Yetkileri her geçen gün arttırılan polislerin ceza alma ihtimali azaldıkça sınırsız şiddete meyilli oldukları görülüyor. Kendilerine tanınan salahiyetin geniş kapsamlı ve yoruma açık olması polis memurlarını, silahlarına sarılıp yargısız infaz olarak kabul edilen cinayetlerin failleri haline de getiriyor. Özellikle önyargılardan yola çıkıldığı durumlarda başından beri ötekileştirilen kesimler sıklıkla devlet terörü haline dönüşen bu pratiğin keyfi hedefi oluyor.
Polis tarafından işlenen cinayetlerin, eyaletteki cinayet türleri sıralamasında ikinci sırayı işgal ettiği Utah'ta, 2014 yılında işlenen 14 cinayete odaklanıyoruz.
Çek Cumhuriyetinde bu sene 19. kez düzenlenen Jihlava Uluslararası Belgesel Festivalinde gösterilen 14 Homicides (14 Cinayet) adlı ABD yapımı, yargı karşısına bile çıkarılmayan güvenlik kuvvetleri mensuplarına bilhassa dikkat çekiyor.
Şiddeti kanıksamak?
Korku duygusunun halkları kontrol altına almak üzere her an sömürüldüğü dünyamızda şiddet görüntülerinin dozu da gittikçe artıyor. Dehşet verici sahnelerin özellikle televizyon ve internet aracılığıyla hayatlarımıza sızdırıldığı ve kanıksandığı çarpık düzende, sadece siyahi olduğu için insanların katledilmesine sık sık tanık oluyoruz.
Yönetmen Jona Gerlah 34 dakikalık belgeselde suçun işlenmiş olduğu 14 cinayet mahalline kamerasını yerleştirerek sabit bırakıyor; vakalar hakkında, mümkün olduğunca tarafsız raporları bir dış ses olarak okuduktan sonra ortamın sesleriyle baş başa kalıyoruz. Uzun süren bu nispeten sessiz anlarla yönetmen düşünmemize imkân tanıyor ve kurbanlara adeta saygı duruşunda bulunuyor. Güvenlik makamlarının esirgediği bilgiler ile gerçekten neler olduğuna dair fikir veren bu metinler arasındaki uçurum maktul yakınlarının yaşadığı sıkıntıyı gözler önüne seriyor.
Aslında polis memurlarının, görev sırasında başlarındaki kamerayı çalışır vaziyette tutması gerekiyor, fakat filmde aktarılan birçok olayda memurların kamerayı çalıştırmamış olduğu görülüyor.
Gerlah'ın mütevazı eserinde, kameraların aktif olduğu vakalardan gayet iyi bildiğimiz bazı cinayetlerin dinamiğini de, tanıkların veya kurban yakınlarının ifadesine dayanarak hazırlanmış metinlerden öğreniyoruz; şiddetin seyirlik malzemesi haline getirildiği ana akım medyanın aksine belgeselde insanın asabını bozan o görüntülerden eser yok.
Baskı düzeni
ABD'de sadece siyah derili olduğu için güvenlik kuvvetleri tarafından öldürülen insanların yüksek sayısı, ülkedeki ırkçılığın ve sınıf çatışmasının birebir kanıtı.
Utah'ta ardı arkası kesilmeyen polis şiddeti çeşitli yürüyüşlerle protesto edildi.
Deneysel belgeselde kurbanların sabıkalı, tehlikeli veya silahlı olduğu durumlarda bile haysiyetin ve itibarın göz önünde tutulması gerektiğini hatırlatanlar var.
Polise silahıyla saldırdığı iddia edilen maktulun sonradan silahsız olduğu ve arkadan birçok kurşunla katledildiği ortaya çıksa da güvenlik makamları meşru müdafaa yalanıyla memurlarını korumaya devam etmekte beis görmüyor.
Toplumda epey tepkiye yol açan bir vakada, kaybolan bir çocuk aranırken bir evin kapısı açılmayınca polis memuru kuşkulanıyor. Evin arkasındaki bahçeye, tel örgünün üstünden atlayarak girdiğinde ailenin köpeğine rastlıyor ve ateş edip hayatını almaktan imtina etmiyor. Tabii ki bu olayda da memurun davranışı haklı sebeplere dayalı gibi gösterilip aklanmaya çalışılıyor.
Birçok durumda cinayete karışan memurların kimlikleri gizlendiği gibi, kurban yakınlarına doğru dürüst bilgi verilmiyor, gayet bariz dinamiklerde bile polisler hakkında soruşturmaya gerek görülmüyor. Memurların beceriksizlik neticesinde veya kötü niyetten dolayı işledikleri suçlarda, hatalı olduklarının itiraf edilmesi bir tabu haline getiriliyor.
Güvenlik kuvvetleri kaynaklı şiddetin bir savaştaki zalimlik kadar meşrulaştırılmaya çalışıldığı, ABD veya İsrail'de olduğu gibi yaşamın her geçen gün kısıtlanmasına yol açan rejime evet demek mümkün değil.
Filmini öldürenlerin ardından yas tutanlara ithaf eden Gerlah, tüm gezegende yaygınlaştırılmaya çalışılan zorbalığa karşı direnmemiz gerektiğini bir kez daha hatırlatıyor. (MT/ÇT)