Son 15 yıldır Türkiye'deki politik tartışmaların merkezinde yer alan konulardan biri olan zorunlu eğitim, en son kamuoyunda 4+4+4 olarak bilinen, 12 yıllık zorunlu eğitim düzenlemesi ile ülkedeki politik yönelimlere ilişkin bir turnusol kağıdı halini almaya başlamıştır.
Eğitim sistemi gibi ülke nüfusunun tamamını ve gelecek kuşakları ilgilendiren çok önemli bir konuda yapılan tartışmalara bakıldığında akıllarda kalan ise, kesintisiz sekiz yıl, kesintili 12 yıl, 4+4+4, 3+5, 1+4+4+4 gibi ancak bir matematik probleminde yan yana getirilerek anlam kazandırılabilecek soyutlamalardan ibarettir. Tartışmalarda; zorunlu eğitime ilişkin yapılan hukuki düzenlemelerin yeterliliği, zorunlu eğitim süresi, zorunlu eğitimin kademelendirilme biçimi ve zorunlu eğitime dahil olan derslerin içerikleri gibi pek çok farklı husus bir arada ele alındığı gibi, kafalardaki genel ideolojik kabullerin dışında konunun önemine veya düzenlemenin nedenlerine ve sonuçlarına ilişkin ayrıntılı değerlendirmeler yapılmamakta, tartışmalar ısrarla kesintili-kesintisiz zorunlu eğitim gibi, eğitim kalitesi ve düzeyi açısından belirleyici olmayan teknik bir ayrıntıda boğulmaktadır. Oysa ki öncelikle açıklanması gereken zorunlu eğitimin ne olduğu, konuya ilişkin olarak yapılan düzenlemenin neden bu derece önemli olduğu, bir bardak suda dahi fırtınalar kopartacak gücü nereden aldığıdır.
Zorunlu eğitim, bir ülkedeki çocukların tamamının, hukuki düzenlemeler yoluyla benzer ve süresi belirli bir "okullu olma" sürecine tabi tutulması anlamına gelir. Zorunlu eğitim uygulaması sayesinde toplumdaki her birey, modern toplum yapısına adapte olması için gerekli olduğu düşünülen bilgi ve becerilerle donatılmakta; uyması gereken davranış kuralları ile toplum içindeki yerini, hak, ödev ve sorumluluklarını öğrenmektedir. Zorunlu eğitimin gücü ve etkililiği, muhataplarının kendilerine anlatılanları sorgulayamayacak kadar küçük yaşta bu eğitime başlamalarından gelir. Eğitimin, hukuk aracılığıyla zorunlu hale getirilmesi, bu süreçte verilen bilgi ve kavramların toplum tarafından kabul gören meşru bir otoritenin eliyle sunulduğu anlamını da taşımaktadır. Hukuki düzenlemeler sonucu, kendisinin ya da ailenin rızasına bağlı olmaksızın zorunlu eğitime alınan bireyler, küçük yaşlardan itibaren mevcut toplumsal yapıyı sorgulamaksızın kabul etmekte ve kendisinde beklenenleri yerine getirmeye çalışmaktadır.
Zorunlu eğitim toplumu belirlemede yerine getirdiği önemli rol nedeniyle aynı zamanda hukuk aracılığıyla sağlanan toplumsal değişime verilebilecek en belirgin örneklerden birini oluşturmaktadır. Eğitimin hukuki bir zorunluluk haline getirilmesi, eğitim kurumunun etkin hale gelmesi için özellikle önemlidir. Üstelik hukukun doğrudan emir ve yaptırım ile düzenleyemediği alanlarda eğitim kurumu üzerinden değişim yaratabilmektedir. Modern toplumda eğitim kurumu kişiyi bireyselleştirerek diğer toplumsal bağların zayıflamasını kolaylaştırdığı gibi, insanların hukuka ilişkin bilgi sahibi olmasını sağlar ve toplumsal düzeni meşrulaştırarak hukuka duyulan saygıyı artırır. Hukuk, eğitim kurumunun işleyişini ve eğitim sürecinde kullanılan müfredatın içeriğini düzenleyerek kişilerin belli davranış kalıpları içerisinde hareket etmelerini sağlayabilir yahut uluslaşma, modernleşme, laikleşme, muhafazakarlık, liberalleşme ve mobilizasyon gibi belirli amaçlara ulaşmak için eğitim sistemini toplumu bir bütün olarak yönlendirmede kullanabilir.
