Çılgınca sevişmiş olduğu belli olan çift nefes nefese kalmıştır.
Aşklarını taçlandıran yoğun cinsel tatminin ardından bedenleri üst üste kalmaya devam ediyor; erotik oyunlar, cilveleşmeler ve şakalaşmalar hazzın zirvelerinden usulca inişlerine eşlik ediyor.
İstikballerini garanti altına alacak kadar zengin olmadıklarını, az çok maddi müşkülat içinde olduklarını anlıyoruz, fakat bu onların çok mutlu, umutlu ve hayat dolu olmalarına mani değil.
Dışarıdan gelen polis araçlarının siren sesleri ve protestocuların haykırışları bile fanuslarının içindeki huzuru fazla rahatsız edecek gibi durmuyor.
Yulia hamile kalma ihtimalini artırabilmek için sırt üstü yatarken dizlerini kırarak bacaklarını havaya kaldırmış pozisyonda uzun süre kalıyor. Pavel'den müziği açmasını rica ediyor ve ardından kalktığında giyinip neşeyle raks ediyor. Beraberce dışarı çıkmaya karar verdiklerinde her zamanki oyunlarını, birbirinin sırtına atlayıp ata binme simülasyonunu kahkahalarla tekrar ediyorlar...
Akabinde sokakta rastladıkları komşuları Sanya onları arabasıyla şehrin merkezine götürmeye ikna ediyor ve yolda giderken hınç dolu polislerin hedefi olduktan sonra hayatları kesinlikle altüst oluyor...
Özenle rejim karşıtı üretilir!
Seyirci olarak o ana kadar, Yulia ve Pavel'in ülkedeki isyana aktif olarak katıldıklarına dair fazla bir malumatımız yok aslında; aşklarının ve gelecekle alakalı planlarının hayatlarını tamamıyla doldurduğuna dair bir hisse sahibiz daha çok. Fakat sokakta, direnişçilerin arasında ve bilhassa karakolda yaşadıklarından sonra damardan birer rejim ve polis düşmanı haline geldikleri kesin.
Belarus'un başındaki büyük bela, diktatör Aleksandr Lukaşenko'nun memleketi getirdiği vaziyet hakkında nefes nefese izlenen, adeta bir korku filmiyle karşı karşıyayız. Yönetmenliğini ve senaryo yazarlığını Boris Guts'un üstlendiği Minsk adlı filmin prodüktörleri arasında da Guts'un adına rastlıyoruz.
Tallin'de düzenlenmiş olan 26. Kara Geceler Film Festivalinin Baltık Filmleri Yarışmasında yer almış 82 dakikalık film, gerçek hadiselerden yola çıkılarak çekilmiş; üstelik tek bir sekans halinde karşımıza çıktığından bizi kolaylıkla peşinden sürükleyen ve hadiselerin akışına kendimizi ister istemez kaptırmamızı sağlayan neredeyse bir belgesel kıvamında.
Niye böyleler?
Çok uzun zamandır ülkede iktidarı ele geçirmiş ve 2020'deki seçimlere açık açık hile karıştırmak suretiyle rakibi Svyatlana Tsihanouskaya'yı bertaraf etmiş zorba Lukaşenko'nun zalimliğine ikna olmamak ne mümkün!
Rejiminin bekçiliğine soyunmuş güvenlik kuvvetlerinin nefret, öfke, kin ve şiddetlerini dışa vururken birileri tarafından yetkiyle resmen donatıldıkları gün gibi belli. Halkı düşman gibi görmeleri, üniformalarının korunaklı zırhları içinde tamamıyla savunmasız insanlara saldırmaları, yumruklarını, tekmelerini, coplarını ve silahlarını hoyratça konuşturmaları rejimin acizliğini teyit ediyor.
Vatandaşları keyfî biçimde gözaltına alıp karakollara, emniyet müdürlüklerinin bodrum katlarındaki zindanlara götürmeleri, dövmeleri, işkenceye tabi tutmaları, tecavüz etmeleri veya öldürmeleri cezasızlığın verdiği cesaretle katmerleniyor, maçolukta bilhassa şahlanan eziklik tavan yapıyor.
Güvenlik kuvvetlerine mensup memurların hakaretler savurmaktaki cüreti, vatandaşları tehdit ederken hukuku tamamıyla yok saymaları bir yana, acı çektirmekte oldukları kurbanlarının yanında müzik dinlemek gibi alışkanlıkları sadist benliklerinin zavallılığını dışa vuruyor.
