Norveç İşçi Partisi'nin en parlak simalarından biriydi...
Partinin elitist kanadının aksine halkla yakın temas halinde, geniş kitlelerin sempatisini kazanmayı başarıyordu...
Hırsı ve istikrarlı çalışmaları sayesinde partinin genel başkan yardımcılarından biri olmayı başarmış, kendisine istikbalin başbakanı gözüyle bakılmasını bile sağlamıştı...
Derken ABD kaynaklı #MeToo depreminin sarsıntıları Norveç'e de vardı ve Trond Giske'nin sanıldığı kadar zararsız bir adam olmadığı anlaşıldı...
O aralar siyasi kariyerinde bir duraklama dönemine girmedi değil, fakat partiden atılmadığı gibi, mümkün olduğunca göze batmadan politika arenasında var olmaya devam etti...
Acaba parti içindeki bazı dinamikler yüzünden rakiplerinin ve manipüle edilmiş medyanın kurbanı mı olmuştu?
Yoksa İşçi Partisi'nin kutlamaları ve sonrasındaki partilerde siyaset heveslisi genç kadınlarla flört etmek, yakınlaşmak, rızası olmadan onları duvara bastırmak suretiyle zorla öpmek adetten sayılıp bir "parti kültürü"ne mi dönüşmüştü?
Norveçli zıpır belgeselci Håvard Bustnes seyircinin gözünde gittikçe çirkinleşen Giske'yi yakın markaja alıp takip ediyor, arada politikacının amaçlarına bir şekilde hizmet ediyor hissine kapılsa da bir türlü uslanmayan tacizciyi aslında afişe etmiş oluyor.
Bustnes geçen yıllarda Yunanistan'ın aşırı milliyetçi Altın Şafak Partisi'ni "Golden Dawn Girls" adlı filminde layıkıyla teşhir ederken filmin kahramanlarının kendi kendilerini yeterince rezil etmesini sağlamıştı. Türkçeye "Oyunun Kuralı" olarak tercüme edilebilecek "Name of the Game" adlı 2021 Norveç yapımı belgeselinin kahramanı aşırı temkinli olduğu için belki aynı başarıyı yakalayamıyor; fakat Giske'nin itibarını yerle bir etmesi beklenen ortalığa saçılmış tüm verilere rağmen partili yardakçıların münasebetsizliği iğrendirici haliyle karşımızda.
102 dakikalık ibretlik belgesel bu sene 28 Ocak-6 Şubat tarihleri arasında düzenlenen Göteborg Film Festivali'nin programında yeni yer aldı; filmin dünya prömiyeri IDFA'da yapılmıştı, 11 Mart'ta Norveç'te genel gösterime girmesi bekleniyor.
Yüzsüzlük had safhada
Filmin başında, nispeten parlak mazisinde bakan olarak muhtelif hükümetlerde yer almış 50'li yaşlarının başındaki Giske'yi bir karavanı elinde fırçasıyla kırmızıya boyarken görüyoruz. Birçok siyasetçi tarafından coğrafyanın artık unutulmuş muhtelif köşelerine otomobilinin çektiği karavanla uğrayıp partisinin ilkelerini halka birebir aktarmayı şiar edinmiştir. İkna gücü yüksek, becerikli bir hatip olduğu için zaten her çevrede oldum olası sivrilmeyi başardığı gibi, hırsını ustalıkla kamufle eden, mütevazı görünüşlü bir insandır; parti arkadaşları da bunu gayet iyi bildiğinden kurnaz ve çapkın Giske'ye bir şekilde müsamaha göstermektedir.
İlk taciz suçlamaları ortaya çıktığında ülkede adeta ahlaki bir kasırga yaşanmış, skandala susamış medyanın vakayı işleme biçimini "magazinsel bir yaygara" olarak yorumlayanları sanki haklı çıkarmıştı. Üstelik bazılarına göre büyütülecek pek bir şey yoktu! Yapılanlar siyasi bir cinayetti, deyim yerindeyse Giske'nin kendini linçe uğramış gibi hissetmesi işten bile değildi. Fakat bir televizyon programına çıkıp "Bazı insanların uygunsuz ve rahatsız edici olarak deneyimlediği davranış biçimlerimden özür dilerim, bu benim kabahatim" sözleri tabii ki pek de isabetli bulunmadı!