Topyekün toplumsal değişim sağlamada zorunlu eğitim uygulaması özellikle önem taşımaktadır. Zorunlu eğitim sayesinde kazandırılan ve kişinin sınıfsal, etnik, dini bütün diğer kimliklerini dışarda bırakan vatandaşlık hüviyeti, toplumsal birliğin sağlanması açısından ulus devletin oluşumu için bir zorunluluktur. Kurumsal, rasyonel ve standardize edilmiş bir eğitim olan zorunlu eğitim toplumun her kesiminden insanın vatandaşlık kimliği ile ulus çatısında bütünleşmesini sağlar. Kapitalist ekonomik sistem ve modernleşmenin neden olduğu politik ve ekonomik eşitsizlikler düşünüldüğünde, ekonomik gelişmenin devamı ve piyasa mantığı ile işleyen ulus devlet ancak kişilerin vatandaşlık gibi hukuki bir kimlik aracılığıyla "rasyonel bireyler" haline dönüştürülmesi ile mümkündür.
Osmanlı'dan günümüze Türkiye'de toplumsal değişim açısından incelendiğinde de, modernleşmenin sağlanmasında genelde eğitimin özelde ise zorunlu eğitimin önemli bir yeri olduğu söylenebilir. Türkiye modernleşmesinde eğitim kurumlarının gelişimine büyük önem verilmiş, özellikle Cumhuriyet döneminde ulus devletin oluşumu için gerekli olan tek dil ve tek kimlik içinde bütünleşmiş rasyonel ve laik bireylerin yaratımı için zorunlu eğitim uygulaması kullanılmıştır.
Günümüzde ise iktidarın muhafazakarlaşmasıyla devlete tabi olacak vatandaştan beklenen özellikler değişime uğramış, zorunlu eğitim uygulamasının laik Türk gençliği yerine muhafazakar Türk gençliği yaratması hedeflenmeye başlamıştır. Bu nedenle, önceleri din eğitimi veren imam hatip okullarının yaygınlaşmasını önlemek için formüle edilen sekiz yıllık kesintisiz zorunlu eğitim uygulaması yerini başlı başına kesintisiz eğitim uygulamasının yarattığı engelleri aşmak için oluşturulmuş 4+4+4 kesintili zorunlu eğitim uygulaması almıştır. Eğitim sistemine özellikle de zorunlu eğitim uygulamasının kullanımına ilişkin algıda bir değişim olmadığı için din eğitimi dışındaki toplumsal ihtiyaçlar ve talepler yeni düzenlemede yer bulamadığı gibi düzenlemeye ilişkin tartışmalar da iktidar mücadelesinin bir görünümü olarak laik ve muhafazakar ideolojilerin çatışmasına indirgenmiştir.
Konuya bu açıdan bakıldığında pek çok Batılı ülkede tartışıldığı gibi devletin birey üzerindeki etkisini azaltabilmek için yapılması gerekenin zorunlu eğitim uygulamasına tamamen karşı çıkmak olduğu düşünülebilir. Ancak zorunlu eğitim uygulamasının eğitim hakkına ulaşmak bağlamından da önemli bir işlev gördüğü göz ardı edilmemelidir. Modern toplumda vatandaşlık kimliğinin benimsetilmesi ve toplumsal düzenin meşrulaştırılması için bir ödev olarak düzenlenen ve bu sayede modern toplumu belirlemede önemli bir araç haline getirilen eğitim, yüzyıllara yayılan toplumsal mücadeleler sonucunda aynı zamanda bir hak halini almıştır. Bu noktada önemli olan zorunlu eğitimin ideolojik olarak kullanılan bir araç olmaktan çıkarılarak bir ödevden çok bir hak olarak görülmeye başlanmasıdır. Bu sayede devletin eğitim hakkı bağlamında mevcut olan yükümlülükleri artacak ve daha görünür hale gelecektir. Eğitim bir hak olarak ele alındığında zorunlu eğitime ilişkin düzenlemeler yapılırken göz önüne alınması gerekenin zorunlu eğitimin ideolojik bir aygıt olarak sunduğu imkanlardan çok, toplum yapısının gelişimi üzerindeki katkısı olduğu açıktır. Bunun için konu hakkında yapılan düzenlemelerin ideolojik etkiden arındırılmaya çalışılması; bilimsel ve özgür eğitim olanağı sağlayacak katılımcı, demokratik ve çağdaş bir yapıya kavuşturulması gerekmektedir. Bütün bunlar ise kuşkusuz eğitimin hakkı talebini yükseltecek toplumsal bir mücadele ile mümkündür. (CA/NV)
* Marmara Üniversitesi öğretim görevlisi Dr. Ceren Akçabay