1950'lerin yerli filmlerini izleyenler hatırlayacaklardır. Her biri uzun süre sinemalarda gösterilen siyah-beyaz filmlerin ilgi çekici oyuncularındandı. Ayhan Işık, Muzaffer Tema, Kenan Pars, Neriman Köksal ile birlikte oynadı. Son filmi 1962'da çekilen "Kanunsuzlar" oldu. Sonrasında artık Türkiye'de değildi. Doğup büyüdüğü, ünlü olduğu İstanbul'dan ayrılmak, Atina'ya yerleşmek zorunda kalmıştı. 1964 yılında iki üç gün içinde yanlarına "20 kiloluk bir bavul ve 20 Dolar" almalarına izin verilerek sınır dışı edilenler arasındaydı.
Pola Morelli'den söz ediyorum... 1925 yılında İstanbul'da doğdu. Annesi ünlü kadın terzisi Sofia Fengara'ydı. Beyoğlu'nda, Mısırlı Apartmanı'ndaki atölyesinde İstanbul'un varsıl kesimlerinden kadınlara şık giysiler, evleneceklere gelinlikler dikiyordu. Pola'nın çocukluğu ve gençlik yılları Beyoğlu'nda, annesinin yanında geçti. Ortaokuldan sonra öğrenimini sürdürmedi. Atölyeye gelenlerin de teşviki ile sanat ve eğlence ortamına yöneldi. Kariyerine kentin eğlence mekânlarında şarkı söyleyerek başladı.
Ulusal tarih filmlerinde rol aldı
Sinemaya 1951'de adım attı. O yıl çekilen "Cem Sultan", "Kendini Kurtaran Şehir/Şanlı Maraş", "Üçüncü Selim'in Gözdesi", "Vatan ve Namık Kemal" filmlerinde rol aldı. Bu filmlerin tamamının ulusal tarih üzerine kurgulanmış olması ilginçtir. O yılların modası diyebilirsiniz. Filmlerde, "ulusal" kahramanları baştan çıkaran kadınlara da gereksinim vardı. Muhtemelen Morelli böyle bir rol için uygun bulunmuştu.
Morelli bu filmlerde ikincil rollerdedir. Bazı filmlerin afişlerinde adı vardır, bazılarında yoktur. Cahide Sonku'nun yönettiği ve başrolde oynadığı "Vatan ve Namık Kemal" filminin jeneriğinde adı geçen "Fengara" soyadlı oyuncu herhalde Pola olacaktır. Gerçek adı ile sinemada ve sahnelerde kullandığı ad farklı mıydı acaba?
Morelli belki de farkında değildi, oynadığı "Üçüncü Selim'in Gözdesi" filminin senaryosu Nazım Hikmet'in elinden çıkmıştı. Film, Mihriban Sultan'a âşık olan Sadullah Ağa'nın öyküsünü anlatmaktadır. Morelli acaba Mihriban Sultan rolünde miydi diye baktım, değilmiş, o rolü dönemin tanınmış şarkıcılarından Perihan Altındağ Sözeri oynamış. Anlaşılan bol şarkılı bir film, Sadullah Ağa rolünde de Münir Nurettin Selçuk var.
Bir yıl sonra 1952'de "İstanbul Kan Ağlarken", "İngiliz Kemal Lawrence'e Karşı", "Kanun Namına", "Söz Müdafanındır" filmlerinde oynadı.
"İstanbul Kan Ağlarken" filmi, 1919 yılında Tatavla ve Dolapdere'yi kasıp kavuran Rum çeteleri ve çete başı Hrisantos'a karşı Osmanlı polisinin girdiği mücadeleyi anlatmaktadır. Oyuncu kadrosunda Muzaffer Tema (Komiser Muharrem), Gülistan Güzey (Hrisantos'un birlikte yaşadığı Eftima) vardır ve Pola Morelli, Hrisantos'un daha önce birlikte olduğu "Fifiça" rolündedir.
"İngiliz Kemal Lawrence'e Karşı", ünlü yönetmen Lütfi Ömer Akad'ın ilk filmlerindendir. Filmde Kurtuluş Savaşı sırasında İstanbul'daki İngiliz ve Fransız ajanları ve onlara karşı "İngiliz Kemal"in (Ayhan Işık) kahramanlıkları anlatılır. Morelli bu filmde Fransız ajanı Janet rolündedir.
