*Görsel betimleme:Fotoğrafta, iki erkek dans çalışması yapıyor. İki kişi de yakın temas halinde ve birbirlerinin ellerini tutuyorlar. Soldaki kişi siyah ve kırmızı desenli bir tişört giymiş, sağdaki kişi ise siyah bir tişört ve açık renk pantolon giymiş. Arka planda kurumuş bitkiler veya dekorlar bulunuyor ve loş bir aydınlatma var.
Françoise Hardy’nin anısına
Covid-19 pandemisi sırasında yanak yanağa öpüşmek bir yana, birbirimize değmemiz bile tehlikeli sayıldığından insanlarla temasım asgari seviyeye düşmüştü. Değmenin, dokunmanın, okşamanın veya kuvvetle sarılmanın benim için ne kadar mühim olduğunu ancak geçen zamanla idrak etmiştim: Filmlerde birbirine muhtelif biçimlerde şefkat gösterenlere şahit olduğumda gözlerimden yaşlar fışkırıp duruyordu.
Akdeniz sıcaklığını taşıdığımız için mi ne, aile geleneğinde dokunmak, karşındakini ne kadar sevdiğini göstermek üzere ellerinin var kuvvetiyle bir taraflarını sıkmak, hatta sırtına sert şaplaklar atmak âdettendi. Bunda gizli bir maçoluk nüansı da yok değildi.
Öpüşme faslını ise ben kendime göre yıllar içinde geliştirecek, fazlasıyla şehvetli olarak algılanan, yanakların dudaklara yakın mıntıkasına okkalı öpücükler kondurmayı âdet haline getirecektim.
Ayrıca çocukluğumuzdan bildiğimiz kol kola girme alışkanlığını hem aile içinde, hem de arkadaşlarla eskiden muntazam olarak sürdürüyorduk; hatta kol kola girenler aynı cinsiyettense Batılıların bu davranışımıza eşcinsellik yaftası yapıştırmaları komiğimize gidiyordu.
Ya eski Galata Köprüsünde kaybolmuşçasına, etrafa şaşkın şaşkın bakıp birbirine destek olmak için sıkıca el ele tutuşmuş iki Anadolu delikanlısının saflığını fark ettiğimde içimde kabaran sevecenliğe ne demeli?
Erkek erkeğe öpüşmek mi?
Bir de Osmanlı’ya karşı Birinci Sırp Ayaklanmasının lideri Kara Yorgi’nin maceraları hakkındaki filmde dudak dudağa öpüşen yüksek rütbeli iki askerin meselesi var.
1911 yapımı sessiz film Ölümsüz Lider Kara Yorgi’nin hayatı ve başarıları ( Живот и дела бесмртног вожда Карађорђа/The Life and Deeds of the Immortal Leader Karađorđe) genelde Sırbistan sinemasının ilk filmi olarak hatırlansa da aynı cinsiyetten iki insanın öpüştüğü sekansı barındıran ilk film olarak da tarihe girmiş durumda.
Bizim jenerasyonun daha çok Sovyet Rusyası liderlerlerinin şiddetli öpüşmelerinden bildiği bu şefkat biçimi neyse ki Sırbıstan kültüründe de o zamanlar normal bir selamlaşma biçimi olarak kanıksanmıştı. Oysa günümüzde, aşırı milliyetçi ve dincilerin sesini gayet yüksek volümde duyurduğu Sırbistan’da bir aktör, gey rolü oynayacağına ağır savaş suçlarıyla yargılanmış Ratko Mladiç rolünde oynamayı tercih ettiğini ifade edebiliyor.
Veya gayet cilalı bir televizyon dizisinde meşhur aktör Miloş Timotiyeviç toplumda kabul görmüş efemine tavırlı eşcinseli değil de erkeksi bir eşcinseli canlandırdığı için mi ne, nefret mesajları ve tehditler alabiliyor (Yakışıklılığı bir yana, ağırbaşlı ve sert tavırlarıyla da hayranlarını cezbetmiş oyuncunun özel hayatına azami ehemmiyet gösterdiği ve şimdiye kadar adının herhangi bir skandala karışmadığı da ulaşılan malumattan).
Klişelerin korumasında…
Yugoslavya ve Sırbistan sinemasında eşcinselliği irdeleyen Dragan Yoviçeviç imzalı Topli Film İngilizceye Warm Film olarak tercüme edilmiş. Sırpça adında kullanılan sıfat her ne kadar halk dilinde eşcinselleri küçümseyen ve aşağılayan bir nüans taşısa da filmin Türkçe adı “ılık” veya “sıcacık” sıfatlarıyla oluşturulabilir diye düşünüyorum.
Tito’nun liderliğinde sinemaya hususi önem verilmiş olan Yugoslavya’nın dünya piyasasına katkısı bir yana günümüz Sırbistan’ında eşcinsellik teması taşıyan filmlere devlet tarafından destek verildiğini görüyoruz. Sırp Film Merkezinin sunduğu bu destek mevzubahis belgesele münasip görüldüğünde fanatikler gene ayaklanmış, sansasyonel skandallarla beslenen gazeteler mevzuyu gene manşetlere taşımış: “Devlet bütçesi nasıl böylelerine akıtılır?”
