Edebiyat başlı başına politik bir hamledir. Yazmak, yeni bir söz üretmek işi, eski sözün üstüne söylenmeyeni söyleme ifası kendiliğinden politiktir. Bu yüzden edebiyat politikanın tahakkümüne giremez, direnir ve kendi alanında politikayı egemenliği altına alır.
Yani sol içi, sağ içi bir edebiyat yoktur. Edebiyat içi özgürlük arayışları, kendini bulma çabaları, ölümsüzlük uğraşları söz konusudur. Aynı şekilde, hiçbir ideoloji, kendi edebiyatını üretmez. Yalnızca edebiyat vardır ve yazılanlar kendi doğaları gereği politikayı şekillendirir.
Yeni bir söz üretmenin aynı zamanda muhafazakârlık karşıtı bir eylem olduğu kanısındayım. Geçmişte yazılanı tekrar etmek, muhafazakâr bir insanı aynı şeyler arasında boğmaya yetebilir.
Ancak yazan insan kendisini muhafazakâr olarak tanımlıyor dahi olsa, ideolojisinden kâğıda kelime nakşettiği sırada kopar, kopmalıdır. Ki bu bir antikapitalistin mücadelesini devam ettirebilmesi için kapitalist üretim ilişkisi içerisinde kalması, örgütlenmesi, direnmesinden farklı da değildir.
Afili Filintalar, tek edebiyat akımı
Bu yazı aslında birkaç ay evvel Hüseyin Çukur'un BirGün Kitap'ta yer alan Afili Filintalar eleştirisi üzerine yazılacaktı. Ancak tembelliğim nedeniyle Sarphan Uzunoğlu'nun Mesele Dergisi'nin temmuz sayısındaki eleştirisinden sonraya kaldı. Yazının zenginleşmesi açısından da iyi olduğunu düşünüyorum.
Afili Filintalar'ı her şeyden evvel kendini bir ideoloji sekmesine yerleştirmeyen ve yazmanın insanı yazar yapmaya yetmediğinden hareketle yazar sıfatını kabullenmeyen, yalnızca okur olarak değerlendireceğim.
Çok da uzun olmayan bir zamandan beri takip ettiğim ve kuruluşuna dair birinci ağızdan hikâyeleri dinlediğim Afili Filintalar sitesi, bana kalırsa Türkiye'deki tek edebi akımdır. Mainstream (Ana akım) edebiyatın içinde bulunduğu telif-baskı-dağıtım zincirinden ayrı olarak bir internet blogundan yayınlanması ise onu -amacı bu olmasa bile- muhalif bir yere oturtabilir.
Belli dergiler etrafında toplanan (Varlık, Notos gibi) şair veya öykücülerin ise bir akım oluşturacak kadar geniş kitleye hitap edebildiklerini zannetmiyorum.
Afili Filintalar'ı politik bir görüşün merkezi olarak görmek yerine, edebiyat üreten bir camia olarak görmek ve eleştiriyi edebiyat içerisinden, okur olarak yapmanın daha mantıklı olacağını düşünüyorum.
Bu yüzden politik bir mevziiye çekilerek yazarların muhafazakârlığı ya da solculuğunu eleştirmek Afili Filintalar'ın edebi kalitesini görmezden gelmek demektir. Kaliteyi görmemek dahi edebiyat içerisinden getirilmesi gereken bir eleştiridir.
Bu satırlar aslında Afili Filintalar'ı yeren yazarlara olduğu kadar, Afili Filintalar içerisinde yer alan yazarlara da bir eleştiri olarak düşünülebilir. Okurun ne düşündüğü yazan insanın umurunda olmayabilir, ancak edebiyatçı politik görüşünü yazdığının önüne koyduğunda, kendi şiirini, öyküsünü de bu görüşün tahakkümüne zincirlemiş olur. Belki de Afili Filintalar'ın kurtulması gereken tek sorunu budur.
