“İstanbul’da doğan artık hep İstanbullu kalır…” Haris Spatharis böyle diyor ya, dün akşam Anuşka’nın kafesindeki adamlar ve kadınlar bunun kanıtıydı. Onları birbirine bağlayan İstinpoli idi, dönüp dolaşıp birbirlerini buluyorlardı. Arnavutköylüler ile Yeniköylüler çekişmeyi unutmuş artık akıllarında sadece şehir kalmış. Hüzün eskimiş zaten şehre gitmeyeli uzun seneler geçmiş…
1923’de mübadele ile Atina’da Kesaryani (adını Kayseri’den aldığı söylenir) ya da Nea Filadelfiya’ya yerleşen Küçük Asyalılardan yaşayan kimse kalmamış. Onlar sadece rebetiko şarkılarında hatırlanıyor. Mübadele sonrası zamanlarda ayaktakımının ve esrarkeşlerin şarkıları sayılan rebetiko ya da Kafe Aman müzikleri, şimdilerde yeraltından çıkarak sahiplenilmiş, sevilerek çalınıp dinleniyor.
Atina'da İstanbulluların toplandığı kafe
İstanbulluların toplandığı kafede yanımdaki genç görünen hanım Büyük Adalı. Dedesi, Kurtuluş savaşı yıllarında Yunanistan ordusuyla Afyon’a kadar gelmiş, madalya almış bir asker. Dede Florina’daki köyüne dönünce aldığı madalya pek işe yaramamış, yoksunluk yıllarında fakirlik yaşamışlar. Savaş bittikten sonra 1930’da barış yılları başladığında Yunanistan ile “İkamet Ticaret ve Seyrisefanin Anlaşması imzalanınca, neredeyse köyün bütün ahalisi taşı toprağı altın İstanbul’a çalışmak için gelmiş. Dede diğer vatandaşları gibi burayı yurt edinmiş, kimi buranın yerli Rumları ile evlenmişler, çocukları olmuş, torunları kendi okullarına devam etmişler. Kimsenin aklında geriye dönmek yokken 1964’te Kıbrıs’taki olaylar bahane edilerek bir gün içinde bir valizle ülkeyi terk etmeleri istenmiş.
Yetmişli yıllarda yine Kıbrıs meselesi alevlenince, unutulmak istenen Rumlara karşı organize edilen 1955 yılı 6-7 Eylül toplu saldırıları hafızalarda canlanıyor. Ülkenin yerli Rumları da birer birer Yunanistan’a göç ediyorlar.
"Poli'den olma şartı..."
Mekânda Fenerbahçe için konuşan adamlara bakıyorum. Eğer “şehirden” biri iseniz üç büyüklerden birinin taraftarısınızdır, başka türlüsü kimsenin aklına gelmez, bu “Poliden olmanın şartıdır. Ateşli futbol tartışması yapan erkeklerden, bir tarafta toplanan kadınların muhabbeti duyulmuyor. Kışın havaların sıcak geçmesinden konuşulurken masamızda oturan bir bey , “Küçük hanım, bir reklam filmi vardı hatırlar mısınız?” diye soruyor. Yetmişli yıllardan bir reklamı keyifle ezbere anlatıyor, “… üst kattakiler donmuyor alt kattakiler pişmiyor, benim de tabanlarım şişmiyor.”
Bana “küçük hanım” denmesi hoşuma gitse de üzerime almamam gerektiğini biliyorum çünkü bu konuşmalardaki sözcükler ayrılık zamanından kopyalanmış sözcükler. Bizlerin unuttuğu magazin olayları, film replikleri bozulmadan tekrar dillendiriliyor. Öyle ki, altmışlı yıllardan kalma “ avans ver, Bedia!” repliğinin Vahi Öz’e ait olduğunu burada öğreniyorum.
Şehre doğru yani "is tin poli"
Küçük Asyalı Rumlar için dünyada şehir anlamında tek bir yer vardır, “Poli” yani şehir demek İstanbul demektir. Herkes bilmese de, şehre doğru demek olan “is tin poli” zamanla değişerek İstanbul olmuştur. Atina havaalanında anonslarda, Konstantinopolis dendiğine bakmayın, aslını bilen bilir. Yoksa Rum yurttaşlarını unutan sizler hâlâ ders kitaplarında sonradan uydurulan hikayeki gibi şehrin isminin “İslamıbol” deyişinden geldiğini mi sanıyorsunuz?
Rumların kaderi de budur, ne bizden ne de Yunan’dan sayılırlar. Hoş onlar da kendilerini farklı görürler. “Yunanlar ne bilir ki?”,
İstanbullu Rumlara göre “buraya medeniyeti bizimkiler getirmiştir.” Kendilerine göre deyimleri vardır, yolda ayakaltında gördüğü ekmeği öpüp duvarın üzerine koyan biri görürseniz anlarsınız. Onlar “Poli” hayali ile yaşarlar; akılları, hâlâ Tatavla, Samatya, Prens Adaları’nda geçen çocukluk yıllarında takılı kalmıştır.
En genci kırklı yaşların üzerinde olan bu topluluğun Atina’daki son İstanbullu topluluk olduğunu biliyorum. Bu insanlar mübadeleden gelenler gibi ömürleri tamamlandığında “Poli” kültürü ve Türkçe unutulacak. Sadece Atina sokaklarındaki lokanta ve fırınlarda, Politiki kuzina (İstanbul mutfağı) ve Politiko çureki (İstanbul çöreği ) yazıları kalacak.