Dönemin filmlerini derleyen kaynaklarda Morelli'nin 1953 yılında "Yavuz Sultan Selim Ağlıyor", "Yıldırım Beyazıt ve Timurlenk" ve "Çalsın Sazlar, Oynasın Kızlar" filmlerinde oynadığı anlatılıyor.
Adından da anlaşılacağı gibi "Çalsın Sazlar, Oynasın Kızlar" bol oryantal danslı, müzikal bir filmdir. Yapımcısı Lütfi Akad'tır, bu filmi paraya sıkışık olduğu bir dönemde iki hafta içinde çektiği söylenmektedir.
Morelli bir yıl sonra 1954'te, yönetmenliğini Metin Erksan'ın yaptığı "Beyaz Cehennem - Cingöz Recai", Lütfi Ömer Akad'ın yönettiği "Kardeş Kurşunu" ve "Öldüren Şehir" filmlerinde oynadı.
Peyami Safa'nın aynı adlı romanından alınan "Cingöz Recai" filmi, uluslararası bir uyuşturucu çetesi ve polisin onlara karşı verdiği mücadeleyi anlatmaktadır. Pola Morelli bu filmde, çetenin kaybolan 400.000 dolarının peşine düşen İranlı Persia rolündedir. Filmin oyuncuları arasında Fikret Hakan, Neriman Köksal, Kenan Pars vardır.
Türkçesi pek düzgün değildi. Eh zaten o tarihlerde filmler sonradan seslendiriliyordu. Örneğin "Beyaz Cehennem/Cingöz Recai" filminde Pola Morelli'yi ünlü dublaj sanatçısı Adalet Cimcoz seslendirmiştir. Filmden, Pola Morelli'nin göründüğü kısa bir parçayı internette izleme olanağınız var.
(Bu arada ekleyelim; biraz gezinirseniz internette Pola'nın burada değindiğimiz filmlerinden bazılarını izlemeniz mümkün.)
6-7 Eylül döneminde iki filmde yer aldı
6-7 Eylül olaylarının cereyan ettiği 1955 yılında, sadece iki filmde, "Beklenen İtiraf" ve Bataktaki Kız" filmlerinde rol alır. Bir polisiye film olan "Beklenen İtiraf"ın oyuncu kadrosuna bakıldığında Pola başrolde gibi görünmektedir. Zengin bir ailenin iç çatışmalarının anlatıldığı "Bataktaki Kız" filminde de Morelli'nin adı Neriman Köksal ile birlikte ön plandadır.
Daha sonraki yıllarda sinemadan uzaklaşmış, son kez 1962'de çekilen "Kurşun Yağmuru" filminde Semra Sar, Eşref Kolçak, Ahmet Tarık Tekçe ve Hüseyin Baradan ile birlikte rol almıştır. O yıl annesini kaybeder. Milliyet gazetesinin arşivinden şöyle bir ölüm duyurusuna ulaşabiliyorsunuz:
"VEFAT... Şehrimizin tanınmış sahne sanatkârı ve şantöz Bayan POLA MORELLİ'nin sevgili annesi Dul Bayan Sofia Fengara'nın vefat ettiği derin teessürlerle bildirilir. Cenaze merasimi bugün Pazar 14 Ekim 1962 saat 14.30'da Beyoğlu Panaiya Rum Kilisesinde icra olunacaktır... İşbu ilan hususi davetiye yerine kaimdir... Cenaze Levazımatı ve Servis İşleri ANGELİDİS"
Duyuru, bir ölçüde Morelli'nin aile ilişkileri konusunda bilgi veriyor. Onun dışında ailenin başka bir yakınından söz edilmiyor örneğin. İstanbul Rumlarının dinsel ritüellerine ilişkin izler de bulabileceğiniz duyuruda Morelli'den "sahne sanatkârı ve şantöz" diye söz edilmesi, sanatçının artık sinemayla pek ilişkisinin kalmadığını gösteriyor diyebiliriz.
"Küçük Amerika" ve 6-7 Eylül gecesi
Morelli'nin sinema oyunculuğunda tanınır olduğu 1950'ler toplumsal ve siyasal açıdan ilginç bir dönemdir. DP iktidarında liberalleşme, "Küçük Amerika" olma hevesi, bir anlamda Batı benzeri çoğulcu bir hoşgörü havasını da getirmiştir. Özellikle İstanbul'un kozmopolit yapısını yansıtan günler yaşanmaktadır. Meclise Rum ve Ermeni milletvekillerinin girdiği bir dönemdir. Bizim mahallenin muhtarı da Agop Amca'ydı mesela.
