"PKK'nın dişi teröristi"
"Kadın teröristin avukat Alp Selek'in kızı olduğu anlaşıldı"
12 Temmuz 1998 tarihli gazetelerde böyle verilmişti haber. 17. Yüzyıldan kalma tarihi Mısır Çarşısı'nın, 27 yaşındaki sosyoloji öğrencisi Pınar Selek tarafından havaya uçurulduğundan böylesine emindi gazeteciler.
Yedi kişinin ölümüne ve 127 kişinin yaralanmasına neden olan patlamanın bir bombadan kaynaklandığına dair elle tutulur tek bir delil olmadığı halde, birinci sayfalardan ve "sözde" sorumluların fotoğraflarıyla birlikte dizilivermişti başlıklar.
Araştırmaya gerek görmeden
Polis-adliye muhabirleri, editörler ve sayfa sekreterleri, her zaman olduğu gibi emniyetten gelen açıklamaları araştırmaya gerek görmeden, olduğu gibi aktarmışlardı okurlarına: Şüpheye yer bırakmayacak şekilde ve doğruluğuna emin olarak
Hiç düşünmeden, suçu kesinleşmemiş bir genç kızı suçlu ilan etmişlerdi. Ona "bombacı", "dişi bombacı" sıfatlarını takmışlar, "terör örgütünün maşası" ilan etmişler, birinci sayfalardan fotoğraflarını yayınlamışlardı.
Bütün bunları yaparken, güvendikleri tek haber kaynağı vardı: Hasan Özdemir. Ne demişti İstanbul Emniyet Müdürü Hasan Özdemir: "Mısır Çarşısı'nda 3'ü çocuk, 7 yurttaşın ölümü, 9'u yabancı uyruklu 121 kişinin de yaralanmasıyla sonuçlanan patlamaya, PKK üyesi olduğu belirtilen bombacılar tarafından yerleştirilen zaman ayarlı TNT'nin yol açtığı belirlendi!"
"Belirlendi": Bu sözcüğün anlamını, İstanbul kentinin emniyetinden sorumlu Hasan Özdemir'e ve büyük Türk basınına, birilerinin sorması gerektiğini düşünüyorum.
Mısır Çarşısı'nda patlayanın bomba değil, LPG tüpleri olduğu savı daha patlamanın ilk gününden beri konuşulan bir olasılıktı. Ama nedense bu olasılık basının pek ilgisini çekmemişti.
Türkiye İşçi Partili bir dede ile yine TİP'li bir babanın kızı olan Pınar Selek'in bombacı olma ihtimali daha çok haber değeri taşıyordu besbelli.
Bu yüzden "Pınar Selek'in Abdülmecit Öztürk ile hazırladığı bombayı Mısır Çarşısı'ndaki Ünlüoğlu Büfenin önündeki dondurma dolabının yanına bıraktıklarını" söyleyen Hasan Özdemir'e koşulsuz inanmışlardı. Koskoca Emniyet Müdürü yalan mı söyleyecekti yani... Oysa, iki yıldır devam eden dava boyunca, bomba uzmanları hep aynı şeyi tekrarlıyorlardı: "Bomba izine rastlanmamıştır!"
DGM Savcısının da iki yıldır talebi aynıydı: "Sanığın tutukluluk halinin devamını..!"
"Dün ve Bugün Farkı"
Pınar Selek, dün (26 Aralık Salı) salıverildi. Emniyet Müdürleri ve basın tarafından peşinen suçlu ilan edilen bir insanın, aslında suçsuz olduğu ortaya çıktı.
İki yıl boyunca, dava dosyasında bulunan çelişkili ifadeleri, eklenip çıkartılan belgeleri görmezden gelen, davanın haksız yere uzatılmasında haber değeri görmeyen gazeteciler, dün Selek ailesinin peşindeydiler. "Ekiplerimiz kavuşma anında Seleklerin evindeydi.." diyordu, bir ana haber sunucusu. Aynı ana haber kanalında Pınar Selek'in kaç kez "bombacı" olarak sunulduğu belleklerdedir umarım.
