Yaşamın her alanını etkileyen COVID-19 hastalığının pandemi ilan edilmesi ile beraber; bütün ülkeler sahip oldukları sağlık hizmetleri alt yapısı, sağlık politikası ve ekonomik güçleri temelinde pandemi ile mücadelede korunma önlemleri almaya çalıştılar.
Ekonomisi güçlü olan bazı ülkeler, hastalığın yayılmasını en aza indirmek için yerinde yaygın test yaparak, halkı ekonomik ve sosyal yönden destekleyip temel ihtiyaçlar dışındaki üretimi durdurarak ve uzun süreli sokağa çıkma kısıtlamaları uygulayarak agresif karantina önlemlerinin alındığı baskılama yöntemini benimsediler.
Sağlık alt yapısı ve/veya ekonomisi güçlü olmayan bazı ülkeler sağlık sisteminin çökmemesi için üretimde kısmi kısıtlamalar ve aralıklı sokağa çıkma kısıtlamaları uygulayarak virüsün kontrollü bir şekilde yayılmasının sağlandığı ve 'sürü bağışıklığı' olarak da bilinen yatıştırma yöntemini ve bazı ülkeler ise ekonomi ve sağlık sistemlerinin yetersizliği veya izledikleri sağlık politikaları gereği herhangi bir önlemin alınmadığı seyretme yöntemini uyguladılar.
İzolasyona uy(a)mamak
Türkiye salgının başında, adı koymasa da, aldığı önlemlerin şekli itibariyle 'sürü bağışıklığı' yöntemini benimseyen ülkeler arasında yer aldı.
Ancak, Türkiye'nin, gayrisafi yurtiçi hâsılasındaki payı yaklaşık yüzde 5 olan turizm sektörünün yaklaşması ve üretimin kısmi kısıtlanmasına bağlı olarak ekonomik krizin derinleşmesi nedeniyle 1 Haziran 2020'den sonra 'normalleşme' ismi verilerek artık hiçbir önlemin alınmadığı seyretme yöntemine geçtiğini ve bir taraftan da, politik kaygılar ve pandemiyi 'siyasi bir zafer' ile taçlandırma telaşıyla salgının kontrol altına alındığı algısı oluşturmaya çalıştığını görüyoruz.
Hiç kimsenin doğruluğuna inanmadığı vaka sayılarının binin altında olması bir başarı kriteri gibi gösteriliyor.
Ayrıca, yerinde test yapılmaması nedeniyle, belki de sadece 14 günlük karantina sürecinin tebliğ edilmesine ve temaslıların bilgilendirilmesine yarayan filyasyon çalışmalarının da vaka ve temaslıların izolasyon koşullarına uy(a)mamasından kaynaklı olarak neredeyse hiçbir etkinliği kalmadı.
Çünkü verilerin isteğe bağlı işlendiği 'sihirli mavi tablo' ile salgın kontrol altındaymış gibi gösterilse de, mevcut durum toplum gerçekliği ile uyuşmuyor.
"Hakikaten bu çocuklara kim bakacak?"
Normalleşme adımları sonrası salgının bu kadar hızlı yükselmesinin toplum üzerinde sağlık, ekonomik, psikolojik ve sosyal yönden birçok olumsuz etkisi oldu.
İnsanlar, hastanelerin dolmuş olmasından dolayı boş yatak bulmak ya da başka yere sevkini sağlamak için çaresizce tanıdık yetkili bulmaya çalışıyor.
Yaşlı hastaların yakınlarının gönüllü bir şekilde refakatçi olduğunu ya da hastasını serviste ziyaret etmek için çalışanları ikna etmeye çalıştığını biliyoruz, duyuyoruz.
Özellikle de, temaslı listesine düşenlerin hasta olup olmadığı bilinmeden evde karantinaya alınması; iş güvencesi olmayanların işini kaybetmesine ya da günübirlik kazançla geçimini sağlayanların gelirini kaybetmesine, kişilerin yapmış oldukları birçok planı ertelemelerine ve sosyal izolasyon nedeniyle psikolojik olarak sorunlar yaşamalarına neden oluyor.