Yunanistan Kralı Paul ile Kraliçe Frederika'nın 1952 yılında İstanbul'u ziyaretlerinde hoşça karşılandıklarını hatırlıyorum. Aynı yılın Kasım ayında da o tarihteki Cumhurbaşkanı Celal Bayar; Atina, Selanik ve Batı Trakya'yı ziyaret etmişti. Bayar, Atina ve diğer kentlerde gösterişli törenlerle ağırlanmıştı.
Ama bu balayı uzun sürmedi. Meydanlarda "Kıbrıs Türktür, Türk Kalacaktır", "Ya Taksim Ya Ölüm", "Kahrolsun Kızıl Papaz Makarios" diye sloganlar atılmaya başlandı. Yunanistan ve Türkiyeli Rumlar, onlarla birlikte Müslüman olmayan diğer azınlıklar aşırı milliyetçi baskı ve saldırıların hedefi haline geldi. Sonunda 1955 yılının 6-7 Eylül gecesi tezgâhlanan, azınlıkların, özellikle Rumların mal ve canına yönelik saldırı İstanbul'u altüst etti. Bizde "6-7 Eylül Olayları" diye geçer, Batı'da genellikle "pogrom" denilir ve Nazilerin "Kristal Gece"si ile benzeştirilir, Yunanistan'da ise "Eylül Olayları" anlamına gelen "Septemvriana" diye anılır kısaca. İstanbul'da yaşamak o geceden sonra kentin Rum sakinleri için kolay değildi. İstanbul'u terk edenler oldu.
1955'ten sonra yapılan filmlerde, 1962'de oynadığı "Bataktaki Kız" filminin dışında Pola Morelli'nin adına rastlamıyoruz. Anlaşılan "milliyetçi" baskılar bu alanda da kendini duyuruyordu. Ama, Morelli'nin şarkıcılığı da vardır. Türkçe, Yunanca ve Fransızca şarkılar söylemektedir. Ayrıca dans konusunda da yeteneklidir. Kariyerini bu yönde sürdürür. Yurtdışına çıkar, bir ara Atina'ya gider, ama "İstanbul'un hasretine dayanamadım" diyerek bir ay sonra döner gelir. Bu arada sanki bir ironi yaratırcasına Kıbrıs'ta, Kıbrıslıların gece yaşamında sahne alır.
Pola Morelli Kıbrıs'ta
Mete Hatay'ın 2017'de yazdığı ve Kıbrıs'ta yayınlanan Havadis gazetesinde çıkan "Ünlü Yıldız Pola Morelli, Kıbrıs Günleri ve 1964 Sürgünü " başlıklı yazıda yıldızın yaşamına, sinema oyunculuğuna ilişkin bilgilerin yanı sıra Kıbrıs günlerini anlatan ayrıntılar da veriyor. Hatay'ın yazısına eklediği bir gazete kesiğinde Morelli'nin adaya gelişi şöyle duyuruluyor:
"Pola Morelli Kıbrıs'a geliyor... Türk filmlerinin tanınmış yıldızlarından Pola Morelli'nin dün Kıbrıs'a gelmesi bekleniyordu. Pola Morelli, Kanun Namına, Öldüren Şehir gibi birinci sınıf Türk filmlerinde rol almış ve başarılar göstermiştir. Bunun yanında, ikinci derecede filmlerde de rol almış olan sevimli yıldız her bakımdan kabiliyetli bir sanatkârdır... Pola Morelli'nin Chanteclair tarafından angaje edildiği haber veriliyor. Sanatçı burada şarkılar söyleyecek ve danslar yapacaktır... Pola Morelli Türkiye'de doğup büyümüş, Türk tabiyetinde, fakat Müslüman olmayan bir sanatkârdır."
Haberin son cümlesi dikkat çekici. Bir anlamda hem "bizdendir" hem de "bizden değildir" deniliyor gibi. Bu arada Morelli'nin TC uyruklu olduğu gibi yanıltıcı bir bilgi de verilmiş. Oysa sanatçı kendilerine yaşamlarını İstanbul'da sürdürme olanağı tanınmış olan Yunanistan uyruklulardandır ve bu yüzden de 1964'te apar topar yurtdışına gönderilenlerin arasında yer alacaktır.