İktidarın onlara verdiği gazla, halkın güvenliğinden sorumlu olduğunu unutup kötülüğü bir hobi gibi özümsemeleri, enerjilerini kanalize edebilecekleri çok daha faydalı alanlar varken işin kolayına kaçıp halkı sindirme mekanizmasının sıradan bir dişlisine fazla düşünmeden dönüşmeleri ne kadar da patetik (acınası)!
Milliyetçilik ve dincilik kol kola!
Filmde, kafese kapatılmış hayvanlar gibi tutulan, karakolun bodrum katındaki polis kurbanlarına bir memur eğlence olsun diye millî marşı söyletmeye karar veriyor. Ardından vazgeçip Babamız (Pater Noster) duasını okutmaya girişiyor; emirlerine yeterince uyulmadığına ikna oldukça dövünüyor, hıncını kendine göre birilerinden çıkarıyor.
Kimi güvenlik mensubu, yüzünü teşhir etme cesaretinden mahrum olduğu için maskesini çıkarmadan şiddet uygulamayı tercih ediyor, kimi daha diplomatik davranmak suretiyle kurbanlarına nispeten iyi muamele edip uydurma bazı suçlamalarla ilgili ifadenin altına imza attırma yoluna bu şekilde gidiyor. Kıdemli bir komiser olduğunu anladığımız aynı polisin, istenen sonuca ulaşılamadığı takdirde kurbanın başına torba geçirip tehdit dozunu artırdığına da şahit oluyoruz.
Belarus'ta polislerin bilhassa birbirine bağlı çiftlere karşı "alerjileri" olduğunu, gözaltına alındığınızda mümkünse çift olduğunuzun çaktırılmamasının faydalı olduğunu da duyuyoruz.
Aşkla kavrulmanız ve mutluluktan uçmanız, bunları tadamayanların asabını mı bozuyor yoksa?
Duygusal olarak travmatik ve örselenmiş bireylerin bu mesleği seçmiş olması bir tesadüf mü?
Ya fazlasıyla sert ve güçlü görünümlü işkenceci bir polisin anne zaafına ne demeli?
İşkencelere maruz kaldıkça polislere karşı bilenen Pavel'in memurları nedense çıldırtan bir ifadesi "Bütün polisler ibnedir!" oluyor. Fakat bu arada futbol fanatikleri karakolu basıp memurları bertaraf edince gözaltına alınanlar, yaralı bereli şekilde oradan kaçıyorlar.
Kahramanlarımızı aracına alan futbol delisi genç adam futbolun en azından kuralları olduğunu, hakemlerin hataları da olsa oyunda kırmızı kart göstererek veya penaltı kararı vererek düzeni sağladıklarını; kısacası disiplin ve centilmenliğin korunmasının sübabı vazifesi gördüklerini ifade ediyor.
Bize fazlasıyla acılarla dolu gündelik yaşamından uzaklaşmak üzere sığındığı futbol evreninden sesleniyor ve gerçek hayatta polisleri silahlı futbolculara benzetiyor; rakip takımın oyuncularına serbestçe vurabildiklerini, işkence edebildiklerini, öldürebildiklerini söylüyor.
Sanki onlara "Kazanmak için her şeyi yapmaya hakkınız var" denmiş gibi kuralların polisler için var olmadığı, sınırsız selahiyetle donatıldığı haksız bir evrene, kaostan beslenen bir düzene, çıldırtılmak istenen bir toplumun suretine esefle bakıyoruz.
"Bu bir savaş, üstelik bu dünyanın her köşesinde böyle!"
Minsk filmi uzun yıllar boyunca dünyanın çıkar ilişkileri içinde yeterince ağırlığı olmadığı için görmezden gelinmiş Belarus'un son dönem trajedisini bilhassa bir aşk ilişkisi üzerinden tekrar hatırlatıyor; iddialı tavrının gereklerini mümkün olduğunca yerine getirerek seyirciyi bir kez daha uyarıyor.
Karşımızda bir başyapıt olmasa da, senaryonun didaktik bölümleri olsa da, bazen tempo düşüklükleri ve kopukluklar dikkatimizi dağıtsa da, film bizi sinemanın siyasi gücüne, harekete geçmek için motivasyon olma kapasitesine, "Hamam böceği" lakaplı Lukaşenko ve benzerlerine karşı aktif tavır alınmasına yönelik dayanışma ruhuna inandırıyor. (MT/SD)