Pelin Buzluk “En Eski Yüz” adlı öykü kitabıyla 63. Sait Faik Hikaye Armağanı sahibi olduğu günlerde KHK ile Enerji Bakanlığı’ndaki görevinden ihraç edilmişti. Onu tanıma sürecimde bu döneme denk düştü.
Gazetelerde “Türk Edebiyatı’nın ödüllü öykücüsü memuriyet görevinden ihraç edildi,” haberi çıkınca Google’dan yazarla ilgili epey araştırma yaptım. O edebiyatın hem en genç kalemlerinden, hem de en başarılı öykü yazarlarındandı. İlk öykü kitabı “Deli Bal” ile Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülü’nü, ikinci öykü kitabı “Kanatları Ölü Açıklığında” ile Selçuk Baran Öykü Ödülü’nü, üçüncü öykü kitabı “En Eski Yüz” ile Sait Faik Öykü Ödülü’nü alan Pelin Buzluk 1984 Ankara doğumlu. Ankara Atatürk Lisesi’nden mezun olduktan sonra ODTÜ Çevre Mühendisliği Bölümü’nü 2008’de tamamlamış. Türk Edebiyatı’nda kendine has bir dil geliştirdiği için üç öykü ödülünü alan yazar, on sekiz yaşından itibaren öykülerini Varlık, Kitaplık, Notos, Sıcak Nal, Dünyanın Öyküsü, Özgür Edebiyat gibi dergilerde yayımlamış.
Böylesine başarılı bir edebiyatçının adını duymamış olmayı talihsizlik sayarak Haziran 2017 ayında kitaplarını aramaya koyuldum. Tam da bu dönemde ilk iki öykü kitabı “Deli Bal” ve “Kanatları Ölü Açıklığında” İletişim Yayınları tarafından yeniden baskıya verilmiş, ancak iki önemli ödül kazanan bu kitaplar, yazara büyük haksızlık yapılarak tek kitap altında satışa sunulmuştur.
Pelin Buzluk’un üç öykü kitabını peş peşe okudum. Bu yazıyı yazmaya karar verdiğimde ise, “Deli Bal”da beni etkileyen bazı öyküleri ve “En eski Yüz” kitabının tamamını yeniden okudum. Bu yazıda bu iki kitabın dilini ve kurgusal derinliğini incelemeye, kimi öyküleri de tek tek tanıtmaya çalışacağım.
Deli Bal hakkında;
On öyküden oluşan bu küçük kitapta “Deli Bal” bir öykünün adı değil, Karadeniz’de üretilen ve dozu kaçırıldığında insanı delirttiği söylenen bir bal çeşidi. Yazar eserini, hacmi ve içeriği kıyaslandığında deli bala benzettiği için bu adı kullanmış. Ve “Deli Bal”ın hazırlık sürecini 16 Eylül 2017 tarihli Ankara Cern Modern Müze söyleşinde şöyle tanımladı; “Yoğun varoluşsal okumaların gölgesinde melodram tuzağına düşmemek kaygısıyla yazılmış düş gücü yüksek öyküler.”(cümle bana aittir. P.T)
“Deli Bal” tıpkı adı gibi insanı çarpıp kaçan bumerang etkisi yarattı bende. Kitabın insanı canını acıtan, ancak nasıl olduğunu çözemediğiniz bir şiddeti var. “Deli Bal”ı ilk okuduğumda öykü temalarına çok şaşırdım ve çocuk yaratıcılığının absürt izlerini gördüm. Çoğu öyküsünü bu temada yazan yazar, olayları ve durumları eğip bükerek, kimi zaman gerçeklerden uzaklaştırıp, ancak son noktada okuyucusunu şaşırtan ve ürperten bir izlekte yazmış. Özellikle kitapta yer alan farklı gerçeklikler okuyucunun benliğinde derin izler bırakıyor.
Bu izler; “2.9 Saniye” öyküsünde, sevgilisi intihar eden adamın ölümün ağır yükünden kurtulmak için başvurduğu inkar ve pornografik arınış isteğinin acımasız gerçekliğinde karşımıza çıkıyor.