Pola Morelli 1957 yılında, şimdi Rum kesiminde kalan, ama o yıllarda yaşanan sınırlı barış ortamında Kıbrıslı Türklerin de gittiği Chanteclair kabaresinin çağrılısı olarak Ada'ya gitmiş ve 6 ay boyunca sahneye çıkmış. Aynı zamanda diğer kesimdeki Çağlayan Bar'da da sahne almış. Mete Hatay'ın yazısındaki bir başka gazete kesiğinde Çağlayan Bar'dan şu duyurunun yapıldığını görüyoruz:
"Son Avrupa turunda edindiği yepyeni şarkılariyle... Yine kısa bir müddet için... POLA MORELLİ huzurunuzda... Her akşam Çağlayan Bar'da çıkıyor... Rakipsiz, tatlı sesli, sehhar Pola'yı dinlemek için Çağlayan Salonlarını ziyaret ediniz... Bu akşam ve her akşam POLA Çağlayan'da."
(Kısa bir ara bilgi vereyim. Yukarıdaki duyuruda geçen "sehhar" sözcüğü o tarihlerdeki güncel Türkçede de pek kullanılmayan bir sözcük. Sözlüğe baktım; Arapça "sihir" kökünden geliyor, "büyüleyici" gibi bir anlamı var. Duyuruyu yazanlar bu sözcüğü kullanarak gösteriye biraz oryantal bir hava mı katmak istemişler acaba?)
Mete Hatay, Morelli'nin Ada'da kaldığı 6 ay içinde Çağlayan Bar ile Chanteclair kabaresi arasında adeta mekik dokuduğunu söylüyor. "Milliyetçiliğin tavan yaptığı bir dönemde yüzlerce Kıbrıslı Rum ve Türk, düşmanlığı ve silahları bir tarafa bırakarak, İstanbullu Morelli'nin sesinden Türkçe, Rumca ve Fransızca şarkılar dinlemek için kuyruğa giriyorlardı" diyor.
Morelli 1958'den sonra Kıbrıs'a bir daha gitmemiş. Ama çatışmaların yoğunlaştığı 1960'lı yıllarda, kendi bölgelerinde sıkışıp kalan Kıbrıslı Türklerin tek eğlencesi sinema olmuş. Ellerinde bulunan sınırlı sayıda film arasında Morelli'nin 1962'de rol aldığı "Kurşun Yağmuru" filmi de vardır ve bu filmi defalarca seyretmek zorunda kalırlar. Mete Hatay, "Seyredenlerin çoğu Pola'nın Kıbrıs'taki olaylardan dolayı çok sevdiği memleketinden sınır dışı edildiğini herhalde bilmiyordu diye düşünüyorum. Yoksa biliyorlar mıydı?" diye yazmış.
"1964 Tehciri"
Lozan anlaşması ve daha sonra Yunanistan'la imzalanan ikili anlaşmalarla, Batı Trakya'da yaşayan Türkler ve İstanbul'da yaşayan Rumlar, zorunlu mübadele uygulamasının dışında tutulmuştu. Kıbrıs'ta olayların tırmanışa geçtiği 1964 yılında İnönü hükümeti, Yunanistan'la imzalanmış olan ikili anlaşmayı geçersiz ilan eder ve Yunanistan uyruklu İstanbullu Rumlardan birkaç gün içinde Türkiye'yi terk etmeleri istenir. Bir bölümünün varlıklarına el konulur. Emniyet Müdürlüğüne çağrılanlara ne olduğunu bilmedikleri, okumalarına olanak tanınmayan belgeler imzalatılır. Yapılanlar tam bir "polis devleti" uygulamasıdır.
Bu, Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül'den sonra Cumhuriyet döneminde İstanbullu Rumların karşılaştığı üçüncü felakettir. Ne yazık ki Türkiye'den bu uygulamaya karşı çıkan olmamış, o günlerin "ulusçu" havası içinde aydın çevreler bile sessiz kalmıştır. Konuya ilişkin ayrıntılı değerlendirmelerin yapılması, makalelerin yazılması, kitapların yayınlanması için aradan neredeyse 40 yıl geçmesi gerekmiştir.
Özgür Kaymak'ın biamag'ta yayınlanan "1964'te Göç Ettirilen Rumlar Bir Daha Geri Gelmedi" başlıklı yazısı, "1964 Tehciri" konusunda aydınlatıcı bilgiler vermektedir. Geçtiğimiz yıllarda biamag'ta yayınlanan bir yazımda da bu konuya değinmiştim.
