Ben ilkokula giderken okula iki vardiya halinde giderdik, sabah gidip öğlen çıkanlara sabahçı, öğlen gidip akşamüzeri çıkanlara öğlenci denilirdi. İlkokuldaki sabahçı-öğlenci ayrımı kadar basit bir ayrım üniversitelerde de var.
1992 yılında kabul edilen "Yükseköğretim Kurumlarında İkili Öğretim Yapılması" adlı kanun ile öğrenciler arasında birinci ve ikinci öğretim ayrımı yapıldı. Gündüz öğretim görenlere birinci öğretim, akşam üzeri gelenlere ise ikinci öğretim denildi. Kanunun 7. maddesinde "İkinci öğretim isteğe bağlı ve paralıdır" hükmü yer alıyor. Oysa madde yanlış yazılmış, kanun yazım tekniğine göre "İkinci öğretim paralıdır ve isteğe bağlıdır." yazılması gerekiyor. Çünkü birinci şart paranızın olması, parası olmayan istese de kayıt yaptıramıyor.
Aynı üniversitenin aynı bölümünü kazanan öğrencilerin bir kısmı gündüz saatlerinde ders görüyor, diğerleri ise gündüz ders görenlerin amfileri boşaltmasından sonra okula geliyor, aynı amfilerde aynı dersleri görüyorlar, aynı sınavlara giriyorlar ve aynı diplomaları alıyorlar. Mesela, siz hiç ikinci derece avukat ya da mühendis gördünüz mü?
Ama ödedikleri harç parası çok farklı; akşam gelenlerden alınan katkı payı yani "harç parası" gündüz gelenlerin ödediğinin dört katı. Örneğin 2011 yılında gündüz okula gelen Hukuk Fakültesi öğrencileri 313 TL harç parası öderken akşam okula gelenler 1.155 TL ödüyordu. Ya da Mühendislik Fakültesi öğrencilerinden gündüzcüler 387 TL öderken akşamcılar 1.529 TL ödüyordu.
Dün itibariyle Bülent Arınç bir açıklama yaptı, "2011-2012 öğretim yılı sayısı itibarıyla 1 milyon 524 bin 380 öğrenci bu harçların kaldırılmasından doğrudan istifade edecektir. Aynı şekilde açık öğretimden katkı paylarının alınmasına da son verilmiştir. Yine 2011-2012 eğitim-öğretim yılında 1 milyon 951 bin 494 öğrenci de bundan istifade etmiş olacaktır" dedi. Birinci öğretim öğrencilerinden katkı payı alınmayıp, ikinci öğretim öğrencilerinden katkı payı alınmasına devam edilmesi Hukuk doktoru bir arkadaşımın deyimiyle, "Eşitlik ilkesine aykırı"
Öğrenciler arasında var olan bu birinci öğretim, ikinci öğretim ayrımı öğrenim kredisi kullanımı durumunda da sürdürülüyor. Aynı kanunun 7. maddesinin son bendinde "Öğrenim ücreti Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumunca kredi olarak verilmez" hükmü yer alıyor. Ziyadesiyle sakıncalı olan bu ikili durumun harç parasının kaldırılmasında da tekerrür etmesi eşitlik ilkesinin çiğnenmesindeki kararlılığı gösteriyor. Harç parasının kaldırılması yönünde bir düzenleme yapılacaksa bu mutlaka ikinci öğretim öğrencilerini de kapsayacak şekilde yapılmalıdır.
Harç parasının birinci öğretimde kaldırılması "Parasız eğitim" dönemine geçildiği anlamına da gelmiyor. Öğrenciler kayıt ücreti, belge ücreti, yemek-ulaşım-barınma gibi masraflarını karşılamakta da zorlanıyor. 1 Ağustos günü Milliyet gazetesinde çıkan bir haberde Dicle Üniversitesi Genel Sekreteri Sabri Eyigün şöyle diyordu, "Şehir merkezi okulumuza 6 kilometre uzaklıkta. 1 TL minibüs parası vermemek için 6 kilometre yolu her gün yayan gelen öğrencilerimiz var."
Hâkkâri Üniversitesi Rektörü İbrahim Belenli ise şöyle diyordu, "Öğrencilerimize akşam saatlerinde 1 tas çorba veriyoruz. Her akşam yalnızca o çorba için 150 kadar öğrencimiz sıraya giriyor."
Hacettepe Üniversitesi Rektörü Murat Tuncer ise, "Yemek fiyatlarını 2 TL'den 1 TL'ye düşürdükten sonra okulda yemek yiyen öğrenci sayısının birden 4 bin kadar arttığını gördük" diyordu.
Bu örnekler durumun vahametinin anlaşılmasında yeterli örnekler olsa gerek. Öğrencilerden alınan kayıt ücreti, belge ücreti, yurt parası, yemek parası gibi bedeller alınmamalıdır. Ücretsiz yemek, ulaşım ve barınma imkânı sağlanmalıdır.
Sendika.org'da 23 Temmuz günü Mustafa Sönmez yazısında ise çarpıcı veriler vardı: "Son üç yılda yükseköğretimli öğrenci sayısı yılda 300-400 bin artırılarak 2 milyona yaklaştı. Bir anda yükseköğrenim çağındaki nüfustan okullaşanların oranı yüzde 38'e çıktı. Oysa birkaç yıl öncesinde bu oran yüzde 10-15 dolayındaydı. 'Gaz almanın' nasıl gerçekleştiği malum; 2006-2011 döneminde 50 yeni devlet üniversitesi, 2007-2011 dönemindeyse 37 yeni vakıf üniversitesi kuruldu. Yanı sıra 2006-2010 yılları arasında okul kontenjanları yüzde 66 oranında artırıldı. 103'ü devlet ve 62'si vakıf olmak üzere toplam üniversite sayısı 165".
Devlet o kadar çok tabela üniversitesi açtı ki sonunda vermediği eğitimin parasını almaktan da vazgeçti herhalde.
Başbakan harç paralarının kaldırılması için çalışma başlatılsın dediğinde gerekçesini şöyle açıklamıştı: "Öğrenciler çok eylem yapıyor." Bu cümleden de anlaşılacağı gibi harç paralarının kaldırılması öğrencilerin bir kazanımıdır, AKP hükümeti bunu yine bir lütuf gibi sunmaya çalışmaktadır. Ayrıca Başbakana hatırlatmak isteriz, hala birçok öğrenci "harç parası kaldırılsın" dediği için hapiste. O öğrenciler bir an önce serbest bırakılmalı. Ama bırakılmayacaklarını da biliyoruz çünkü onlar sadece harç paraları kaldırılsın demiyorlar, herkesin eşit ve özgür bir şekilde yaşadığı bir dünyanın hayalini kuruyorlar.
Unutmadan, Ağrılı bir öğrenci vardı adı Ömer Çetin'di. Muğla Üniversitesi öğrencisi Ömer, 2010 yılında harç parasını biriktirmek için İstanbul Ataşehir'de günde 30 lira yevmiye ile çalıştığı inşaatın üçüncü katından düşerek hayatını kaybetmişti.
Ömer'in anası gibi başka bir ananın ağıtıdır, "Ah ki oğlumun emeğini eline verdiler!"
Vebalin boynumuzdadır, toprağın bol olsun Ömer Kardaş... (AS/HK)