben durmadan konuşuyorum, o dinlemekle yetiniyor.
“Biliyor musun benim hiçbir zaman bir kahramanım olmadı” diyorum. Hani kime sorsan “çocukluğumdaki kahramanım babamdı” derler ya. Benim o da olmadı. Kimseye körü körüne bağlanmadım, putlaştırıp tapmadım. Çok zorlarsam belki Heidi’ydi kahramanım diyebilirim.
Delal ve Dilda’nın kahramanısın sen. En verimli ve sana en çok ihtiyaçlarının olduğu zamanlarında yanlarında değilsin. Özlemden söz etmiyorum bile. Onu tarif edecek kelimelerim yok, bunu yaşayandan başkası bilemez.
“Annemin saçları kızıldır” diyorsun şarkıda. Annen dinlerken ne hissediyor acaba? Yerine koyamıyorum kendimi. Tıpkı “Porê delala min sor e” diyen Zeynep’in annesinin yerine koyamadığım gibi.
Kaç yıllık ömrümüz vardı ki bu dünyada? Onu da sevdiklerimizden ayrı geçiriyorduk. Ne suç işlemiştin sen? Ya da diğerleri? Şimdi diyecekler ki “saçmalama, tamamen siyasi gerekçelerden dolayı rehin tutuluyorlar”. İyi ki hatırlattınız bilmiyordum.
Bazılarına göre ise eli kanlı mafya babaları bile senden daha masummuş. Ve insanın insana ettiği kötülüğü akrep bile etmez insana. Cümle mahlukat dile gelip aman diler ama insan dediğiniz durmaz, kıyıp da geçer. İktidar uğruna, hırs uğruna etmediğini bırakmaz. Bunu senin şahsında bir kez daha gördük.
Sende de öyle oluyor mu bilmiyorum ama insan bazen dara düştüğünde bir sese ihtiyaç duyar ya hani. Kendi kendine yetmediği zamanlarda yalnız olmadığını hissettirecek “Birlikte kalkarız bunun altından” diyerek, güç verecek bir sese. Sesini özleyenler var biliyor musun? Tıpkı iki yıldır tecrit altında tutulduğu için duyamadıkları başka bir sesi özledikleri gibi.
Hani hatırlıyor musun bir keresinde Diyarbakır’daki bir mitingin ardından çıkan olaylarda yanımdaki onlarca kişiyle birlikte yediğim biber gazından yüzüm gözüm dağılmış, bıkkın bir şekilde etrafıma bakarken rastlamıştım sana. Gözlerin kan çanağına dönmüştü ama o güç veren ışığı görmüştüm gözünde. “Belki benden güçlüsün, belki de sen kazandın ama ben haklıydım ve hep haklıyım. Ve bir gün elbet biz kazanacağız” dercesine bakıyordu gözlerin. Arkana saklanmak istedim, o zaman hiç kimse bize dokunamayacak, zarar veremeyecekti sanki. Sen varken kimse el uzatamayacaktı bize. Neden bir kahramana, bir kurtarıcıya ihtiyacımız vardı ki? Neden bu hale getirilmiştik? Oysa ki, özgür toplumların kahramana ihtiyacı yoktu.
Acıyı bal eyleyen, melankoliye kapılmayan bir halkın mensubu olarak en çok da mizah duygunu seviyorum. İnsanlarla iletişimde çok önemli olan bu yönünün gelişkin olması seni bize bir adım daha yakınlaştırıyor. Pratik zekanla tüm soğuk duvarları yıkarken, ellerine geçsek kanımızı içmekten bir an bile tereddüt etmeyecek kişilerin yüzünü morartan, her bir kelimenle tabiri caizse içimizi rahatlatıyorsun.
Seni görmezden gelip, yok saymalarının sadece şahsına yönelik olmadığının hepimiz farkındayız. Senin nezdinde bir halkı yok saymaya, iradesini kırmaya çalıştıklarını da biliyoruz. Ama bilmedikleri ve akılsızca davrandıkları bir şey var: Ne olursa olsun ne senin bizden ne de bizim senden vazgeçmeyeceğimizi ve sonuna kadar haklı olduğumuz bu davanın arkasından gideceğimizi hesaba katmıyorlar.
Ha bir de sen konuşurken “Siyaset yapıyor” hissiyatına kapılmıyorum hiç. İnandığın gibi konuşuyorsun. Çünkü ezber yapmayan, “Evet tam da böyle” diyerek, söylemek istediklerimize ve duygularımıza tercüman oluyorsun. Hiçbir zaman maske taktığını, rol yaptığını düşünmediğim, tribünlere oynamayan, gerçekten dert edinen, derdimizi anlatmak için boğaz tüketen, çıkarsız, hesapsız birisin. Cumhurbaşkanı adayına “Selocan” diye hitap etmenin şansı hangi halka nasip olmuştur? Kızmıyorsun öyle demelerine değil mi? Kiminin Kürdü, kiminin sosyalisti, kiminin umudu, kiminin yoldaşı, kiminin dağlara sevdalı evladı, kimininse kahramanısın.
Keşke bir kahramana ihtiyacımız olmasaydı, keşke sadece Delal’la Dilda’nın kahramanı olarak kalsaydın ama madem ki, bir kahramana ihtiyacımız var. O halde hepimizin birden battığı bu geminin kaptanlığını üstlenmelisin. Çünkü köprüden önceki değil, cehennemi boylamak üzere olduğumuz son çıkıştayız artık.
Umarım var gücümüzle dümeni kırıp o özlemini çektiğimiz dünyadaki yerlerimizi alırız. Kim bilir belki o zaman tarlalarımızda yeniden gelincikler açar, dağlardaki umudumuz yeşerir, özgürlüğünden yoksun bırakılanlar kırar zincirlerini, diasporaya çıkmak zorunda kalıp, memleket hasreti çekerek, mutsuz olan arkadaşlarımız kavuşur sevdiklerine, haksızlığa uğrayanların sorulur hesabı, ihraç edilenler işlerine döner geri, barış atmosferinde tertemiz oksijeni çekeriz ciğerlerimize.
Korkularımızın, endişelerimizin yerini parlak gelecek hayalleri alır. Birbirimize hangi siyasetçiye oy vermemiz gerektiğinin değil hangi yazarın kitabını okuyacağımızın, hangi yönetmenin filmine gideceğimizin tavsiyelerinde bulunuruz. Savaştan, siyasetten, travmalarımızdan başka gündemimiz olur; sanattan, edebiyattan, aşktan, çocuklarımız için mutlu yarınlardan söz edeceğimiz, şiirler, şarkılar söyleyen ‘normal’ insanlar gibi yaşayacağımız bir dünyaya açarız gözlerimizi.
Ezcümle seni çok yorduk, biraz dinlendiğini varsay. Gerçi yine de boş durmadın ama yeter bu kadar ketıl muhabbeti. Daha yapacak çok işimiz var. Ne demiştin sen? Evet, o güzel günler yakın ve önünde sonunda biz kazanacağız.
Ve sen alırsın yine eline bağlamanı, nice Zeyneplerin annelerinin ağıdının son bulması için bir ses olursun ve bu kez annenin gözlerinin içine bakarak söylersin şarkını: Porê dayîka min sor e.. Ha ne dersin? (BD/EKN)
* Güzelimin Saçları Kırmızı - Kürt halk türküsü