İletişim'den yayınlanan "İstanbullu Rumlar ve 1964 Sürgünleri" başlıklı derlemede, çok sayıda yetkin ismin konuyu ayrıntıları ile ele alan yazılarına yer verilmiş. Kitabın alt başlığında "Türk Toplumunun Homojenleştirilmesinde Bir Dönüm Noktası" diye yazılmış. Daha önce yine İletişim'in yayınladığı, Hülya Demir ve Rıdvan Akar'ın ortak çalışması "İstanbul'un Son Sürgünleri" de konuya ilişkin önemli kaynaklardan biri.
Bu arada Babil Derneği tarafından 1964'ün 50. yılında İstanbul ve Ankara'da düzenlenen "20 Dolar 20 Kilo" adlı serginin ve sergiyle ilişkili yayınların iyi bir görsel derleme olduğunu belirtelim.
Gidenlerin yeni yaşamları
Olayın üzerinden uzun bir süre geçtikten sonra olayı daha ayrıntılı ele alan, olayın neden olduğu ve sonuçları daha kapsamlı değerlendiren çalışmalar yapılabildi. Bu çalışmaların bir bölümünde İstanbul'dan gidenlerin Yunanistan'da nelerle karşılaştıkları, yaşamlarını nasıl sürdürdükleri konusu ele alınıyor.
"İstanbullu Rumlar ve 1964 Sürgünleri" derlemesinde yer alan Herkül Millas'ın, "Bir Muhrecin Hikâyesi ve Mitoslar" başlıklı yazısı (s.181-190), yazarın birinci dereceden tanıklığına dayanıyor. Millas'ın babası 1964'te "ihraç edilenler" arasındadır, TC uyruklu olan annesi de onunla birlikte gitmiştir. Millas, İstanbul'u terk etmek zorunda kalan Rumları üç gruba ayırarak şöyle özetliyor:
"Birinci grup, taşınmazları olanlardı. Bunlar en zararlı çıkanlardı. Mülkleri bloke edildi ve satamadılar... Orta halli olanlar ve mülkleri olmayanlar, örneğin babam, servetlerinin bir kısmını kurtarmış sayılabilir. Üçüncü grup, yani yoksulların zaten yanlarına alabilecekleri bir şeyleri yoktu; en acı çekenler onlar olmuştur. Çünkü kendilerini birden yabancı bir ortamda ve meteliksiz buldular."
Pola Morelli'yi de Atina'da sıkıntılı günler bekliyordu. O günlerin İstanbul gazetelerinde, gidenlerin ardından "ulusçu" söylemleri körükleyecek, uydurulmuş haberler yayınlanmaktadır. Morelli hakkında da böylesi haberler yayınlanmıştır. Bu konuya değinen Mete Hatay, Kıbrıs'ta yayınlanan Havadis gazetesindeki yazısında özetle şöyle diyor:
"Dönemin gazetelerine şöyle bir baktığımızda, basın tarihinin en yüz kızartıcı dönemlerinden birinin yaşandığını rahatlıkla iddia edebiliriz. Birçok saçma sapan haber, gerçekmiş gibi havada uçuşuyordu. Örneğin bir haber, Türkiye'nin toplam ihracatının 343 milyon TL olduğu bir dönemde Rumların 500 milyon TL'lik döviz kaçırdıklarını iddia ediyordu.
"Başka bir haberde Pola'nın ne kadar fettan bir kadın olduğu anlatılıyordu... Sınır dışı edilmesini meşrulaştırmak için dönemin basını, üstüne düşen görevi fazlasıyla yapacaktı. Örneğin 'Pola Morelli 500 bin lira borç bırakıp Yunanistan'a kaçtı. Rum şarkıcının parayı ne yaptığı bilinmiyor' başlığıyla verilen bir haberde; 'Zararlı faaliyetlerde bulunduğu için hudut dışı edilen Yunanlı bir fabrikatörün hasretine dayanamadığı belirtilen şantöz Pola Morelli'nin gazino açacağını söyleyerek Türkiye'deki Rum asıllı tacirlerden 330 bin lira borç aldığı ve Atina'ya kaçtığı' iddia edilmişti."
