Podemos ne geçtiğimiz Mayıs ayında gerçekleştirilen yerel seçimlerde ne de 20 Aralık’ta yapılan genel seçimlerde yalnızdı. Bildik iki partili düzenin sona erdiği bu son genel seçimlerden koalisyon çıkmazsa ve yeniden sandığa gidilirse Podemos’un daha geniş bir çatı altında daha çok oy alma olasılığı bir hayli yüksek…
İspanya’da 20 Aralık 2015 tarihinde gerçekleştirilen genel seçimlerin kaybedeni iki partili sistem oldu; pek tabii finans çevrelerine göre “istikrar” kaybedildi. İspanya’da faşist diktatör Franco’nun 1975’te ölmesinden bu yana iki parti -PP (Halk Partisi) ve PSOE (İspanya Sosyalist İsçi Partisi)- sırayla iktidara geldi. Demokrasiye geçiş sürecinde kapalı kapılar ardında yapılan anlaşmaların sonucuydu bu. Düzenin devam etmesi için hükümet değişmeli ama özünde sistemde hiçbir şey değişmemeliydi. Bu da bugüne kadar iki düzen partisinin sırayla başa gelmesiyle mümkün oldu.
20 Aralık’ın kazananı ise Parlamento’ya üçüncü parti olarak giren Podemos oldu. Malum medyanın anket çarpıtmalarına rağmen beklenen atılımı yaptı Podemos (Podemos İspanyolca “Yapabiliriz” anlamına geliyor). Oyların yüzde 20’sini alan Podemos, 350 vekilden oluşan Parlamento’da 69 vekille temsil edilecek. Ancak anketler Podemos’un dördüncü parti olacağını, Ciudadanos’un ise ikinci ya da üçüncü parti olacağını öngörüyorlardı. Böylece kararsız oylar 2006 yılında Barselona’da kurulan ve daha sonra ulusal ölçeğe yayılan liberal parti Ciudadanos’a (Ciudadanos İspanyolca “Vatandaşlar” demek) yönlendirilmeye çalışıldı. Çünkü seçimlerden önceki anketlere göre kararsız oyların tüm oyların yüzde 33’ü civarında olduğu tahmin ediliyordu. Bilindiği gibi kararsız oylar genelde “oyum boşa gider” kaygısıyla anketlerde daha yüksek oy alacağı belirtilen partilere oy vermeye eğilimli oluyorlar. İki partili sistemin ortaklarından olan medya bu tür anket sonuçlarını kullanarak kararsız oyları yoğun bir şekilde manipüle etmeye çalıştı.
Türkiye basınında ilk çıkan haberler İspanya’da genel seçimleri sağın kazandığı yönünde oldu ancak sağ partinin (PP) bir önceki seçimlerde aldığı oyların yüzde 30’unu kaybettiğinden söz edilmedi. Ayrıca PP seçmenlerinin yaş ortalaması çok yüksek, yani kuşak sorunu yasayan bir parti. Zaman içinde seçmenlerinin biyolojik süreçler sonucu azalacağı aşikar. Bu nedenle Ciudadanos partisi PP’ye oy vermeyen sağ görüşlü gençlerin oylarını yönlendirdikleri bir proje izlenimi veriyor en başından beri. Diğer taraftan da seçimlerden bir gün önce PP genel başkanı Rajoy’un başbakanlığına onay vermeyeceklerini söyleyerek PP’den kendilerine gelecek üçüncü kuşak oylarını bile bile yeniden PP’ye yönlendirmeleri de projenin bir parçasıydı tabii ki.
Ciudadanos kendisini ilerici, post-nasyonalist ve anayasacı olarak tanımlayan bir orta yol partisi. Gün geliyor cinsiyetçi açıklamalar yapıyorlar, gün geliyor 15 Mayıs 2011’de ortaya çıkan Öfkeliler Hareketi’nin kullandığı sloganları devşiriyorlar. Podemos ise kendisini Öfkeliler Hareketi’nin devamı addediyor ancak ne sağda ne de solda yer aldığını söylüyor, çok jenerik bir deyişle “insanların” partisi olduğunu iddia ediyor. Kısacası, 2008’den bu yana devam eden ağır krizle birlikte iki geleneksel partinin maskelerinin düşmesiyle onlardan uzaklaşan milyonların oylarına talip iki farklı parti çıktı ortaya. İşte bu iki partiye giden kızgın oylar, kararsız oylar ve yıllardır sandığa gitmekten imtina eden oylar iki partili sisteme şimdilik bir virgül koymuş oldu.
Bu genel seçim sonuçlarını incelerken bakacağımız kilit nokta geçtiğimiz Mayıs ayında gerçekleştirilen belediye seçimleri olmalı. Hatırlamakta fayda var; Mayıs’taki belediye seçimlerinde en önemli iki kentte -Madrid ve Barselona’da- yönetimi özellikle kriz sonrası ortaya çıkan yerel hareketlerin oluşturduğu platformlar ele geçirdi. Ayrıca Coruña, Cádiz ve Zaragoza kentlerinde ve birçok küçük yerleşim biriminde de benzer oluşumların adayları belediye başkanlığına seçildiler. Podemos belediye seçimlerinde bu birliktelikleri destekleme kararı almakla doğru bir adım atmıştı. Her ne kadar ulusal ve uluslararası medyada adı geçen belediyeleri Podemos’un kazandığı havası yaratılsa da asıl kazanan, yerelde insanların kendi özgücüyle geliştirdikleri mücadelelerin biraraya getirdiği platformlardı. Podemos’tan yıllar öncesine dayanan bu yerel ve çoğunlukla da kentsel mücadeleler Öfkeliler Hareketi’nin de öncülleriydi.
