Son zamanlarda Diyanet İşleri Başkanlığının feminizmi ahlaksızlık olarak damgalamasına ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın en az üç çocuk yapın nasihatine ek olarak bu zihniyetleri eleştirenlerin açıklamalarından rahatsız olduk. Sebebi ise onların bile feminizmin ne olduğundan ve feministlerin deneyimlerinden bir haber olmaları.
Bırakın Diyanet İşlerini, feminizmi anlamayan zihniyeti eleştirenler bile feministlerin bu iddialar karşısında sessiz kalmayacakları ve "savaşacaklarını" belirterek feminizmin saldırgan bir doktrin olduğunu varsayarak halkın feminizm hakkındaki bilgisizliğine katkıda bulundu, tehlikeli yorumlara çanak tutmaya devam etti.
Feminizmi "eksik" kavramak
Feminizmin ne olduğunu ve toplumdaki kadınların deneyimlerini kavrayamamış olanlar bir şekilde feminizmi eleştirilere karşı korumaları gerektiğini düşünüyorlar. Ne de olsa bu "Feminizm denen şey" batıda kabul görmüş, değer verilmiş bir oluşum. Ayrıca çağdaş bir toplumda "kadına da" saygı duyulması ve kadın erkek eşitliği adına bir şeyler yapılması gerektiğine dair genel geçer bir görüş var.
Ancak bu görüş çok yüzeysel olmakla beraber feminizmin ne olduğu ve neden desteklenmesi gerektiği hakkında hiçbir fikir vermiyor, üstüne üstlük çeşitli yanlış varsayımlarla bilinçli olarak yapılan feminizm eleştirilerine bilinçsizce katkıda bulunuyor.
Peki nedir bu feminizm? İlk akla gelen ve bizi en baştan hataya sürükleyen fikir feminizmin sadece kadınları ilgilendirdiği. Feminizm Türkiye’de (farklı derecelerde olsa da bir çok ülkede olduğu gibi) örgü örmek, bebek bezi değiştirmek, film seyrederken ağlamak gibi toplum tarafından "feminen" kabul edilen aktivite ve durumlarla aynı kefeye koyulup "kadın işi" olarak görülmekte ve de aynı sebepten dolayı önemsenmemekte.
"Feminen" kimliğine karşı feminizm
Halbuki, feminizm tam olarak da bu tip yanılgıları yanlışlamak için, yani kadının zorla ona yapıştırılan "feminen" kimliğine karşı ortaya çıkmamış mıdır? Kadın bu kimliği kendi kendine değil de belli tip bir toplumun (baş rolde erkeklerin oynadığı bir toplumun) ve sistemin içerisinde yaşamasının sonucu olarak edinmemiş midir?
Dolayısıyla, kadına yapılan baskı ve zulüm "kadının problemi" değil tüm toplumun problemi; feminizm ise baskı ve zulme çözüm getirmek isteyen kadınların zincirlerinden (ekonomik, politik, ve psikolojik zincirlerinden) kurtulmalarını destekleyen bir oluşum olarak "kadın işi" değil hepimizin işi.
Feminizm kadının deneyimlerinin, kişiliğinin ve hayatının bir çok açısının hafife alındığı ve küçümsendiği düzen hakkında düşünmeye teşebbüs ve davet. Yani bir diğer değişle feminizm kadının mağduru olduğu baskı ve zulümle ilgili olsa da, asıl işi bu baskı ve zulümü doğuran düzenle, söylemle ve kurumlarla.
Konuşan kadınlar için...
Bu baskı günümüzde her zaman çok da açık bir şekilde uygulanmıyor ve şiddete maruz kalmayan, eğitimli, meslek sahibi kadınlar da (ki şanslı olan bir azınlıktan bahsediyorum) stereo tiplerden, önceden onlar için biçilmiş rollere ve davranış biçimlerine maruz kalıyor; fiziksel ve sözlü tacizler nedeniyle güven eksikliği yaşıyor.
Ve de tam da bu sebeplerden dolayı feminist deneyime (ya da daha genel olarak bir çok kadının deneyimine) yabancı olanlar feminizm şöyledir ya da böyledir diye atıp tutarlarken kadınlar sessiz kalıp önlerine koyulanı kabullenirler. Çünkü düzen buyken, örneğin televizyona çıkıp da "Ben feministim", "Feminizm şudur", demek cesaret ister, artı inanılmaz bir özsaygı ve kendine güven ister; ne de olsa "Bu kanalda da kadın programı var" diyerek kanal değiştirilecek ve dikkate alınmayacaksınız; buna rağmen konuşmak hiç de kolay değil.
Konuşabilenlerin ve onların seslerini duyanların artması dileğiyle… (SSG/GG)