“Refüj” öyküsünde, şehrin kalabalık bulvarında refüj ortasında mahsur kalan insanların zaman içerisinde kendi kurallarını yaratması ve yeni bir yaşam alanı/medeniyet kurma çabası, George Orwell hikayelerinde anlatılan zorbalığı ve kıstırılmışlığı çağrıştırır nitelikte kaleme alınmış.
Yine en dikkat çeken öykülerden biri “Aynanın Sonu” öyküsü. Paris’te möbleli bir eve taşınan kahramanımız, her gece komodin çekmecesinden gelen garip tıkırtıları fark eder. Çekmeceyi uzun uğraşlar sonucunda açtığında kesik bir sağ el ile karşılaşır. Başlangıçta korktuğu bu sağ el, ondan işaretlerle kağıt kalem ister. Yazışarak sohbet etmeye başlayan garip ikili, geçmişin gergin izlerinde kaybolurlar.
“62 Tavşan” öyküsünde ise babasına kırgın bir çocuğun farklı düş gücünü ve onunla yıllar sonra hesaplaşma anını kaleme almış yazar. 62 yaşına gelen babaların öz çocukları tarafından öldürülmesi yasalarca emredilir. Buna gerekçe olarak da yeraltı kaynaklarının tükenmesi ve gelecek nesillerin yaşamının tehlikeye girmesi gösterilir. Öyküde çocukların babalarına karşı duyduğu öfke, özlem, acıma ve tiksinti gibi karmaşık duygu geçişleri oldukça çarpıcı bir dille anlatılıyor.
En Eski Yüz hakkında;
“En Eski Yüz” kitabı ise ayakları yere basan sağlam öyküleriyle dikkat çekiyor. Yazar “Deli Bal”ın okuyucuda iz bırakan anlatım sertliğini bu son kitabında sürdürmemiş. Bütün duygular oya gibi ince ince işlenmiş yazımında. Bazı öykü temaları insanı kedere boğsa da, sonuçta dili iyi kullanan bir yazarın kitabını okumanın keyfini çıkarıyorsunuz. Özellikle kitabın son öyküsü “Güllabi” tüm kitabı sırtlayacak derinlikte yazılmış çok güzel bir öykü.
“Güllabi” henüz kundaktayken terk edilmiş bir leyla’nın, meczup bir kadının ölüme giden yolculuk hikayesi. Aslında kitabın duygusal derinliği en iyi yansıtılan öyküsü diyebilirim. Başta sona hüzün kokan bu öykünün en güzel tarafı kahramanın kendi öyküsünü anlatıyor olması. Okuyucu öykünün sonuna kadar acıyla yüklü bu yolculukta bilir ki kahramanı mutlaka hayatta kalacaktır.
Pelin Buzluk’un(çok geç keşfettiğim bir yazar olmasına rağmen), “Deli Bal”da sergilediği cesur anlatım tarzına ve “En Eski Yüz” kitabında kullandığı hüzünlü ve incelikli diline hayran kaldım. Bence “Deli Bal” orijinal teması ve kurgusuyla, gerçeküstü öykücülüğünün kült kitapları arasına girmeye adaydır. Yazarın bundan sonra nasıl bir yol izleyeceği, gerçeküstü anlatım tarzını sürdürüp sürdürmeyeceğini şimdilik bilmiyoruz. Ancak onun tarzını beğenmiş bir okuyucusu olarak, yazarın farklı kurgulama becerisi ve geniş düş gücüyle bilimkurgu türü kitaplar yazmasının da sürpriz olmayacağını düşünenlerdenim.
Ve onun her satırını okurken ona yapılan haksızlığı, KHK ile görevine son verilmesini anımsadım. Bu zor koşullarda okuyucuya düşen görev ise daha fazla okumak, yazarın kitaplarıyla daha fazla tanışmak olmalıdır. (PT/ÇT)