Türkiye bugün adı konulmamış bir politik kriz yaşıyor. Ve bu politik kriz, ülkeyi ekonomik krizin eşiğine getirdi. 17 Aralık yolsuzluk operasyonu, krizin başlangıcı gibi görünse de, aslında kriz, Gezi olayları ile başladı.
Gezi olayları, siyasi ve sosyolojik birçok özellikler taşımakla birlikte bize hükümetin yönetme yetersizliğini de gösterdi. Olayları serinkanlı değerlendirip gerekli adımları atma kapasitesine sahip olamayan hükümet, bir yandan polis zoruyla, bir yandan da siyasi yalan ve iftiralarla Gezi direnişini bastırmaya çalıştı. Hâlbuki direnişin daha ilk günlerinde hükümet, Gezi Parkı’na yapmayı planladıkları projeden vazgeçtiğini açıklasaydı, bütün bunlar yaşanmazdı. 6 ölü, yüzlerce yaralı…
Hükümetin maskesi Batı’da da düştü.
Gezi Parkı’na yapılacak AVM türü rant ve katliam projesi, gerçekte Taksim yayalaştırma (alana beton dökme) projesinin bir devamıydı. Eğer Gezi direnişi olmasaydı, Taksim Gezi Parkı’na beton boca edilerek büyük bir şehir cinayeti işlenecekti.
Bütün bu gerçeği tersyüz etme propagandistleri ve Başbakan Erdoğan, Gezi’nin bir darbe girişimi olduğunu söyledi. Gittiği her yerde bangır bangır bunu ilan etti. Faiz lobisinden, uluslararası komplolardan, Yahudi parmağından vs. dem vurdu.
Aslında durum yalın ve açıktı; Başbakan Erdoğan, tutum ve davranışlarıyla Gezi’ye polis kanalıyla şiddet ve kan bulaştırdı, durumu yönetemeyince de, bana darbe düzenliyorlar diye feveran etmeye başladı. Aslında ortada bir darbe falan yoktu. Ortada olan Başbakan’ın inadı, kibri, nobranlığı ve rantiyecilerin Gezi’yi betonlaştırma iştahıydı.
Gezi’den sonra daha 6 ay geçmeden 17 Aralık yolsuzluk operasyonları patladı. Operasyon, uzun bir dönem AKP’nin ittifakı ve hükümetin küçük ortağı olan, ama anlaşmazlığa düştükleri Cemaatten geldi.
Başbakan Erdoğan, Gezi’deki kullandığı dili bu kez Cemaate karşı kullanmaya başladı. “17 Aralık, milli iradeye bir darbe girişimidir. Bunu yapanlar paralel devlet kurmuşlardır. 17 Aralık faiz lobilerinin, dış mihrakların, büyüyen Türkiye’yi çekemeyenlerin bir oyunudur” şeklinde iddialar, günde birkaç öğün tekrar ediliyor. Erdoğan böyle deyince, yandaş medyanın münazaracı yazarları da bu darbe laflarını köpürtmeye devam ediyorlar.
Hükümet, yolsuzluk ve rüşvet olaylarını ortaya çıkaran, soruşturan ve soruşturma ihtimali olan onlarca savcı ve binin üzerinde emniyet görevlisinin yerlerini değiştirdi. Bir tür sürgün.
Elbette operasyonun kimden, ne zaman nasıl geldiği önemlidir ve değerlendirilmelidir. Tamam, Cemaatle alttan alta yaşanan çatışma, 17 Aralıkta yolsuzluk ve rüşvet operasyonuyla iyece açığa çıktı ve köprüler atıldı. Bunun zamanlaması da manidardır; Cemaat, hükümete bir darbe de indirmek istemiştir; bütün bunlar kabul.
Peki ya, yolsuzluk konusuna ne diyeceğiz?
Başbakan Erdoğan başta olmak üzere hiçbir AKP’li, yolsuzluk yoktur demiyor, diyemiyor!
Varsa yoksa “Bu bir darbedir”, “Paralel devlet kurmuşlar”, “Faiz lobisi”, “Dış mihraklar” kırık plağını çalıp duruyorlar.
Darbe yalanları
Hükümet kendine muhalif nitelikli her hareketi “Bu milli iradeye bir darbedir” çarpıtmasıyla savuşturmaya çalışıyor. Mazlumu ve mağduru oynuyor. Gerçekte ise, mazlum ve mağdur değil, tam bir muktedir olarak şirretlik yapıyor.
İktidarın yaptığı yanlışları, yolsuzlukları, despot yasalar çıkarmasını dile getirmek ne zamandan beri darbe girişimi oldu?
Bakan çocuklarını içeri almak, ne zamandan beri darbe girişimi sayılıyor?
Cemaatle birlikte olduğu dönemler iyiydi. Darbe ve KCK davalarının takibindeki emniyet ve yargı iyiydi. Polis, destan yazıyordu.
Şimdi ne oldu?
Zülfiyare mi dokunuldu?
Bir iktidar yolsuzluk, rüşvet konularında kendine güveniyorsa, yargı ve emniyeti tarumar edeceğine alnı açık yolda yürümeyi tercih ederdi.
Yargı ve emniyette konuşlanmış paralel devlet, yolsuzluk soruşturmasında sahte belgeler üretmişse, KCK ve diğer birçok siyasi davalarda da sahte deliller üretmiş olamaz mı?
Hükümet neredeydi o zaman?
Bu bir suçsa, bunun ortağı hükümet de suçludur.
Kendine güvenemeyen iktidar, yavuz hırsız ev sahibini bastırır misali, bana komplo kurdular, büyüyen Türkiye’yi çekemiyorlar, iç ve dış mihraklar el ele vermiş darbe yapıyorlar diye bağırıp duruyor.
İktidar bildiğini okuyacak, yolsuzluğa bulaşacak, imar oyunlarıyla şehirleri ve çevreyi katledecek ve biz susacağız öyle mi?
Aman, barış süreci bozulur, susun!
Aman, ekonomi kötüye gider, susun!
Aman, hükümet giderse yerine kim gelecek, bundan daha iyisini mi bulacağız, susun!
Başbakan Erdoğan (dolayısıyla yandaş medyadaki propagandist kalemleri), halkın AKP iktidarına ve dolayısıyla kendine mecburmuş havasını yayarak, bir yandan halkı kıskaca alıyor bir yandan da despotik iktidar kalesini inşa ediyor.
Bu korku bulutları salanlara, yaygaracılara karışı susmamak gerekiyor.
Cemaate de söylenecek çok söz, yapılacak çok eleştiri var. Bu olaylara AKP – Cemaat ikileminden bakarak bir taraf savunulmamalı. Ancak Cemaat şu veya bu nedenle ortaya bir yolsuzluk çıkarmışsa bunun takipçisi olmak, bırakın demokrat olmayı, temel bir insani duruştur. (HŞ/HK)