Gerçekten basının |dördüncü kuvvet olduğu bir ülkede yaşıyor olsaydık, bir ana haber bültenine de Hasan Özdemir'i çağırıp sadece şu soruya yanıt vermesini beklerdik: "Sayın Özdemir; şu elimde tuttuğum gazete haberinde sizin fotoğrafınız var ve altında da şöyle yazıyor: Hasan Özdemir, Mısır Çarşısı olayıyla ilgili olarak ele geçirilen patlayıcılar ve diğer malzemelerle gazetecilere poz verdi... Ne diyorsunuz efendim bu fotoğraf hakkında?"
Basın Suç Ortağı Olunca
Gazetecilik yapılmak istense, soracak daha çok soru var tabii: "Aynı Pınar Selek'in Romanya'da bomba eğitimi gördüğü, yakalandığında da çantasından poşet içinde rendelenmiş 1 kilo 750 gram TNT, kutu içerisinde fitili takılı hazır bomba, 1 adet kutu kola içinde fitil, ampul ve pilleri takılmış hazır bomba, 3 adet fünye ve bomba yapımında kullanılan saatler bulunduğunu açıklayan emniyet yetkilileri vardı. Şimdi nerede bu yetkililer?" diye de sorulabilirdi mesela. Ancak basın, insan hakları ihlalinde suç ortağı olunca bu tür sorular sorulamıyor tabii.
Hep "Ötekiler"i Merak Etti
Pınar Selek Notre Dame De Sion Lisesi'ni bitirdikten sonra Mimar Sinan Üniversitesi Sosyolji bölümüne girdi. Buradaki öğrenciliği sırasında hep "ötekiler" üzerine, yani toplum tarafından dışlanmışlar, itilmişler üzerine çalışmalar yaptı. Bu nedenle, travestiler ve sokak çocukları ile ilgili araştırma metinleri yazdı. Kendisi İstanbul'da doğmuş, iyi eğitim almış bir "beyaz Türk" olduğu halde, "siyah Türkleri" merak etti, araştırdı. Sokak çocuklarıyla birlikte kurduğu atölyede tinerci çocukları sanatla, yaratıcılıkla tanıştırdı.
Çalışmaları nedeniyle bir çok kez Fransa'daki üniversitelere davet edildi work-shoplara katıldı. Selek davasını izlemeye gidenlerin en çok dikkatini çeken şey, dinleyici saflarındaki tinerci çocuklar ve travestiler olurdu. Her duruşma öncesi sokak çocukları ve bir grup travesti 4 numaralı DGM'nin önünde olurdu. Babası Alp Selek'in biriktirdiği ve Pınar'a yollanan mahpushane mektuplarının çoğu da sokak çocuklarından geliyordu. Kimisi kargacık burgacık yazılarıyla şiirler yazıyor, kimileri de okuma yazma bilmediklerinden Pınar ablalarına resim yapıyorlardı. Belki de Pınar Selek'in egemen güçler tarafından iki yıl suçsuz yere hapsedilmesinin arkasında bu yatıyordu: "Öteki olmadığı halde ötekini anlamaya çalışmak."
Sokak çocuğu, travesti ya da Kürt değildi; ama Kürt sorununu da anlamaya çalışıyordu. Avukatlarının savunmalarında söylendiği gibi "Güneydoğu'daki savaşın polisiye ve askeri yönünü değil, toplumsal yönünü araştırıyordu."
Bu araştırmanın bedeli hayatından alınan 2 sene oldu. Üniversitede sürdürdüğü master eğitimi aksadı, okuldan atılmaktan zar zor kurtuldu. Mimar olan kız kardeşi, ablası hakkında gazetelerde çıkan haberler nedeniyle iş bulamadı; sonunda ikinci bir fakülteye girerek, hukuk tahsil etmeye başladı.
Şimdi gazeteciler "Geç gelen adalet" başlıklarını atarken acaba 1998 Temmuzunda birinci sayfalardan verdikleri haberleri hatırlıyorlar mıdır? Hafızasını pek zorlamayan bu toplumda herhalde Pınar Selek'in babası avukat Alp Selek'in dediği gibi, "komplo yapanları kendi vicdanları yargılayacaktır."