Başbakanlık Sorunu
Çoğunluk partisinin genel başkanının hükümeti kuramaması, bu partinin karşıtlarınca da bir anormallik olarak kabul ediliyor. Bir çok yorumcu için, bu durum sorunlar yaratmaya aday. Bilinen deyimle, "davulun başkasında, tokmağın başkasında olması", hükümetin uyumlu çalışmasını olumsuz etkileyecektir diye düşünülüyor. Kuşkusuz bu doğru. Ancak, kısa vadede bu nedenle sorunlar çıkması beklenmemeli. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) içinde herkes bu durumun kaçınılmaz ve geçici bir durum olduğunu kabul ediyor. Çoğunluğun hedefi, genel başkanın yasaklarının elden geldiğince kısa vadede kaldırılması ve Erdoğan'ın TBMM'ye girmesinin sağlanması. Bu ne kadar kısa sürede gerçekleşirse, Abdullah Gül'ün başbakanlığı Tayyip Erdoğan'a bırakması o kadar sorunsuz olur. Ancak, süre uzarsa ve başarılı da olursa Abdullah Gül'ün makamına saldığı kökün kesilmesi sancılı olabilir.
Bununla birlikte, AKP önderlerinin, partide yer alanların bir ideal etrafında bir araya gelmiş insanlar olduğunu, kimsenin "bir şey olmak" ihtirasını taşımadığını, önemli olanın "bir şeyler yapmak" olduğunu her fırsatta söylemeleri ve seçim başarısının kazanılmasında "yasaklı" olduğu bilinen genel başkanın "karizması"nın oynadığı sürükleyici rol, bugünkü başbakanın, zamanı geldiğinde yerini genel başkanına bırakmasını kolaylaştıracak unsurlar olarak görünmektedir.
Parti Hükümeti
AKP Hükümeti, elbette çoğunluğu tek başına kazanmış parti olan AKP'nin hükümetidir. Ancak, bu hükümetin yapısına bakıldığında, partinin hükümet içindeki varlığının çok önemli olduğu görülmektedir. Söylemek istediğim, AKP'nin en üst yönetim organı olan MYK'sının 10 üyesinin aynı zamanda bakanlar kurulu üyesi olmasıdır.
Bu, genel başkanla başbakanın ayrı kişiler olmasının doğurabileceği sakıncaları en aza indirmesi beklenebilecek bir durumdur. Böylece, hükümetin politikaları önce MYK'da belirlenecek, ardından hükümet kararları haline getirilebilecektir. Böylece, genel başkan, hükümet işlerine çok normal bir yoldan müdahale olanağına kavuşmuş olacaktır.
Cumhurbaşkanının Rolü
İki günden beri yapılan açıklamalardan, bakanların belirlenmesinde Cumhurbaşkanı'nın önemli bir rol oynadığı anlaşılmaktadır.
Olağan olarak, bir parti tek başına çoğunluğu elde ettiğinde, onun genel başkanının ya da başbakan adayının, başbakan olarak atandıktan sonra oluşturduğu bakanlar kurulu listesinin Cumhurbaşkanı'nca onaylanması beklenir. Elbette Cumhurbaşkanı düşüncelerini söyler, bazı önerilerde bulunabilir, ama sonuçta başbakanın getirdiği liste onaylanır. Değişiklik, ancak başbakanın kabul etmesi halinde yapılabilir.
Bunun nedeni, sistemin mantığındadır. Kurulacak hükümet Meclisin güvenoyuna başvuracaktır ve yapacakları ya da yapamayacakları nedeniyle de Meclis'e karşı sorumlu olacaktır. Hükümetin sorumluluğunu Cumhurbaşkanı taşımayacağına göre, onun bakanlar kurulu listesine başbakana rağmen müdahale etmesi sistemin öngördüğü bir uygulama değildir.
Bütün bunlara karşın, Türkiye'nin içinde bulunduğu durumda, haklı ya da haksız AKP ile ilgili olarak toplumun bazı kesimlerinin kaygı taşıması, seçmenin yüzde 46'lık bir bölümünün oylarının Meclis'e yansımaması nedenleriyle, önümüzdeki dönemde Cumhurbaşkanından beklentilerin yüksek olacağını, Cumhurbaşkanının siyasal rolünün artacağını daha önce de belirtmiştim.
