Dünyadaki en köklü sistemin ataerkil sistem olduğunu düşününce, ataerkilliğin bir ülkenin gelişmişlik düzeyine, kişinin eğitim seviyesine veya ait olduğa sınıfa bakmadan kök salabildiğini görünce, umutsuzluğa kapılıyorum. Dünyada ve Türkiye'de kadın hareketinin kaydettiği onca ilerlemeye rağmen bu karamsarlıktan kurtulamıyorum.
Karamsarım çünkü İngilizce dersinde "aile içi şiddet" kavramının geçtiği bir anda öğrencilerime "Arkadaşlar, bu ülkede her gün beş kadın şiddetten ölüyor" gibi tüyler ürpertici bir gerçekten söz ettiğimde öğrencilerim, "Hocam, ona bakarsanız, her iki buçuk dakikada bir kalp krizinden bir insan ölüyor" dedi.
Karamsarım çünkü İstanbul trafiğinin sıkıştığı bir anda taksi şoförü sıkışıklığı açıklamak için "Önde mutlaka bir kadın sürücü vardır" dedi, üstüne bir de anısını anlattı.
"2006'da Maçka'ya çıkarken yolda kar vardı, kadın şoförün biri arabayı kıpırdatamıyordu. İndim, 'Hanımefendi şöyle şöyle yapın' dedim. Kadın 'Bana kursta böyle öğretmediler, sizden mi öğreneceğim?' dedi... Sonra bir adam geldi, kadını tuttu kolundan, arabadan indirdi. Arabayı kardan kurtardı ve kadına dönüp 'Kocana selam söyle' dedi. Ben de benim taksideki 'bayan' da gülmekten kırıldık. Kadın 'Bu adam şimdi bu kadına küfür etmiş oldu yani değil mi?' diye sordu bana. Bir şey demedim. 'Terbiyem' müsait değil çünkü."
Taksici anlatırken güldü.
Her köşeden bir duvar yükseliyor
Öğrencilerime kıyasladıkları şeylerin çok farklı olduğunu anlatmaya çalıştım; kadınların bilinçli olarak öldürüldüğünü, onları bir hastalığın değil hayatlarındaki erkeklerin öldürdüğünü anlatmaya çalıştım. Bunu anlatırken de çok garip hissettim; o kadar açık bir gerçeği izah etmek durumunda kalmak bana sıkıntı veriyordu.
Sınıftaki birkaç heyecanlı öğrencim "Hocam, ama bütün yasalar kadınlardan yana, erkeklere nafaka ödenmiyor mesela" dedi. "Ayrıca hep erkekler para harcıyor, her şey kadınların avantajına" diyen de oldu.
Öğrencilerimi gerçekten seviyorum, iyi niyetli olduklarını biliyorum ama o an aramızda büyük bir duvarın olduğunu sezdim. Sözlerim o duvara çarpıp yere düştü sanki teker teker. Onlarınki de havada dondu kaldı.
Taksi şoförüne hiçbir şey söylemedim. O kadar yavandı ki sözleri, o kadar mide bulandırıcıydı ki adam. Tek söyleyebildiğim "Dolaylı da olsa küfür etmesi hatalı değil miydi sizce?" oldu, düşüncesini etik yönden etkileyebilirim sandım. Hani "terbiyeliydi" ya... "Öyle de o an çok komikti" dedi adam. Aramızda yükselen duvarı aşmak mümkün değildi.
Günlük hayatımızda bunlar gibi deneyimlerle o kadar çok karşılaşıyoruz ki... Sinek küçük ama mide bulandırıcı dedikleri durumlar... Bunları düşününce döndüğüm her köşede, girdiğim her sokakta bir duvar yükselecekmiş gibi geliyor.
Kadına şiddet uygulayan erkek değil midir?
Bugün bir duvara daha çarptım, Haluk Bilginer'in sesinden Aile İçi Şiddete Son kampanyasının reklamını görünce. "Kadına şiddet uygulayan erkek değildir" derken "erkek" kelimesi üzerindeki vurguyu duyunca...
Yine karamsarım, çünkü bir şey hiç anlaşılmamış. Kadınların ezilmesine karşı çıkarken tek mesele kadınlık değildi ki!
Kadınlık rolleri ne kadar zorlama ise erkeklik rolleri de o kadar zorlama çünkü. Kadına kadın olduğu için susma, sesini çıkarmama, "iffetli" olma, uysal davranma rollerini veren o görünmez el, erkeğe de erkek olduğu için zorbalık yapma, küfürbaz olma, şiddet uygulama rollerini veriyor. Bunu göremiyor muyuz?
Kadınlara "kadınlığını bil" diyen o ses erkeklere taa çocukluklarından beri "erkekliğini" göster diyor. Bu el, bu ses bizim ruhumuzu ele geçiriyor, farkında değil miyiz? Bu ikiyüzlü hayalet hayatlarımızı mahvediyor, ilişkilerimizi bitiriyor, görmüyor muyuz?
Bunu bir taraf bazen canına ile ödeyecek noktaya gelirken, diğer taraf paramparça olmuş kimliği ile ödüyor. İçinde yaşadığı erkeklik çatışmasının hesabını da kendinden zayıf gördüğü kadın üzerinde hallediyor. Bu kişi kadını ezince kendince erkek oluyor.
Bizim çok büyük ihtimalle böyle bir psikoloji ile hareket eden bir insana "Erkeklik öyle bir şey değil, bunu yaparsan erkek değilsin" diyerek ataerkinin silahını tutmamız mı gerekiyordu?
Yine karamsarım, çünkü ataerkil sistemin tuzağına feci bir şekilde düşüyoruz. Bu tuzaktan kurtulmamız lazım. Önce reklam kampanyasında değişiklik yaparak başlanabilir de sonra? Sonrası zor...
Erkeklik veya kadınlık dedikleri şeyler her ne ise, bunları duvarları yıkar gibi yapısökümüne uğratmamız gerekiyor. Bu, insanların özgürleşmesi için gerekli. İnsanlar verili kalıplara uymak zorunda değil, bu kalıpların norm haline getirilişi de şaibeli iken hele...
Bu sistemin içinde duvarları yıkmak duvarları yükseltmek kadar kolay değil; ama yine de bir şeyler yapılabilir. Hayatımızdan, dilimizden öğrendiğimiz kalıpları atmaya çalışabiliriz. Bu sürecin meyvelerini çok uzun süre sonra toplarız, hatta bu süreçte ortaya koyduğumuz çabalar bizim kendimize bile yabancı gelebilir; ama bunu yapmak zorundayız.
Karamsar tablolarda titrek de olsa bir ışık yakılabilir, değil mi? Lütfen evet, deyin. Yoksa kendi karanlığımıza gömüleceğiz. (HB/BB)