23 Temmuz
06.56: Yaklaşık sekiz saatlik uyku sonrası açtım gözlerimi yeni bir sabaha. Dün gece bedenimde yaşanan savaşı kazanan antikorlarım sayesinde geceyi rahat geçirdim –odamın havalanmasını sağlamak için ardına kadar açtığım pencereden içeriye ordu gibi giren sivrisineklerin yol açtığı kaşıntıları saymazsak elbette.
Ama hep yakınıp durmamalı insan, aklıma Mina Urgan’ın “Mutsuz olmak bir marifet değildir” sözleri geliyor. İşte yeni bir gün başlıyor ve yeni umutlar boy veriyor her bir yerde. Dahası idari izinliyim bugün, yani hastane yok, biraz daha şekerleme yapabilirim...
08.25: Başucumdaki telefonun sesi ile yeniden uyandım. Güzel bir telefon, sabah sabah iyi gidiyor. Bilenler bilir hayatta özelleştirmeyi savunduğum tek yer “ev işleri”dir: özellikle yemek yapımı ve ütü. Ortalığı derlerim toplarım, masayı bir tamam dizerim ama yemek yapmak ve hele ütü beni delirtiyor. Çamaşır yıkamak da çok dert değil ama ütülemek neyin nesi, kim icat etmiş bu lüzümsuzluğu.
Her neyse hastayım ve evde yardımcı yok, mevcut virüslü halimle yemek için bir yerlere gidip ortalığa virüs de saçamayacağıma göre evde yemek zorunlu. Diyeceksiniz ki sepetten yemek iste! Çalışanlarının emeklerinin karşılığını vermedikleri için sepet boykotta kaç aydır. Mümkün değil boykotumu kırmam insanlar karın tokluğuna yaşamaya çalışır ve haklarını ararken.
Uzatmayayım uyandığım telefon sonrası envai çeşit yemek geliyor mutfağıma. Demiştim ya dayanışmak ve paylaşmak bu hayatın belki de tek anlamı... Pekiyi ama topluma sorumluluğun bir gereği olarak kendisini odaya/eve kapatmış insanlara karşı toplumların bir sorumluluğu yok mu?
Eve kapanan bu insanların yeme – içme ve temel ihtiyaçlarını toplum ya da toplum adına kendisini var eden devlet aygıtı karşılamak zorunda değil mi? Ama nedense bu topraklarda “devlet” denince hiçbirimizin aklına ev işlerine destek olan bir sosyal hizmet organizasyonu gelmiyor, aksine gaz, cop ve son zamanlarda küfür geliyor...
10.05: Şimdilik her şey iyi gidiyor. Boğazımda hafif, kas ve başımda biraz daha ciddi ağrı dışında pek bir dert açmıyor melun virüs. Ne de olsa dün gece dört mRNA aşımın antikorlarının attığı meydan dayağından başını kaldıramamış anlaşılan an itibariyle.
Bakalım gün nasıl geçecek? Dün sabah da böyle iyiydim, sonra işler biraz bozulmuştu. Ama yine de iki yıl önceki hastalığımla kıyaslanamaz mevcut halim.
O neydi öyle; sanki cam kırığı yutmuştum, ağrıdan yutkunamıyordum. Neyse ki aşı sayesinde çok daha hafif atlatıyorum bu kez. Yine de temkinli olup akşamı beklemek gerek.
Bu virüs başka bir şey; önemsizleştirmek için “grip falan gibi” diyor etkili ve yetkili sorumsuzlar. Sanki her yıl binlerce insanı öldüren grip önemsizmiş gibi. Ama yine de grip düzeyine inmedi, daha zorlu bir hastalık COVID-19.
11.20: Bu topraklardaki hekimlerin kaderi benim için de yürürlükte. Evet bugün hasta olduğum için işe gidemedim ama Whatsapp, Mesenger, mesaj ile kaç kişi bana tetkiklerini gönderdi, durumu hakkında fikrimi sordu. “Tele-tıp” dedikleri bundan başka nedir ki. İyi yönleri var kuşkusuz ama dinlenme ve özel hayat diye bir şey bırakmıyor.
Yakınlarımız, tanıdıklarımız ya da hastalarımıza “hastayım” desem alınacaklar. Öte yandan onlara yardım etmek de çok güzel. Ama sınırı iyi çizmek gerek. Hele ki makul olmayan saatlerde ulaşan mesajlara deli oluyorum. Ancak az önce mesajlaştığım hastam öyle değildi, kritik bir karar verdik birlikte ve zannederim yaşamına ciddi bir katkı sundum.
Hasta olsak bile son kertede hekimiz ve birisinin sağlık sorununa destek olmak, o sorunu çözmek insanı mutlu ediyor. Bu özveriye şiddetle karşılık verilmesini kabul etmem o nedenle mümkün değil.