İşçi Partisi Giske'yi bir şekilde geri plana almayı münasip görmüş, yüksek sesle ifade edilmiş kınama mesajlarına rağmen onu partiden atmamıştı. Ne de olsa bazılarına göre Giske 15 yaşlarında bir kız evladı sahibi, kadın arkadaşıyla da istikrarlı bir ilişkisi olan sağlıklı bir bireydi!
Diğer yandan, uzun senelerden beri İşçi Partisi'nin diğer güçlü başkan adayı Hadia Tajik'in bilhassa kadın hakları hususundaki uzmanlığı onu ilerici kanadın ümidi haline getirdiği gibi rakibi Giske'yi saf dışı bırakmasına yarayacak elindeki kozların arttığından kimse kuşku duymuyordu...
Dingin belgesel
Üstünden kabaca geçmekte olduğum belgeselin nispeten dingin temposunda hadiseleri adım adım takip ederken memleketin en çok satan gazetesi Verdens Gang'ın (VD) itici Giske'nin neredeyse aklanmasına sebebiyet verişine şahit oluyoruz. Yılışık politikacının genç bir kadınla erotik dansının cep telefonuyla yakın markaj halinde çekilmiş görüntüleri ortalığa saçılmıştır, fakat işgüzar editörler Giske'yi rahatça zan altında bırakabilmek için genç kadına söylemediği bazı suçlayıcı ifadeleri yakıştırırlar; gerçek ortaya çıktığında kabahatlerini itiraf etmek zorunda kalacaklardır.
Giske ve taraftarları coşmuştur; onlara göre olaylar dizisi iftiralardan ibarettir!
Arsız siyasetçi bir dahaki seçimlerde politikaya aktif olarak döneceğinin işaretini verir.
Aslında Giske ataerkil kültürün hâkimiyetindeki memlekette cinsel kimliğin geniş kitleler tarafından tartışılmasını sağlayan kişi olmuştu, fakat pişkinlikle kendini aklamaya çalışması asla kabul edilir olamazdı. Kadınlar seslerini tekrar yükselttiler ve Giske tarzı tacizlerin İşçi Partisi'nin kutlamalarında aslında sık sık vuku bulduğunu ifade ettiler. Partinin ileri gelenleri meselenin varabileceği noktayı öngörerek Giske'yi tekrar geri adım atmaya mecbur bıraktılar...
Konu, bir genç kadın olarak idealist dürtülerle dahil olduğun siyasi bir partinin senden yaş ve rütbe olarak büyük bir temsilcisine "Hayır" demeyi ne ölçüde başarabildiğinle alakalıdır. İçkinin verdiği ivmeyle iyice kabalaşan ve istediğini almaya endekslenmiş, senden kesinlikle daha güçlü ve iri cüsseli bir adamla mücadele şansın ne kadardır?
Filmin kahramanlarından, bir zamanların genç kızı, ancak geriye dönüp baktığında tacize uğradığının farkına vardığını kameraya söylüyor; #MeToo hareketi başlatılmasaydı tüm gezegende benzer vakaların su yüzüne çıkmadan unutulacağı o kadar bariz ki!
Belgeselin yönetmeni, tüm yaşananlara rağmen çok özel anları dahil olmak üzere Giske'nin hayatını film haline getirerek sevimsiz politikacının ekmeğine yağ sürüp sürmediğine dair şüphesini sık sık ifade ediyor. Oysa ironik tarzıyla, her ne kadar filminin öznesine ihanet ediyor olsa da seyirciye beklediğini veriyor. Kreşendonun bizi taşıyacağı zirveyi beklerken film taciz olaylarının bir şekilde İşçi Partisi'nin bir "kültürü" haline geldiği "bomba"sıyla sona eriyor.
2011 yılındaki katliamın faili, Faşist Anders Behring Breivik'in bir süre önce çıkarıldığı mahkemede küstah tavrından vazgeçmediği bu İskandinav diyarından böyle donelerin gelmesi daha da üzücü. Üstelik İşçi Partisi'yle bağlantılı 69 öğrencinin öldürüldüğü Utøya adasında bulunanlar arasında Giske'nin yeğeni de varmış.
Zaten mesele Giske gibi cinsel taciz ve cinsel saldırının yanında kariyeri boyunca ahbap çavuş ilişkileriyle de sabıkalı, çürümüş politikacıların yüzsüzlüğü, şakşakçıları, ezik yardakçıları ve onları kayıran teşkilatları değil mi?
(MT/AÖ)