Petrol transit taşıma yolu üstündeki Afganistan "sonsuz özgürlük" adına bombalanırken...
Hazar ve çevresindeki petrol yataklarının güneyindeki bir başka ülke, azgelişmişlere global teknolojideki başarısıyla örnek gösterilen Hindistan'daki iç savaş, Hindu-Müslüman karşıtlığı gibi gösterilirken...
Dost, müttefik ABD'nin Gürcistan'a gönderdiği özel güç ve "Azerbeycan Ulusal Güvenlik Bakanlığı" ile ortak çalışma yapması Kafkasya'nın güvenliği içinmiş gibi sunulurken...
Petrol savaşı, Ortadoğu'da bebeklere bile yaşam hakkı tanınmazken...
Kafkasya'nın kenarında, Hazer'in yolu üstündeki Türkiye'de petrolün aranmasından sondaj, üretim, rafinaj, dağıtım ve depolamasına kadar tüm aşamalarını gerçekleştiren kurumlar özelleştirilirken...
Bir terslik var
Ülkelerin kaderlerini tayin hakkından ya da ulusal çıkarların koruma altında olduğundan söz ediliyorsa, bu işte terslik vardır. Olsa olsa, ünlü iktisatçı Joan Robinson'un dediği gibi ulusal çıkarlar makyaj olarak kullanılmaktadır.
Gelin görün ki, muhalefetin örgütlü olduğu toplumlarda, halkı bu gerçeğe ikna etmek pek kolay değil, ama... Bizimki gibi "milliyetçi" söylemlerle hükümet olunduğu ülkelerde "ulusal çıkarlar" olgusu hem seçmenleri hem muhalefeti ikna etmekte iyi bir makyaj malzemesidir.
Zira, kapitalizmin tanığı olduğumuz bu en uzun krizini aşması, kendini yeniden yapılandırmasına... Başka bir deyişle, kârların yeniden hızlı artış sürecine girmesine bağlıdır.
III. Millenium'a kadar sorun, sermayenin globalleşmesi yoluyla; yani, ulus devletin ulusal çıkarlar bahanesiyle ulusötesi sermayenin önüne koyduğu engellerin sıcak para hareketleri ve globalleşmenin yasalarıyla çözülmeye çalışıldı. Ne var ki, sermayenin globalleşerek, kâr artış hızının yükseltilmesi, öncelikle enerji kaynaklarının kullanımının kimin egemenliği altında olacağına da bağlıdır.
Kafkasya-Ortadoğu-Hazer haritasının birden renklendiğine bakılırsa... Galiba sorunun cevabı, yani stratejik enerji kaynağı olan petrol üzerine sürdürülen paylaşım savaşı kapitalizmin krizinin de çıkış noktası!
Ne tesadüftür ki, petrol yasasının yeniden düzenlenmesi ve petrol dağıtım işlevini üstlenen POAŞ'ın piyasaya açılması; TPAO'daki yoğun işten çıkarmalar aynı sürece denk gelmiştir. Böylelikle Türkiye, sistemin krizini aşması için ulusötesi çıkarlara pencere açmıştır. Zira, yeniden düzenleme ile:
o Petrol üretimi, işlenmesi, pazara sunulması ve depolanma aşamalarında piyasa ekonomisi koşullarının geçerli kılmakta;
o Yerli petrolün TÜPRAŞ tarafından alınmasını sağlayan uygulamaya son verilmekte;
o Rafinerilerin akaryakıt dağıtım şirketi kurmaları ve kurulmuş şirketlerde egemen pay sahibi olmalarına izin verilmemekte;
o Üretim ve dağıtımın birlikte yürütülmesi de engellenmektedir.
Yeniden düzenlemeye, piyasa ekonomisinin maksimum çıkar tezinden bakarsanız: Sermayenin globalleşmesine olan bu ufak katkı, Türkiye'ye altın madalya bile kazandırtabilir.
Aynı resme üretim açısından baktığımızda ise, karşımıza sistemin krizini petrol paylaşım savaşıyla çözmeye çalıştığı sırada petrol üretiminden vazgeçen bir ülke çıkmakta ki... Bu, elektrik üretimi yapan oto prodüktörlerden, imalat sanayinin alt sektörlerine kadar sürekli enerji krizi tehlikesinin gündemde olacağını göstermektedir!
Daha açık bir deyişle, ulusötesi firmaların IMF'ye bile gerek kalmadan yaptırımlarını dayatacakları bir ülke fotoğrafı çıkmaktadır. Türkiye'nin ürettiği petrolün az miktarda olduğunu; az miktardaki üretim için depolama ve yükleme tesisleri kurmanın rantabl olmayacağını... 24.2 milyon ton tüketimin ancak yüzde 12'sinin ülke içinden karşılanabildiğini söyleyerek fotoğrafı tahrif etmek tabi ki mümkün...
Kısacası, II.Dünya Savaşı öncesinde Socany Vakum, Corp Steav Romana, Neft Sendikatt, Shell gibi devlerle başlayan petrol serüvenini TPAO, MTA, POAŞ,TÜPRAŞ ile devam ettirmeye kalkışmak hiç kolay değil! Hem de petrol, III. Paylaşım Savaşı'nın merkezindeyken!