Kaskları numaralandırılarak çevik kuvvetin kimliklenebilir kılınmasına ilişkin çalışmalar sonuçlandı ve 1 Temmuz itibariyle artık her çevik kuvvet biriminin kaskında hangi şehirden, hangi gruptan ve hangi timden olduğunu belirten bir numara bulunacak.
Bu, iyimser bakıldığında polisin kullandığı gücü dengelemek, kontrol etmek açısından oldukça olumlu bir gelişme. Ne derece etkili olacağını hep birlikte göreceğiz.
Kimliklenebilirliğin (identifiability) ve bireysellik yitiminin (deindividuation) insan davranışına etkisi üzerine yapılmış pek çok araştırma var. Aslında "polis kültürü", normlarıyla, kendi yazılı ve yazılı olmayan kurallarıyla, kültürlere/toplumlara göre ortaya çıkan farklılıkları ve sonuçlarıyla (örn., Yunanistan-Türkiye), gücünün kökeniyle ve diğer özgül nitelikleriyle çok daha derin bir konu ancak sosyal psikoloji literatürüne bakıldığında, numaralı kask uygulaması bu kültüre oldukça önemli bir etki yapabilecek gibi görünmektedir. Tabii ki Türkiye'nin özgül koşulları bir kenara bırakılırsa.
Kimliklenebilirlik Olumsuz Davranışı Azaltır mı?
Fransız sosyolog Gustave Le Bon, normal olmayan veya antisosyal bir davranışın, kalabalıklar içerisinde, az sayıda insanın bulunduğu koşullara göre daha hızlı ve daha şiddetli olarak yayıldığını ifade ederek bu olguya 'toplumsal bulaşma' adını vermiştir.
Bunun, kalabalık içerisinde davranışa ilişkin hissedilen sorumluluğun azalması, kalabalık grupların risk almaya daha meyilli olması, kalabalık büyüdükçe histerinin de orantılı olarak büyümesi ve bireyin artık 'kendisi' gibi hissetmesinden çok 'grubun bir üyesi' gibi hissetmesi, yani 'bireysellik yitimi' gibi bir dizi nedeni vardır.
Bireysellik yitiminde de üniformanın, anonimliğin ve tek tipleştiren her şeyin önemi büyüktür. Örneğin, ilkel insanlar arasındaki savaşlarda en fazla şiddetin yüz ve vücut boyaları süren, maskeler ve özel giysiler kullananlar tarafından uygulandığına ilişkin bulguların varlığı bu noktada çok dikkat çekicidir.
Sosyal Psikoloji Deneyleri ve Kimliklenebilirlik
Diener'in kimliklenebilirlik üzerine yaptığı bir deneyde, Cadılar Bayramı'nda tek tek mahalledeki evlerin kapısını çalıp içeri girerek şeker alan çocuklar gözlenmiştir. Çocukların bir kısmına kapıyı açan ev sahipleri tarafından adları sorulur ve bir kısmı da adları sorulmadan karşılanır.
Daha sonra bütün çocuklara yalnızca birer şeker almaları söylenip, ardından da çocuklardan başka kimse yokken fazladan şeker çalma fırsatı verildiğinde adı sorulmayan, yani kimliklenmemiş olan çocukların şeker çalma eğiliminin daha fazla olduğu görülmüştür.
Saldırganlık, kötülük, şiddet gibi alanlarda çalışan ve esas olarak yaptığı Stanford Hapishane Deneyi'yle tanınan Zimbardo'nun bir deneyinde ise, empati konulu bir araştırmaya katılacağını düşünen deneklerin bir kısmı isimleri söylenerek karşılanıp, sürekli isimlerini taşıyan bir kartla gezip kolayca kimliklenebilir şekilde katılırken, diğer bir kısmına hiçbir şekilde isimleriyle hitap edilmemiş ve yüzleriyle bedenlerini örten giysiler giydirilerek kimliklenebilirlikleri olanaksız hale getirilmiştir. Bu iki grubun üyelerinin bir başka insana elektrik şoku vermeleri istendiğinde, kimliklenebilir olmayan grubun, kimliklenebilir olana göre iki kat daha fazla elektrik şoku verdiği belirlenmiştir.
Bireysellik yitimiyle ilgili yapılan çalışmalarda dikkat çeken bir başka nokta da, bireysellik yitiminin amaçlandığı üniformaların olumsuz çağrışımlar yaptığıdır; cadı, garip hayvan ve hayalet maskeleri kullanılan Cadılar Bayramı veya ırkçı Ku Klux Klan'ın tercih ettiği beyaz kapşon ve uzun beyaz bir kıyafet gibi...
Johnson ve Downing tarafından yapılan, kişilerin giydiği üniformanın etkisini inceleyen bir başka araştırmadaysa araştırma katılımcılarının bir kısmına Ku Klux Klan giysisi, bir kısmınaysa hemşire üniforması giydirilerek, başka bireylere elektrik şoku vermeleri istenmiştir.
Bu çalışmada da beklendiği şekilde Ku Klux Klan giysisinin elektrik şoku verme eğilimini artırdığı görülürken, kimliklenebilirliği benzer şekilde azaltan hemşire giysisinin olumlu anlamı nedeniyle verilen şoku azaltıcı etki yaptığı görülmüştür.
Bu noktada polis üniformasına yüklenen her türlü anlamın da ayrıca önemli olduğu ve bunların uygulanan şiddeti artırıcı veya azaltıcı etkisi olabileceği düşünülebilir.
Etkiyi Görebilecek miyiz?
Bunun üzerinde düşünürken iyimserliği ve bilimselliği bir kenara bırakıp, Türkiye gerçeklerine bakmak gerekir. Yetkililer sürekli 1 Mayıs'ta şiddet uygulayanların kimliklenebilir olmamaları nedeniyle bir şey yapamadıkları yalanını söylediler. Oysaki Feyzullah Ete'yi göğsüne attığı tekmeyle öldüren polisin de, Baran Tursun'u ve benzer şekilde Murat Kasap'ı öldürenlerin de, Hrant Dink'in katilleriyle fotoğraf çektirenlerin de kimlikleri apaçık ortada. Sonuç?
Hiç verilmeyen cezalar veya yalnızca adı 'ceza' olsun diye bir insanın hayatına karşılık adeta ödül niyetine verilen üç-beş yıllık göstermelik (o da tamamının yatılması bile gerekmeyebilecek) hapis cezaları. Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu'nun ısrarla vatandaş aleyhine genişletilmesi, devletin polis üniformasını vatandaşının hayatından üstün tutması, mevcut hükümetin polisi "rejimin güvencesi" olarak görmesi ve yasama, yürütme ve yargı yetkilerinin topyekün polis şiddetini meşrulaştırıcı, hatta körükleyici şekilde kullanılmasında ısrar edildikçe, çevik kuvvetin kimliklenebilirliğinin vatandaşa hiçbir faydası olmayacaktır.
Polis, yaptıklarının yanına kalacağını bildiği sürece bu tarz düzenlemeler yalnızca polis şiddetinin sınırlandığına/engellendiğine dönük sanrılar/kandırmacalar olarak kalacaktır. Bu yalnızca polis değil, şiddet uygulayan, suç işleyen her birey için geçerlidir ve etkili önlemlerin alınma zamanı gelmiş de geçmektedir bile...(MSR/EÖ)
* Mert Seymen Renkmen, Ankara Üniversitesi Sosyal Psikoloji yüksek lisans öğrencisi.