Terzilik yapmaya başladı
Pola Morelli'nin Atina'daki yaşamına ilişkin fazlaca bilgi yok. Bu konuda Yorgo Bozis ve Sula Bozis'in "Paris'ten Pera'ya Sinema ve Rum Sinemacılar" adlı kapsamlı çalışmasında (YKY, 2014) onun Atina'nın Patisia semtine yerleştiği, geçimini sağlamak için terziliğe başladığı anlatılıyor. Morelli bir süre sonra iskambil falı bakmaya başlamış ve kısa sürede ünlenip çok para kazanmış. Kitapta, "Fakat bu durum, ne yazık ki kısa ömürlü bir refah sağladı. 1996'da unutulmuş bir biçimde ve büyük bir yoksulluk içinde yaşamını kaybetti" deniliyor.
Yorgo ve Sula Bozis'in "Paris'ten Pera'ya Sinema ve Rum Sinemacılar" kitabından, Türkiye sinemasına çok sayıda İstanbullu Rumun emek verdiğini öğreniyoruz. Yorgo Bozis'in 25 yıla yayılan araştırmasını ölümünden sonra eşi Sula Bozis tamamlamış. Nisan 2014'te İstanbul TÜRVAK'ta kitaba paralel bir de sergi açılmış. Bugün kitabın mevcudu kalmamış, ikinci baskısı yapılabilir mi acaba? Sula Bozis ile Kültigin Kağan Akbulut'un yaptığı bir söyleşide kitaba ilişkin ilgi çekici ayrıntılar bulabilirsiniz.
Pola Morelli ile ilgili kaynaklara bakarken, Türkiye sinemasına ilişkin arşivlerin pek yeterli olmadığını gördüm. Sağ olsun dostum Aleko Lamprou'nun Yunanca kaynaklar üzerinden yaptığı taramalardan da fazla bir sonuç elde edemedik. Bu arada muhtemelen İstanbullu Rumlara ait, fazla özenli olmayan bir internet sitesinde (http://www.omogeneia-turkey.com) yanıltıcı bilgiler verildiğini gördük.
Söz konusu Yunanca sitede Pola Morelli'nin 1970 yılında vefat ettiği ve Şişli mezarlığına defnedildiği yazılıyor. Ölüm tarihi yanlış, Şişli mezarlığına defnedilmesini tahkik etmeye çalıştım. Duygusal bir yorumlamaya çok uygun bir durum: "Sonunda doğduğu topraklara döndü" denilebilir. Doğru olabilir mi diye sevgili Sula Bozis'e sordum. Böyle bir şeyin gerçekçi olmadığını, yoksulluk içinde ölen birinin cenazesinin İstanbul'a taşınmasının düşünülemeyeceğini söyledi ve şöyle dedi:
"Zaruret içinde öldüler"
"1964 te sınır dışı edilen Yunanistan uyrukluların büyük çoğunluğu çok zor durumlarda yaşadı. Zaruret içinde öldüler. Kimsenin değil cenazesi, mendili bile geri gitmedi. Yapılan uygulama şu; Atina'da zengin aileler kalıcı mezar satın alıyor, fakirlerin cenazeleri ise 3 yıl sonra açılıyor, kemikleri kutuya konarak kutular kısmına kaldırılıyor. Herkesin bildiği olaylar ne yazık ki kimileri tarafından güzel gösterilmeye çalışılıyor, ilgi çeksin diye uyduruluyor."
Sinema tarihimiz ve ilişkili konularda çalışacak araştırmacıların işi kolay değil. Hangi kaynaklara ne kadar güvenebilecekleri konusunda dikkatli olmaları, titizlik göstermeleri, olabildiğince birincil kaynaklara yönelmeleri gerekiyor. Bir de bizim genelde yaşadığımız arşiv sıkıntısının, bazı iyi niyetli girişimlere karşın, sinema tarihimiz için de söz konusu olduğunu dikkate almalılar. Aslında bu yazdıklarım herhalde her alanda yapılacak araştırmalar için geçerli.
Bu kısa yazıda Pola Morelli'nin yaşamından kesitler verdik. Onun yaşamında o günlerin toplumsal tarihi ile kesişmelerden söz ettik. Pola'nın perde ve sahne yaşamını anlatırken Nazım Hikmet'e, Kıbrıs'a, Lütfi Ömer Akad'a, 6-7 Eylül gecesine, İstanbul'un Pera'sından Atina'nın Patisia semtine kadar uzandık.
Meraklısı için ilgi çekici bir çalışma alanı. Hele komşumuz ile yine barışı tehlikeye atan çıkışların yapıldığı bugünlerde, sıradan insanların ve popüler sanatın birleştiriciliğini hatırlamaya, hatırlatmaya kuşkusuz çok ihtiyacımız var. (AŞ/AÖ)