Sosyalist Yugoslavya’nın sinema örneklerinde kadın kıyafetine girmiş erkek veya erkek kıyafetine bürünmüş kadınlar vardı; kadınsı hareketleriyle güldürmece unsuru olmuş, müteveffa Milan Yeliç’in yıllarca canlandırdığı karakterler vardı. Eşcinseller bazen düzene isyanın temsilcileri olarak da filmlerde vardılar ama çok uzun zaman gerçek karakterler değillerdi. Bu durum Yugoslavya kültüründe ve sinemasında büyük atılımlar yaşanırken bile benzer şekilde devam edecekti.
“Aman damgalanmayayım!”
LGBT mücadelesinde dünya çapında mihenk taşı sayılan Bronski Beat’in The Age of Consent albümünün piyasaya çıkmasıyla tetiklenmiş dinamikler bile Yugoslavya sinemasında büyük değişimlere yol açamadı.
Derken büyük usta Jelimir Jilnik 1995 yapımı Mermer Göt (Dupe od Mramora/Marble Ass) filminde trans seks işçilerini bir kurmacada oynatınca coğrafyanın sinemasında adeta devrim yaşandı.
Onu Mladen Corceviç ve Sırcan Dragoyeviç imzalı filmler takip edecekti.
Geniş çaplı arşiv taramasını bize makul bir montajla sunan belgeselde 2001’de ilk olarak düzenlenen Sırbistan LGBT Onur Yürüyüşünden polisin şiddetli tepkisine dair sekanslar da yok değil.
2024 Sırbistan yapımı 92 dakikalık Topli Film’de erkek erkeğe münasebete göre kadınların birbirine yakınlaşmasının genel seyirci kitlesi için büyük problem yaratmadığını da öğreniyoruz. Filmlerde kadın kadına yaşanan sahneler yüzünden bir aktrisin lezbiyenlikle “itham” edildiği pek görülmemiş.
Rados Novakoviç imzalı Sofka’da hamam sahnesi tahmin edilebileceği gibi eşcinselliğe çanak tutan nemli ortamı yüceleştirirken, belgesel aracılığıyla bu nadide Balkan diyarında günümüzde bile çifte standartlı bir zihniyetle karşı karşıya olduğumuzu bir kez daha anlıyoruz.
Ataerkil olduğu kadar mizojinisiyle de dikkat çeken toplumda erkekler için eşcinsellikle “damgalanmak” en korkulan durum sayılabiliyor.
Üstelik birçok tabunun ve klişenin geniş kitleler ve bilhassa genç nesiller tarafından aşılmış olduğu günümüzde gerici söylemlere sığınmak nasıl bir zavallılıktır?
Mümkün olduğunca ciddi ve akademik çizgisini koruyan filmde anılan, eski jenerasyonlar için kayganlaştırıcının piri, vazelin kremi ve çağrıştırdıkları sık sık seyirciyi gülümsetirken, fallus hâkimiyetinin Sırp kültürünün beşiğindeki esas rahatsızlık olduğunu da öğreniyoruz: “O yüzden kadın üzerindeki hâkimiyet varolan ilkel dürtüyü yatıştırmak için yeterli değil”miş!
Belgeselde mevzubahis argüman, derin sinema analizi ve yedinci sanatın halk üzerindeki tesirleri aracılığıyla yeterince kurcalanıyor mu bilmem, fakat bu iddialı olduğu kadar cesur ifadelerin evrensel bir yankısı mutlaka vardır…
Sinemanın ufuk ve çığır açıcı gücü asla küçümsenmemeli tabii!
Maziyi bir tarafa bırakırsak, istikbalde uçkurlarına sahip olup olamayacaklarını hep beraber göreceğiz.
Eşcinsel olmadığı iddia edilen, Yugoslavya ve Sırbistan sinemasında mihenk taşı sayılan filmlerdeki eşcinsel sekansları belgesel boyunca tekrar canlandırması beklenen iki ruhsuz ve sevimsiz aktör ise bizi epey kasıyor. İkisinin de zoraki hetero enerjisi seyirciyi gülümsetemediği gibi acemilikle harmanlanmış performanslarının erotik olmaktan çok uzak olduğu da muhakkak (yoksa niyet tam da o mu?).
Oysa siyah beyaz bir filmde süslü püslü rüküş bir ablanın gelişmekte olan genç oğlana tavsiyeleri evlere şenlik: “İçmeyi öğren… çıtkırıldım olma… ibne olamazsın, kadınlar bundan gerçekten nefret eder!”
Ya eşcinselliğinin pek farkında olmayan genç bir erkeğe kadın sevgilisinin “Sen ibnesin!” deyip hakikati belki kendine bile itiraf edememiş adamı ısrarla ikna etmeye girişmesine ne demeli?
Bazı mevzuların filmlerde de olsa, dile getirilebilmesi ne güzel, değil mi?
Yugoslavya, Sırbistan, Türkiye veya gezegenin herhangi bir memleketinde, homofobinin beslendiği esas kaynağın içten içe hissedilen homoseksüellik olduğunu tekrar tekrar hatırlatmakta fayda var; Topli Film bunu layıkıyla başarıyor.
(MT/AS)