16.30: Ülke içerisinde göğüs hastalıkları uzmanlarını birbirine bağlayan Whatsapp hattına memleketimin öte yerinden bir mesaj düştü: Mide kanseri olan ve solunum cihazı kullanan bir hastanın COVID-19 PCR incelemesi pozitif(miş) ve hasta acilde bekliyor(muş)... İçim titriyor; çünkü salgında ilk kaybedecek / kaybedilecek grup bu kişiler.
Kırılganlar; COVID-19 gibi bir hastalık onları hızla ölüme götürebilir. Bir kez daha kızıyorum ekonomi ve turizm uğruna tüm önlemleri kaldıran ve son günlerdeki çağrılara rağmen en azından toplu taşım seyahatlerinde dahi maske zorunluluğu getirmeyenlere. Göz göre göre, bile bile acile başvuran bu hasta örneğinde olduğu gibi kırılgan gruplardaki insanları ölüme itiyorlar. Bunun bir bedeli olması gerek hem de bu dünyada!
16.45: Sanki bu iç geçirmelerimi duymuş gibi canlı olduğu bile tartışmalı olan virüs yavaşça başını kaldırıyor içimde, hissediyorum. Kırgınlığım arttı, boğaz ve baş ağrım belirginleşti, belim kırılacak gibi ağrıyor ve öksürüğüm atağa geçti. Bakalım dünkü gibi mi olacağım, yoksa antikorlarım başını kaldıran virüsü balyoz gibi ezip geçecekler mi?
20.15: Boşuna demedim size “zafer direnen antikorlarımın olacak” diye. Başını kaldırmaya cüret eden virüsün başını bir kez daha ezip geçtiler hem de dün ile kıyaslanamayacak hafiflikteki bir meydan savaşıyla. Evet bugün kesinlikle düne göre daha iyiyim, gün boyu bir parasetomale ihtiyaç duydum zaten.
Antibiyotik ve kan sulandırıcı ise hiç almadım. Bu pandemi toplum olarak “hap(ı) yutmaya” ne kadar çok meraklı olduğumuzu gösterdi bana. Hemen herkes antibiyotik ya da kan sulandırmak için aspirin falan alıyor. Oysa bunların hiçbir yararı olmadığı gibi aksine zararları var.
İşte somut kanıt olarak ben varım; antibiyotiksiz, kan sulandırıcısız, vitaminsiz...
Ama öncesinde, sağlıklıyken aldım önlemimi aşılanarak. Aslolan bu olmalı. Öte yandan hastalarımın COVID olunca hep sordukları CRP ve D-dimer düzeyimi bile bilmiyorum. Çünkü baktırmadım. Çünkü gereksiz.
Çok acı ama sağlığın dönüşümü herkese tetkik yapmak, film çekmek gibi bir durumu var etti. Oysa tıp sanatında gereken olguya gereken tetkikler yapılmalı.
65 yaşın altındayım, aşılıyım, kanser – organ nakli – şeker – kalp yetmezliği ya da KOAH gibi bir kronik hastalığım yok, o halde tetkike de gerek yok.
Hastane hastane gezip tetkik yaptırıp herkese virüsü bulaştırmak yerine istirahat etmek, sıvı almak ve gerektiğinde parasetamol kullanmak yeter de artar bile.
Ama yarın kendimi daha iyi hissedersem hastaneye gidip PCR baktırmalıyım. Çünkü pozitifsem hem annemden, hem hastalarımdan uzak durmam gerek onlara zarar vermemek için.
Ne garip şu hekimlik; tetkik yaptırma nedenlerimiz bile bizden başkalarını korumak için. Belki de bu nedenle seviyorum bu mesleği... Siz de seviniz hekimleri, sağlık çalışanlarını.
23-24 Temmuz: Baş ağrısı biraz zorlamaya başlayınca erkenden uyumaya çalıştım ve gece boyu öksürerek uyanmanın ne demek olduğunu bir hasta olarak anladım. Gerçekten de biz göğüs hastalıkları uzmanları aslında öksürüğü “severiz”, çünkü onun akciğeri koruyan bir savunma mekanizması olduğunu biliriz. O nedenle öksürük şurubu ya da diğer öksürük kesici ilaçları çok ama çok zorda kalmadıkça reçete etmeyiz.
Bu yaklaşımın en önemli istisnası öksürük ile hastanın devamlı uyanması ve nitelikli bir uykudan öksürük nedeniyle mahrum kalmasıdır. Tıpkı 24 Temmuz sabahına uyanan benim gibi... Çünkü uyku önemlidir, uyku bağışıklık sistemimizi güçlendiren dosttur. O nedenle karanlık bir ortamda iyi bir uyku herkese ve her yaşa ilaçtan daha fazla yararlıdır.
