Venedik’in XVI. yüzyıl ambiyansını layıkıyla yansıtmak her babayiğin harcı değildir önyargısıyla ekran karşısına oturmuş olmama rağmen filmi izlerken bir anda gözlerimin yaşardığını fark ettim.
Kısa metrajlı olmasına ve eşcinsellik içerdiğini tahmin etmeme rağmen sinema eserinin sonunu bile getiremeyeceğimi düşünürken adeta faka basmamın ana sebebi, bitik memleketim İstanbul’dan uzak olmamdı.
Aslına bakarsanız coğrafi olarak aramızda büyük mesafe yoktu, fakat hayatımda dördüncü kez olsa da, İstanbul defterini, içimde herhangi bir duygu tortusu bırakmadan kapattığıma emindim. Oysa filmin kahramanları tüm dünyada o dönemin en “hoşgörülü” diyarı olarak kabul edilen Konstantinopolis’e varıp eninde sonunda orada yaşayabilmek için dinlerini feda etmeye bile hazırdı.
Halen devam etmekte olan Venedik’in uluslararası film etkinliği, Mostra Internazionale d’Arte Cinematografica – La Biennale di Venezia’nın programında yer alan Konstantinopolis’im benim (Kuşta mayn, la mia Costantinopoli) seyirciyi mazinin derinliklerine taşıma iddiasında.
Genç yönetmen Nicolò Folin senaryosuna da katkıda bulunduğu filmi dönemin teferruatlı bir mahkeme kaydına dayandırdığı için aktarılanlara itimat etmek mümkün. Fakat en başta damardan oyunculuk olmak üzere, sanat direktörlüğünün, ışık yönetiminin ve gözlemci kameranın maharetiyle de atmosfere kendinizi kaptırmanız işten bile değil.
2025 İtalya yapımı 19 dakikalık filmin iki esas kahramanı aralarındaki cinsel çekimi ziyadesiyle aktarırken, sadece erkeklerin yaşadığı dinî ortamlardan manastırda eşcinselliğin adeta kaçınılmaz olduğunu da hissettiriyor. Filmde duyduğumuz muhtelif dillerin aslına ne kadar sadık olduğunu dil bilimcilere havale edip kendimizi sinema eserinin dramatik örgüsüne teslim etmekte fayda var.

Dönme olmak kolay değil
Orta Avrupa’nın gayet karanlık bir döneminde memleketleri Polonya coğrafyasındaki katliamlardan kaçarak Venedik’e ulaşan Aşer (Leo Folin) ve Aaron (Hlib Tovstoluh) çaresizdir. Aşer ağır yaralıdır, yola devam edecek hali kalmamıştır. Bitkin gençlerin tek çaresi, dinleri Yahudilik’ten feragat etme pahasına bir manastıra sığınmaktır. Roberto Citran’ın canlandırdığı Katekümen rahibi ikna etmeleri kolay olmaz. Yalvarmaları çıkar amaçlı mıdır yoksa hakikaten de din değiştirmeye hazır mıdırlar?
“Cennetin yolu uzundur, herkes ulaşamaz!” der oğlanlara ağırbaşlı din adamı.
Katolik kilisesi onlara kalacak yer ve aş sağlaması dışında okumayı ve meslek öğretmeyi de vaat etmektedir. Fakat karşılığında “dönme”leri ve hayatlarının bundan sonrasını Hıristiyanlığa adamaları beklenmektedir. Aşer kan kaybından ölmek üzere olduğundan Aaron son hamleyi yaparak arkadaşının bir günahkâr olarak ölmekten çok korktuğunu söyler ve rahip ikna olur.
Birbirine çok yakın olduğu anlaşılan iki canciğer arkadaş, ağır yaralı Aşer manastırın revirinde iyileşene kadar ayrı durmak zorundadır.
Unutmadan, aktör Leo Folin filmin dramatik yükünü sırtlamış olduğu gibi Konstantinopolis’e (İbranice Kuşta) ne olursa olsun varma tutkusunu da ziyadesiyle yansıtıyor.
Bu arada günler geçiyor, Aaron manastırdaki diğer genç ve yakışıklı dönmelerle samimileşip avluda oyunlar oynarken Aşer hasta yatağında kendini fazlasıyla kösteklenmiş hissediyor.

Filmin başrolündeki iki oğlanın görünüşleri ve auraları en başta olmak üzere, adeta bir Pier Paolo Pasolini filminin erotizmine şahit oluyoruz. Manastıra vardıklarında hırpalanmış, kirli ve yara bere içindeki halleri kıyafetlerinin pastel renkleriyle birleşince karşımıza gayet pastoral bir manzara çıkıyor. Manastırın sihirli eli üzerlerine değdikten sonra ise, yeni kıyafetleri temizliğine ve düzgünlüğüne rağmen saçlarının kabaca kazıtılmış olması onlara günümüzün, hatta o zamanların estetiğine göre tercih edilmeyen çok daha radikal görüntüyü kazandırıyor.
Aralarındaki derin sevgi için bir aşk kadar coşkulu, duyguları için yoğun olduğu kadar bir duruluk, bir saflık timsali diyebiliriz. Usturuplu ve mesafeli bir kameranın izlediği, mum ışığında birbirlerine yaklaştıkları anlar aslında hiçbir zaman erotik bir devinime yol açmıyor; lakin Aşer’in hasta yatağından gözetlercesine seyrettiği, Aaron dahil avludaki genç erkeklerin temas gerektiren oyunları belirli bir kıskançlığa yol açabiliyor.

Aaron onu revirde ziyarete geldiğinde Aşer, Konstantinopolis’e gitme planının ne olursa olsun gerçekleştirileceğine dair olan inancını bir kez daha ifade ediyor.
Kıymetlisi yanından ayrılırken din adamlarının eşcinsel pratiklere yatkınlığını bildiğinden “Sünnet derisine dikkat et. Rahiplere çok yaklaşırsan tekrar büyür” cümlesi şaka yollu da olsa, ağzından dökülüveriyor.
Aaron ise zamanla Hıristiyanlığa da razı olmuş gibidir; onları kimsenin yargılamayacağı ve hür yaşayabileceklerine inandıkları Konstantinopolis’e gitme planından vazgeçmesi de an meselesidir.
Tarihî bir ambiyansı mekân edinmiş filmin senaryosuna yedirilen bazı teferruatların çağdaş seyirciye çaktırmadan gaz vermek için yazıldığı düşünülebilir.
Fakat aradan geçen asırlar gözönünde bulundurulduğunda, filmde bize “hoşgörü” şahikası olarak lanse edilen Osmanlı başkenti Kostantiniyye’ye kıyasla, baskıcı iktidarın empoze etmeye çabaladığı muhafazakâr imajlı günümüz İstanbul’unun çok daha gerici göründüğü muhakkak.
Yoksa hakikatte öyle değil mi?
(RL/EMK)