Bu bakımdan Afili Filintalar'da eleştirilmesi gereken, politik söylemlerini edebiyatının önüne koyan ve bunu Afili Filintalar'ın genellemelere kurban edilmesine seyirci kalmak uğruna yapanlardır.
Hakan Albayrak ya da Murat Menteş'in zaman zaman site içerisindeki politik çıkışları elbette görmezden gelinemez, ancak bunlar bir kişinin kendi blogu olarak kurguladığı alanda paylaştıkları düşünceler olmakla birlikte, edebiyatçının sanat ürettiği gerçeğini ve bu sanatın kalitesini geri plana itmeye yetmez.
Kaba bir genellemeyle de birkaç yazar üzerinden sitenin "muhafazakâr" olduğu yargısına varılamaz. Kimse Şavkar Altınel Notos'taki yazısında "Oğuz Atay sığ" derken, Notos'un da Oğuz Atay'ı sığ bulduğunu düşünmüyordu. Afili Filintalar için yapılan bu genellemelerin, ucuz önyargılara dayandığını düşünüyorum.
Kaldı ki edebiyatçıyı kabullendiğim politik görüş, ideoloji elbisesi içinde görmek beni tatmin etmez. En temelde insan olmakla ilgili sıkıntısı olan bir okur, yazılanla, yazandan çok daha fazla ilgilenir.
Kimse kendi içindeki Oblomovluğu keşfederken Gonçarov'un burjuva hayatını umursamaz. Marquez'in Castro'nun çok yakın arkadaşı olması benim için Florentina Ariza'nın aşkından daha önemli değildir.
Bu konuyla alakalı Emrah Serbes'ten Afili Parçalar No.8'e bakmak gerek bir kez daha : "Şunu çok sık duydum. Falanca yazarı çok seviyordum, ama son yaptıklarından sonra onu bir daha okumayı düşünmüyorum. Demek ki Dostoyevski'nin zamanında yaşasaydın, kumarbaz diye onu da okumayacaktın. Yazarların özel hayatını unutmak lazım. Yazarların söylediklerini fazla ciddiye almamak lazım. Edebiyat tarihi şahane şeyler yazmış berbat adamlarla dolu."
İktidar değil edebiyat üretimi
Sarphan Uzunoğlu'nun eleştirdiği bir konu: Afili Filintalar takımının İstiklal Caddesi'ndeki Demirören Alışveriş Merkezi'ndeki (AVM) Virgin'de kitap imzalaması...
Bana kalırsa Afili Filintalar'ı Demirören AVM'de kitap imzalaması nedeniyle eleştirmenin bir hükmü yoktur. Eğer edebiyat dışından edebi olmayan bir eleştiriyle, yazarların sömürü ilişkisi içerisinde nerede konumlandıkları üzerinden bir tartışma yürütülecekse bu, kitabın nerede imzalandığına bakılarak değil, doğrudan edebiyatın nerede nasıl üretildiğine bakılarak yapılmalı.
Nihayetinde, hayatımızda para karşılığı "yaratıcı yazarlık" dersleri veren türlü ticari edebiyathaneler; parayla felsefe dersleri, editoryal hizmetler veren ve çok satan edebiyat dergileri varken Afili Filintaların kitaplarını, şehir planlamasına aykırı inşa edilen bir binada imzalamalarını eleştirmek kolaya kaçmaktır.
Kaldı ki Demirören'deki imzayı eleştirenler için bile Afili Filintalar'dan önce, bilboard'larla, el ilanlarıyla, kitabını insanın gözüne gözüne sokan yazarların saltanatını sürdüğü bir ortamda eleştirilecek çok şey var.