Ve ben bu gece “köh köh” öksürüp boğazımın can acısıyla uyanmanın ne demek olduğunu idrak ettim. Bu da hastalığın bana kazandırdığı bir şey oldu. Anlaşılan antikorlarım virüsü boğazıma hapsetti, onun hedef organ olarak seçtiği akciğere ilerleyişini durdurdu ama o da boğazda her pisliği yapmayı beceriyor.
Kim demişti “COVID artık sorunsuz geçiyor” diye. O zatı muhteremleri bir elime geçirirsem... Ama öksürük ve boğaz ağrımın gösterdiği bir gerçek var ki kesinlikle daha iyi aşılara ihtiyacımız var. Aslında dünya genelinde onlarca farklı aşı için zaman, emek ve para harcanacağına tüm güçler birleştirilip tek bir mükemmel aşı var edilebilseydi belki de bu sorun çoktan çözülecekti.
Ama paranın gözü kör olsun; herkes insanlığa hizmet yerine önce aşılardan ne kadar para kazanabileceğini düşünerek ortak aşı üretiminden kaçıyor.
Baksanıza zengin – fakir ülkeler arasındaki aşılama oranlarında sekiz kat farklılık var. Yoksul ülkelerde yaşayan insanların sadece yüzde 20’si aşılanmış durumda. Var olan aşıları bile eşitlikçi, hakkaniyetli bölüşemiyoruz.
O nedenle başka bir dünya gerek; paylaşım ve dayanışmadan yana başka bir dünya gerek. Belki o zaman bu öksürüğe mahkûm olmak zorunda kalmam...
11.40: Yine sıkıntılı bir haber. Beni yoklamak için arayan Cavit’ten öğrendim Sağlık Bakanlığı’nın elinde Molnupiravir etken maddeli Covinavir® isimli ilacın kalmadığını. Bir kez daha sinirim tepeme çıktı. Hani önlem almayıp salgını patlattınız bir kez daha, bari ilaç elinizde olsun ki 65 yaş üstü ve riskli gruba hemen ulaştırın ilacı.
Hepimiz biliyoruz; ilaç ilk günlerde başlandığında etkili. Beşinci günden sonra vermenin de bir anlamı yok. İyi ama neden yok ilaç elinizde? Ne suçu var bu insanların?
Düşünsenize; Cavit’in annesi tüm aşılarını yaptırmış, zorunlu olmamakla birlikte uçak yolculuğunu çift maske ile yapmış, ama kendisi dışında hemen hiç kimse maske kullanmadığı için şimdi hasta ve Bakanlık “elimde ilaç yok” diyor. Hakikaten kahrettiniz bizi bu pandemide!
12.00: Halsizliğimi yenip yola düşmeli. Yarın mesai var ve bir dolu hasta beni bekliyor. Eğer COVID isem gitmemem ve onlara zarar vermemem gerekli. O nedenle yola düşüp hastaneye gitmeli.
Neyse ki şanslıyız; hekimler – sağlık çalışanları olarak kocaman bir camiayız. Devletin sırtını döndüğü üvey evlatlar olduğumuzu bilerek destek oluruz birbirimize. İşte Aslı her şeyi ayarlamış, sadece gidip örnek vermem yetecek. Sürünerek de olsa kalkmam gerek şu yataktan...
15.27: Beklenen telefon geldi Aslı’dan; “tanıyorsun sen bu hastalığı, COVID’sin” dedi. İlkinde de o vermişti “müjdeyi”. PCR incelemem pozitif. İkinci tura başladığım böylelikle kesinleşti. Sadece ben mi, hayır. Anlaşılan COVID bu dizginsiz haliyle başta sağlık çalışanları olmak üzere herkesi kırıp geçecek, geçirmiş olan bir daha geçirecek.
Şimdi önemli olan annemi korumak. Hal böyleyse evden uzaklaşmak gerek. Çünkü BA.5 en sıradışı varyant ve çok, çok, çok bulaşıcı. Bu halimle evde kaldığım sürece bulaştırmamam olanaksız.
Böyle olmayabilirdi, şu Temmuz’da böyle bir dalga olmayabilirdi. Batı, daha doğrusu kapitalizm sattı insanları turizm uğruna. Bizimkiler zaten çok öncesinden havluyu atmışlardı, Batı’nın mücadeleyi bırakması tam da istedikleri “gerekçe” oldu buradaki zevata. Olan bize, insanlara olacak.
Elbette bir de biz sağlık çalışanlarından hizmet bekleyen hastalar zarar görecek. Öyle ya nereden baksan en az bir hafta daha çalışamayacağım... (DC/APK/RT)