Bu durum, birden fazla kez temaslı listesine düşenler için ise daha da sürdürülemez bir hale geliyor.
İnanıyorum ki, filyasyon çalışmalarını yürüten sağlık emekçilerinin sahada en çok karşılaştığı soru; gündelik işlerle geçinmeye çalışan, kendi namına çalışan veya güvencesiz bir şekilde kayıt dışı istihdam edilen emekçilerden gelen "Peki bu çocuklara kim bakacak?", "Devlet bu süreçte bana bakacak mı?" veya "Açlıktan mı ölelim?" sorusudur. Hakikaten bu çocuklara kim bakacak?
Normalleşme adı altında bütün kısıtlamaları kaldırıp pandemiyle mücadeleyi halkın maske kullanımına indirgeyen ve vakaların yüksek olmasında halkı suçlayıcı bir tavır takınan iktidar yetkilileri mi?
Şikâyetleri olanların bile test yaptıramadığı ve hastaların tedavi için yatırılacak boş yatağın kalmadığı bu şartlarda, nemalandığı iktidar gücü ile bütün tanıdıklarını numune aldırarak taramadan geçiren ve hastası için istediği yerde boş yatak bulabilen siyasiler mi?
Konforlu bir yaşamı onurlu bir yaşama tercih ederek, vicdandan ve mesleki etikten yoksun bir şekilde gerçekleri halktan saklayan ve liyakatsız bir şekilde oturduğunu bildiği makamını korumak için yerelde yaşanılan sorunları yetkililere iletmeyen kurum yöneticileri mi?
Bu zorlu pandemi sürecinde çalışma koşulları daha ağırlaşan sağlık emekçilerinin haklarını koruması gereken ancak fazladan elde ettikleri 'kuş lokması' kadar menfaatleri için herhangi bir açıklama yapmayan ve emekçileri kıskaca alan yandaş sendika ve sağlık örgütleri temsilcileri mi?
Önlemleri hiçe sayıp hâlâ korona partileri, düğün ve nişan düzenleyen; maskeyi aksesuar niyetine çenesinde, kolunda taşıyan; 'yok böyle bir hastalık, bunlar dış güçlerin oyunu', 'artık sıkıldım dikkat etmekten', 'beni temaslı listesinden çıkar, tatile gideceğim diyerek 6 aydır pandemi ile mücadelede en ön safhada olan ve artık yorgun düşen sağlık emekçilerinin verdiği mücadeleyi boşa düşüren toplum mu?
Yoksa bu çocuklara ülkedeki derin ekonomik kriz nedeniyle herhangi bir birikim yapması mümkün olmayan, ancak temaslı listesine düştüğü için dışarı çıkması halinde para cezası kesilmesi ile korkutularak evde karantinaya alınarak işinden/gelirinden edilen aileler mi, bakacak?
Ya da artan vaka sayıları yüzünden çalışma koşulları ağırlaşan ve bunun sonucunda enfekte olan hatta hayatını kaybeden; ailesini ve toplumu enfekte etmemek için toplu taşıma aracı kullanmayıp özel ticari araçlarla işe gidip gelmeye ya da eve gitmeyip yeme, içme ve barınma ihtiyacını dışardan ücretli bir şekilde sağlamaya çalışan ve döner sermaye adaletsizliği nedeniyle ekonomik olarak geçinemez hale gelen, ancak alkışlanarak ve mobbing uygulanarak mevcut şartlarda çalışmaya zorlanan sağlık emekçileri mi?
Biri bana söylesin, karantina süresince evde, arkadaşlarından okulundan uzak kalan, daha pandeminin ne olduğunu bilmeyen bu çocuklara kim bakacak?
(ÖB/PT)