Sitenin logosundaki silah ve "çete" imgesi üzerinde Çukur da Uzunoğlu da durmuşlar, bu meseleyi irdelemişler. Kendilerine, ilk olarak "Afili Filintalar" isminin çıktığı Menteş'in "Dublörün Dilemması" kitabındaki filintaları ve Alper Canıgüz'ün çok sevdiğim kitabı "Oğullar ve Rencide Ruhlar"ın kapağını hatırlatmak isterim. Silahtan ve çeteden anladığınız, eğer çağınızın edebiyatının gidişatını bilmiyorsanız, sizi politik mevzinizdeki çetelerle alakalı bir zihin karışıklığına sürükleyebilir.
"Gidiyorum bu"
Nihayetinde Afili Filintalar benim için sevdiğim yazarların kişisel bloglarının birleştiği bir ağdır. Bu ağa düşen yazıların sorumluluğu yazanın kendisinde saklıdır.
Dolayısıyla Afili Filintalar'ı genellemelere ve politik eleştirilere kurban etmek, Türkiye'deki edebiyat zinciri içerisindeki edebi değer taşıyan bir siteyi siyasi hengameler içinde boğmak; belki de tek muhalif damar yakalamış halkayı koparmak demektir.
Afili Filintalar benim için Bahadır Cüneyt Yalçın'ın Kuş Lokumu'dur, Emrah Serbes'in Afili Parçalar'ıdır, Meltem Gürle'nin Bir Bilene Soralımlarıdır, Kaan Çaydamlı'nın Engerekli Metinleridir, Menteş'in seçtiği şarkılar, Ah Muhsin Ünlü'nün gitmeleridir. Hakan Albayrak istediği kadar şehadetten bahsetsin, katılmam ve okumam. Benim için önemli olan Murat Uyurkulak'ın seçimde 'Blok Adayları'nı desteklemiş olmasıdır. Ki bu bile Uyurkulak'ın Pembe hikâyesinden daha önemli bir ayrıntı değildir.
Afili Filintalar benim için "Anarko-Müslümanlığın Plaza Çocukları" değil, "Mutsuz Apartman Çocukları"dır.
Hüseyin Çukur, Alper Kamu'nun beş yaşında bir cinayeti çözmesini "abuk subuk" olarak değerlendirerek edebiyat eleştirisi dahi olmayan kaba bir yazı yazabiliyor.
Ancak eminim ki Çukur, Alper Kamu'nun "5 yaş insanın en olgun çağıdır, sonra çürüme başlar" cümlesinden beş yaşında bir çocuğun kuramayacağı olgunlukta olduğu gerekçesiyle hazzetmezken, bunu Bukowski'den "İnsanların çoğu daha beş yaşındayken ölüm sürecine girer ve her geçen yıl aşikar ve sakatlayıcı olandan sıyrılıp özgün varlıklar olma şansını biraz daha yitirir" şeklinde okuduğunda Bukowski'nin ne yüce bir insan olduğunu düşünecektir.
Edebiyatı çok yönlü göremeyen bu gözler için Emrah Serbes'in anlattığı hikâyeler "ergen" olarak kodlanıp rafa kaldırılacaktır. Sanırım Ankara'yı sevdirenin biraz da Ankara edebiyatı olduğunu Ankara'da yaşayanlar anlayabiliyor ancak.
Edebiyatçıların insana dair her şeyden etkilendiği düşünülürse, politikadan etkilenilmemesinin imkansız olduğu anlaşılabilir. Okur için önemli olması gerekense edebiyatçının hangi politik görüşten etkilendiği değil, bunu nasıl sanatla harmanladığıdır. Yani çorbayı beğenmeyebilirsiniz ama onu karıştıran kepçeyi bundan sorumlu tutamazsınız.
Başa dönecek olursak, kalemi eline alıp edebiyat üretmeye başladığında herkes anadan doğmadır. Bu yüzden sokakta bir şair gördüğünüzde faşist olduğu için kafasına vurabilir ama aynı şairin şiirine saygı duyup önünde diz çökebilirsiniz. (Mussolini faşizmini savunan İmagism akımının öncüsü Ezra Pound'u hatırlamakta fayda var.) (MAF/YY)