Asturias, Balzac, Gilbert Bécaux, George Bizet, Auguste Blanqui, Maria Callas, Chopin, Auguste Compte, Delacroix, La Fontaine, Molière, Edith Piaf, Rossini, Simone Signoret, Maurice Thorez, Oscar Wilde ve pek çok dünyaca ünlü yazar, ses sanatçısı, müzisyen, politikacı, opera sanatçısı, filozof, ressam, aktrisin mezarları var Père Lachaise'de.
Özel izinle ancak mezar yeri tahsis ediliyor. Burada evrensel değer haline gelmiş insanlar yatıyor. İki insanımıza da burada yer verildi. Paris'te bulunmam nedeniyle bu iki mezarı ziyaret ettim. Bu yazıya, Türkiye'nin de muhalif yurttaşlarının değerini bilecek bir düzeye gelmesi dileğiyle başlamak istiyorum.
Paris'te soğuk, güneşli güzel bir havada, mezarlıktayız. Yılmaz Güney'in mezarına doğru yürüyoruz. Vardığımızda her zamanki manzarayı gördük. Mezarın etrafında, memleketli bir grup insan ve mezarın üstüne bırakılmış çiçekler. Gelenler bir akraba mezarına gelmiyorlar. Bir arkadaş, bir dost, bir büyük sinema ustasıyla, sevgiyle saygıyla onurla buluşuyorlar. Fotograflar çekiliyor, sanki bir mezarın değil de güler yüzüyle Yılmaz Güney'in yanında duruyor herkes. Her şey canlı, herkes mutlu bu buluşmadan. Bir şenlik yerindeyiz sanki. Mezarın çelik ayaklarının yüzlerine ziyaretçiler tarafından kazınmış çok sayıda adlar ve mesajlar.
Hafızamda yıllar öncesi canlandı. 1972-74 yıllarında birlikte tutuklu olduğumuz Selimiye kışlasında, avluya bakan pencerede durduğumuz sıralarda eğitime çıkan binlerce er yürürken, komut verilmişçesine, pencereye doğru gülerek sevgiyle bakarlardı. Hareketlenirdi yürüyüş kolu, düzen bozulurdu. 20 mayıs 1974'te birlikte tahliye olduğumuz gün kışlanın önünde binlerce insan birikmişti, onu görmek için. Ana baba günü gibi bir şey. Simitçiler kokoreççiler tezgahı kurmuşlardı. Semt pazarı gibi. Yılmaz Güney şenliği vardı o gün de.
Kışlanın koridorlarında, voltada bir gün 'dışarıya çıksak da bunlar beni rahat bırakmazlar, peşimde olurlar' demişti. Tahliyeden dört ay kadar sonra Adana'da pamuk işçilerinin yaşamını anlatan, başrolü oynadığı Endişe filmini çektiği sırada dediği oldu. Yedi yıl kadar süren cezaevi ve Fransa'ya kaçış serüveni. 1984'te de hastalığa yenik düştü, Paris'te yaşamını yitirdi.
Yılmaz Güney, Objektifini, halkın yüzüne- sorunlarına tuttu. Romanında da benzer bir işi yaptı. Onlardan biri olarak kaldı hep. Sistemi eleştirdi, kurulu düzenle çatıştı. Bu nedenle halkı ona bir sinema ustası olmasından öte bir efsane kahramanı gibi baktı. İnce Memet'ti o. Ve aynı nedenle içinden geldiği halkı onu hiçbir koşulda yalnız bırakmadı. Paris'teki yaşamı süresince işine devam etti. Cezaevleri cehennemini anlatmak üzere Duvar filmini yaptı. Kürt Enstitüsü ortamıyla birlikte oldu. Enstitüye destek verdi.
Ahmet Kaya'yla 1989 yılında Paris'te karşılaştım ilk kez. Yılmaz Güney'in mezarını yapmak üzere bazı Avrupa ülkelerinde etkinlikler düzenleniyordu. Paris'te Zenit Salonunda Avrupa'nın diğer ülkelerinde sürgünde yaşayan yedi bin kişi bir araya gelmişti. Ahmet Kaya programda yer alan sanatçılar arasındaydı. Türkiye'den yurt dışına çıktıktan sonra Paris Kürt Enstitüsü ortamında da çok kez buluştuk. Bir gece yarısı elime bir pasaport verildi ve özel bir uçakla Paris'e gönderildim, demişti bir sohbetimizde. Yani zorla sürgün edilmişti.
Mezarı başında memleketliler vardı onun da. Onun mezarı da bırakılmış taze çiçeklerle doluydu. Ahmet Kaya'yla fotograf çektiriyordu ziyaretçiler. Yalnız değildi. Mezarının zemin mermerinin üstüne şu dizeler kazılı:
Tarifi imkansız
Acılar içindeyim
Gurbette
Akşam oldu yine
Rüzgar peşindeyim
Yurdumdan uzak
Yağmurlar içindeyim
Akşam oldu
Sürgün Susuyor.
Taşın sağ alt köşesinde de Hoşçakal sevgili ülkem yazılı.
Hasreti öfkeyi ve isyanı görürdüm yüzünde. Fırtınalıydı hep. Bir lavın akışını anımsatırdı konuşurken. Böylesi coşkulu bir savaşçıyla tanışık olmak, birlikte olmak, dost olmak bana hep mutluluk ve onur verdi.
Bahtiyar ezgisinde; Diyarbakır'lıydı suçu saz çalmaktı Bahtiyar'ın diyordu ya. Ahmet Kaya'nın da suçu muhalif olmaktı. Ödül verilmek üzere davet edildiği bir törende bundan böyle şarkılarımı Kürtçe olarak da okuyacağım demişti. Ve affedilemez bir suç işlemişti. Linç edilmekten bazı onurlu sanatçılar kurtarmıştı o gece Ahmet Kaya'yı. Esas suçu da sesini; halkı için yükseltmesi -halkın sesine katmasıydı. Sürgünde Yurdundan uzak olmanın acısını yaşadı tüm akşamlarda. Doğumu 28 Eylül 1957 ölümü 16 Ekim 2000.
Her iki yoldaşımın mezarı başında gururluydum, onurluydum. Çünkü çok yakın olduk yaşamlarının bir döneminde. Hüzünlüydüm, zira genç yaşta aramızdan ayrıldılar. Öfkeliydim, onları göçettiren zalimlerin hükmü, bugün de devam ediyordu.
Barış, demokrasi, insan haklarına dayalı, eşit koşullarda kardeşliği sağlayacak yeni bir dönemin özlemi içindeyiz. Böylesi bir rüyayı gerçek kılacak bir siyasi gücü yaratmadan 'kilab-ı zulme kalacak gezindiğimiz bu nazende sahralar'. Memleketimin manzaraları daha da kötüleyecek. Yeni yılda, sisteme teslim olmamış tüm muhaliflere sağlıklar kolaylıklar ve etkin bir mücadele diliyorum.(YÖ/EÜ)