Şimdi, öyle anlaşılıyor ki, cumhurbaşkanı, bakanlar kurulu listesinin son halini almasında, bu anlamda bir rol oynamış bulunmaktadır. Başbakan bunu kabullendiği sürece söylenecek bir şey yoktur. Bu kabullenme, baştan beri sürdürülen "sorun yaratmama, ılımlı davranma" anlayışının sonucu olabilir. Daha baştan kavgacı bir görüntü yaratılmak istenmemiş olabilir. Ya da, isim değişikliklerinin işin esasını değiştirmeyeceği düşünülmüş olabilir.
Ne olursa olsun, Cumhurbaşkanının müdahalesinin hükümetin dengesini etkileyip etkilemediği sorusu ortaya çıkmıştır.
Hükümetin Dengesi
AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanının müdahalesini öğrenince, Madrid'den refleksini ortaya koymuştur: "Hükümetin dengesi bozuldu". Sonradan geri de alınsa, bu sözler söylenmiştir ve bir gerçeği yansıtmaktadır.
Gerçekten de, kimlerin bakan olduğuna bakınca, "ılımlı" bir bakanlar kurulu oluşturulmasına özel bir özen gösterildiği açıkça görülmektedir.
"Milli Görüşçü" olarak nitelenen kişilerin bakan olarak atanmadığı, Fazilet Partisi'nden AKP'ye gelenler içinde "yenilikçiler"e bakan olma fırsatı verildiği, ama asıl Anavatan Partisi (ANAP) kökenlilerin bakanlar kurulunda ağırlıklı bir yere sahip kılındıkları anlaşılmaktadır.
Dengenin, partiye "merkez sağ" olarak anılan partilerden katılan muhafazakarlarla partinin ılımlıları arasında kurulmaya çalışıldığı anlaşılmaktadır. Böyle yapılarak, topluma bir güven verilmek istenmiştir. Ayrıca, bir çok bakanlığa atanan kişinin, o alanın uzmanı olmasının da gözetildiği anlaşılmaktadır.
Bu çerçevede, maliye, içişleri, dışişleri, milli eğitim, milli savunma bakanlıklarının, hangi nitelikte politikacılara bırakıldığı elbette özel taşımaktadır. Tam da bu bakanlıklarla ilgili olarak Cumhurbaşkanının müdahalesinin gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Basından edinilen bilgilere göre, başbakanın önerdiği milli eğitim, milli savunma ve dışişleri bakanları Cumhurbaşkanınca kabul görmemiş, bunlar değiştirilince de "hükümetin dengesi değişmiştir".
Cumhurbaşkanı, böylece, hukuksal ya da siyasal anlamda değil ama moral açıdan bir sorumluluk yüklenmiş olmaktadır. Siyasal sorumluluk ise, bu değişiklikleri kabullenen başbakana ait olacaktır.
Ancak, bu değişikliklerin, yukarıda açıklamaya çalıştığım nedenlerle, hükümetin genel politikasının yürütülmesini fazla etkilemeyeceğini düşünmek gerekir.
Bakanlarla İlgili Düşünceler
Bakanlar tek tek ele alındığında, büyük çoğunluğunun atandıkları alanın uzmanı oldukları görülmektedir. Bakanların çoğunun Meclis'e yeni girmiş olmaları bir dezavantaj sayılsa da, önemli bir bölümünün, daha önce, atandıkları bakanlığın kadrolarında ya da ilgi alanlarında çalıştıkları görülmektedir. Ayrıca, bakanların her birinin, uygulamalarında, toplumun önemli bir bölümünün kaygılarını derinleştirecek aşırılıklara gitmeyeceklerini beklemek gerekir. Sivil toplumla işbirliği yapma ilkesini benimsediklerini sıklıkla açıklamaları, bu beklentiyi güçlendirmektedir.
Her şeye karşın, uygulamada bazı "acemilikler"le karşılaşılması şaşırtıcı olmayacaktır. Bu konuda, bürokrasinin tutumu önem kazanmaktadır. Bürokrasi engelleyici mi olacaktır, ayakbağı mı olacaktır, yoksa olumlu bir yaklaşım içinde, bakanının politikalarını kavrayıp uygulamaya mı çalışacaktır?
Sonuç olarak, bu Hükümet, bir tek parti hükümetidir ve başarısızlık için göstereceği mazereti de yoktur. Başarılı olup olamayacağını, işinin sorun çözmek mi yoksa sorun yaratmak mı olacağını zamanla göreceğiz. Umarım, Türkiye'nin sorunlarını çözmede başarılı olur.(BB)