Belediye seçimleri öncesi “Belediyecilik” fikri ile birleşen yerel mücadelelerin temel savı: “Demokrasi en yakınımızdan başlar.” Birşeyleri değiştirmeye kendi somut sorunlarından başlayan ve birlikte bunu başarabildiklerini görenler, küçük yerleşim birimlerinden başkentin belediyesine kadar kendi yaşam alanlarının yönetimine aynı hedefle talip oldular. Herhangi bir parti ya da ideoloji ile değil de kendi yaşam alanlarındaki sorunlardan yola çıktılar. Tabandan gelen özyönetim talebiydi bugün yerel seçimlerden genel seçimlere kadar düzeni sarsan.
Podemos’un bu son seçimlerden sonra yapabileceği en büyük hata zafer sarhoşluğuyla bu başarının kendi “marka”sından ve parti yöneticilerinin başarısından kaynaklandığı yanılsamasıyla işbirliği yaptığı grupların gücüne ve özerkliklerine halel getirmek olacaktır. Şu ana kadar yaptıkları açıklamalarda bileşen grupların mecliste kendilerine ait grupları olacağı belirtildi. Sadece kazanılan oylara değil kaybedilenlere baktığımızda da seçimlere tek bir çatı altında girmenin ne kadar önemli bir strateji olduğunu açıkça görüyoruz. Örneğin, Podemos’un birlikte seçime girme konusunda anlaşamadığı IU (Sol Birliği) –bu seçimlerde UP (Unidad Popular; Halk Birliği) adını kullandılar- ve diğer daha yerel oluşumlar da bu çatının altında olsaydı Podemos hem oy oranında (24,75 %) hem de vekil sayısında (+19) Meclisteki ikinci parti olacaktı.
Dahası bu tablo artık dünyanın birçok yerinde geçerli, solcu geçinen tüm parti ve hareketler, ideolojik nüansları, nostaljik saplantıları ve koltuk hayallerini bir kenara bırakıp bir çatı altında toplanmak zorundalar. Bu bir lüks değil, zorunluluk. Gezegenin, dünyanın ve daha acil olarak Ortadoğu’nun hali göz önünde bulundurulunca bunu tartışmaya bile gerek yok diye düşünüyorum. Bu aşamada önemli olan soru “hangi ölçekte bir araya gelmeye başlamalıyız” olmalı. Solun “lokal mevzular!” olarak görüp küçümsediği sorunlar etrafında verilen mücadeleler sonucu politikleşen kesimlerin sayesinde daha büyük ölçekte gerçekleşen Gezi ve Öfkeliler Hareketi gibi ayaklanmalar mümkün oldu.
Yaşam alanlarından, insanların aidiyet hissettikleri yerlerden başlamalı bir olma hali. Bugün Barselona Belediyesi’ni yönetenler çok değil bundan 8-9 yıl önce ipotek borcunu ödeyemedikleri için evlerinden zorla çıkarılanlar olarak mahallelerde örgütlenmişlerdi; bugünse tüm kenti onlar yönetiyorlar. Barselona gibi “marka” olmuş ve hatta meta haline getirilmeye çalışılmış bir kentte bile bu başarılabiliyorsa, her yerde başarılabilir. Ancak bu tür tabanda gelişen somut mücadelelerden doğan ortaklıklar yalnızca kararsız oyları değil yıllardır sandıklara gitmemiş oyları dahi kazanabiliyor.
Hükümet kurma konusuna gelince; genel olarak bakıldığında sağ partilerin ya da sol partilerin kendi aralarında bir araya gelmeleri çok zor görünüyor. Koalisyon kuramazlarsa seçim hükümeti kurulur ve yeniden seçime gidilir. Bununla beraber, seçim korkusuyla herhangi bir koalisyon kurulsa bile uzun süreli olmayacağı, yeniden sandıklara gidileceği fikri de oldukça yaygın.
Tevekkeli değil AB’nin malum güçlü ülkeleri İspanya genel seçimlerinin sonuçlarından hiç memnun kalmadılar. Kendi borusunu öttüren her iki geleneksel parti de tek başına iktidar olamadığı gibi ufukta görünen bir koalisyon da yok. Kısacası İspanya üzerinde uyguladıkları zalim tasarruf politikaları şimdilik askıda kalmak durumunda…
Son olarak kadınların Meclis’teki oranına değinmek istiyorum. Bu seçimlerde bizim de 7 Haziran’da yaşadığımız gibi Meclis’teki kadın temsili İspanya tarihindeki en yüksek seviyeye ulaştı. Artık Meclis’in yüzde 40’ını kadınlar oluşturacak. Ancak bunda yalnızca yerel mücadelelerin değil, aynı zamanda partileri adaylarının yarısını kadınlardan seçmeye zorlayan eşitlik yasasının payını da unutmamak gerekir.
Düzenin “istikrar” kaygıları süredursun, bizim bu deneyimlerin her birinden öğrenerek ve ortak müştereklerde daha büyük çoğunluklar olarak birleşerek kendi yaşam alanlarımızın ve yaşamlarımızın yönetimini elimize almamız elzemdir artık. (ED/EA)