Sistem karşıtlarına artık her sokak başında karşılama merasimi var: Polis şiddeti! Bu merasime siz de erişmek istiyorsanız yapmanız gerekenler basit. Sokağa çıkın, yürüyün ve hak talep edin. Anında coplar sırtınızda, biber gazları gözünüzde, gözaltı 'elleri' üstünüzde olacak...
Ne oldu?
4 Aralık'ta Dolmabahçe'de üniversite rektörleriyle bir araya gelen Başbakan Erdoğan'ın, üniversitelerin geleceğinin tartışıldığı toplantıda öğrencilere söz hakkı vermemesini protesto etmek ve toplantıya talepleriyle ilgili bir dosya sunmak isteyen Öğrenci Gençlik Sendikası (Genç-Sen) üyeleri polisin sert müdahalesiyle karşılaştı. 14 öğrenci gözaltına alınırken, hamile olan bir kadın öğrenci aldığı tekmeler sonucu kanama geçirerek bebeğini kaybetti. Aynı saatlerde, Öğrenci Kolektiflerinin düzenlediği Büyük Öğrenci Forumuna katılmak üzere il dışından gelen 3 otobüs İstanbul'a sokulmadı. Gişelerde durdurulan öğrenciler, Dolmabahçe'de olduğu gibi copların ve biber gazlarının hedefi oldu.
Başbakan'ın tavrı
Başbakan'ın, eleştiriye tahammülü olmayan, her türden muhalefeti hukuk dışı sayan, hak talepleri için sokağa çıkan eylemcileri terör kavramlarıyla eleştiren, bu ülkede kendisine tapmayan birilerinin olduğu gerçeğini kabullenemeyen bir insan olduğunu biliyoruz. Ancak demokratik haklarını kullanarak basın açıklaması yapmak isteyen öğrencilere yapılan saldırıyı -tüm kabine üyeleriyle beraber- meşru göstermeye çalışıp 'polisine' sahip çıkan açıklamaları, siyasi karşıtlığın ötesinde ele alınması gereken bir konu. Zira hamile bir kadının karnına atılan tekmeler, ideolojik karşıtlığa sığmaz!
Bir cinayet, bir cinayete teşebbüs
Yaşanan arbedede polisin müdahale ettiği Genç-Sen üyesi kadın öğrencilerden biri 'hamileyim, vurmayın' diye feryat ettikçe karnına gelen tekmelerin şiddeti artıyor. Kanaması başlayınca arkadaşları tarafından hastaneye kaldırılıyor. Ancak hastane önünde duran polisler tarafından acil servise alınmayıp bir süre kapıda bekletiliyor. Durumu ciddileşince doktor gözetimine alınan kadın, düşük yaptığını öğrenince büyük bir travma geçiriyor... Bu bir cinayettir. Polis, doğmamış bir bebeğin yaşamına son vermiş, annesinin de hayatını tehlikeye atmıştır. 19 yaşında bir öğrenciye belki hayatı boyunca kurtulamayacağı bir acı yaşatmıştır. O polis, o polisin saldırı emrini aldığı amiri ve meslektaşlarına engel olmayan diğer tüm polisler bir cinayetten ve bir cinayete teşebbüsten sorumlular. Yargılanmalılar!
Sadece polis şiddeti mi?
Genç kadın, hamile olduğunu söyleyince karnına tekmeler gelebileceğini düşünmemiş, muhakkak, o polisin de bir insan olduğunu, gözaltına alınsa dahi karnında çocuğu olduğu için dikkat edileceğini düşünmüştü. Ama öyle olmadı. Devletin her kademesini erkek egemen zihniyetin kuşattığını acı bir şekilde kanıtlarcasına sertleşen tekmeler, bebeğini ölüme yolladı. Demokratik hakları uğruna sokağa çıkan bir kadının maruz kaldığı bu saldırı, sistem karşıtlığının olduğu kadar bu ülkede kadın olmanın da bedeli. Bir bebeği öldüren ve 19 yaşında bir kadını kanlar içinde bırakan tekmeler, tecavüz eden bir erkeğin güçlü olma duygusunu canlı bir insan üzerinde kanıtlama hırsından farklı mıdır? Her ikisi de cinsiyetçi şiddet olayları değil midir? Evet, cinsiyetçiliğin, devlet eliyle hangi boyutlara ulaştırıldığının açık bir göstergesidir.
Bu vahşet, bir polisin kişisel fantezileriyle, dünya görüşüyle, psikolojik durumuyla açıklanamaz. Tek bir emniyet görevlisinin bile konuya değinmemesi, başbakanın yaşananları değerlendirirken bu olaydan bahsetmemesi, bakanların ardı ardına gelen açıklamalarında sözü edilmemesi bir tesadüf değil. Aksine, kadına yönelik şiddetin meşru görülmesinden kaynaklı bir örtbas çabasıdır, 'erkeksi' bir reflekstir. Medyanın, olayı sadece polis şiddetiyle açıklamaya çalışması, aslında medyanın da cinsiyetçi bir dile ve zihniyete sahip olmasından kaynaklı. Saldırının kasıtlı olduğu bilinmesine karşın polisin buna yetkisinin olup olmadığının tartışılması, asıl konuşulması gerekenleri unutturuyor.
Olayı, polis-eylemci ikileminde ele almak, -bilinçli ya da bilinçsiz olarak- bir kadının, erkek şiddetine maruz kaldığı gerçeğini zihinlerden uzaklaştırıyor. Bu sebeple, eylemci kadına yapılanların sıradan bir polis saldırısından farklı olduğu gerçeği görülemiyor. Oysa yaşananlar, kadını ikinci sınıf ve günahkar gören zihniyetin, bir devlet memurunun 'görevini' yerine getirdiği sırada bilinçaltından süzülerek hayata geçmesiydi. Aynı şekilde, 'polis yanlış yapmış ama hamile kadının eylemde ne işi var' söyleminin, basın yayın organlarında en çok kabul gören düşünce olması, dolaysız olarak kadına toplumsal yaşamda reva görülen konumla ilişkili: Annelik ve ev hanımlığı. Devlet, hükümet, medya, saldırıyı destekleyen ve eleştiren insanların çoğunun ortaklaştığı nokta bu, erkek dil ve düşünce.
Maalesef üzücü ve öfke verici olduğu kadar da alışılmış bir olay. Hayatın her alanında emeği ve bedeni sömürülen kadınlar, saldırılarda dahi cinsiyetçi müdahalelere maruz kalıyor, gözaltında hukuk mücadelesinin yanında, hakaret ve tacizlerle baş etmeye çalışıyorlar. Sermayeye karşı özgürlük mücadelesinde erkek yoldaşlarından ayrı olarak kadın kimliğinin kurtuluş mücadelesini veriyorlar. Bu ayrım, hayatlarını bir kat daha zorlaştırıyor.
İnsanca yaşam talebi
Polis şiddeti yeni tanıştığımız bir kavram değil. 'Dur ihtarına uymayan' Baran Tursun, göçmen Festus Okey, Dicle Üniversitesi öğrencisi Aydın Erdem, işçi Alaattin Karadağ, Muğla Üniversitesi öğrencisi Şerzan Kurt ve daha niceleri... Son kurban, annesinin karnında can veren bir bebek oldu. Henüz doğmamış olması bu ölümü diğerlerinden önemsiz kılmıyor. Aksine, patriyarkal kapitalizmin, anne rahminden can alacak kadar vahşileşebildiğini kanıtlıyor. Her cinayette çalınan bir yaşam var. Başka bir dünya istiyoruz. İnsanca yaşamak için. Mümkün! ( NK/EK)